15 C
Hamburg
Pazar, Haziran 23, 2024

Süleyman Deveci, Ali Rıza Şimşek ile edebiyat-siyaset üzerine konuştu

1Yazar Süleyman Deveci, SPD Hamburg eski Milletvekili Ali Rıza Şimşek ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

ELBE EXPRESS/RÖPORTAJ

Edebiyat ve Siyasetçinin

            “Edebiyatı siyasilerle de konuşmalı” anlayışı bağlamında, gecen dönem Hamburg parlamentosunda milletvekilliği yapan SPD´den Bergedorflu siyasetçi Ali Rıza Şimşek ile yapılan söyleşi:

 

            − Göçmen bir politikacı olarak edebiyat denilince ilk aklınıza ne geliyor. Bir politikacı olarak edebiyattan ne anlıyorsunuz, okumayla, yazmayla, kısaca anlatı dünyasıyla aranız nasıl?

− Bir toplumun tarihi, kültürel geçmişi, sosyolojik yapısı aklıma geliyor. Yerleşik egemen işleyen düzenin dışında, bizler gibi sonradan gelip topluma katılanlarla çok yönlü ve boyutlu bir görüntü ortaya çıkıyor. O toplumda kendi kültürünü içinde bulunduğu camiaya yansıtmak için edebiyat ciddi bir rol oynuyor. Çok çeşitli ve kültürlü bir toplumda seçimlerde göçmen kökenli insanlar da seçiliyorlar. Bir toplumu tanımak için onun tarihi gelişim süreçleri içerisinde edebiyatına bakmak, bunu iyi tanımak gerekiyor. Edebiyat, siyaset, sosyolojik yapı ve kültürel yapı birbirlerinden bağımsız ele alınamaz, düşünülemezler.

Bu bağlamda edebiyat denilince benim aklıma ilk “Yaşar Kemal”, “İnce Memed”, “Sofi’nin Dünyası” geliyor. Anadolu da yaşamı tam çıplaklığı ile anlatan şiirler geliyor. Tarihi araştırma-inceleme yapıtları ve felsefi eserler geliyor. Edebiyat bence bir tarihi, bir yaşam felsefesini yaşamışcasina anlatıdir .

Her yazarın  anlatısı farklıdır. Edebiyatçılar kendilerini anlatarak ifade ediyorlar, yazıya aktararak. Almanya’da bugün “Aziz Nesin”i, “Fakirt Baykurt”u okumayan yoktur. En azından adlarını bilirler. Akıcı ve sürükleyici bir dil, yazılanları okutabilen bir üslup ayrı bir zenginliktir. Edebi zenginlik o toplumun  kültürel zenginliğinin bir yansımasıdır.

Bir topluma siyasi mesaj verebilmek için, anlatı diliyle de olsa o toplumu çok iyi tanımak gerekir. Aksi tutum sağlıklı edebiyata da, siyasete de izin vermez.

 

            − Göçmenlerin edebiyatla olan veya olmayan ilişkisini siz nasıl gözlemliyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda herhangi bir çalışmanız var mı?

− Malesef yozlaşmış bir edebikültür anlayışı mevcut.

İlk gelen nesil kendi geldiği coğrafyanın edebiyatını, edebi tarihini, kültürel zenginliğini tanıyamamış, edebiyatın hüzün, gülmece, hiciv, dram gibi sayısız yansımalarından ve türevlerinden habersiz bir kuşaktı. Kültürel donanımı, dünyaya bakış açısı ve siyasi bilinci ile ufku dar bir kuşaktı. Zamanla yeni nesillerle bu tıkanıklık aşıldı. Göçmenler kendi geçmişlerini, kültürel miraslarını bilmedikleri zaman asimile olmaya daha elverişli olur ve uyumla ilgili de çok ciddi sayısız sorun başgösterir. Yoz bir anlayış genele egemen.

Göçmen kökenli yazarlara bu konuda ayrı bir sorumluluk ve ödev düşüyor. O sahip oldukları birikimi vermek, artlarından gelenlere aktarmak gibi ayrı bir sorumlulukları var. Siyasiler olarak bu konularda tabiki edebiyatçılarımıza destek vermek zorundayız.

Göçmen edebiyatının önemi Almanya’nın göçmen ülkesi olduğu gözönünde bulundurulduğunda ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Siyasetin buna her türlü desteği, imkanı sunması gerekir. Çünkü bu destekler aynı zamanda çok kültürlülüğe de ister istemez hizmet etmektedir. Yapılacak yardımlarda o yüzden çok yönlü olmak zorunda.

Edebiyat ile siyaset arasındaki bağdan ne anlıyorsunuz? İki düşman kardeşler mi, yoksa ayrılmaz bir ikili olarak mı değerlendiriyorsunuz? Edebiyatçının siyasiyi, siyasinin edebiyatçıyı küçümseme olayına nasıl bakıyorsunuz?

 

−Siyasetin halkla birleşmesini sanat yolu ile sağlamak kuşkusuz daha basit olur. Bu bağlamda edebiyat da siyaset gibi toplumsal yaşamın bir parçasıdır.

Bu ikilinin özleşmediği yerde sorunlar başlar.

Elli yıldan fazladır politikacıların yapamadıklarını çevrilmiş 100 tane roman veya öykünün yaptığını biliyor muydunuz? Bunu neye yorumluyorsunuz?

–          Yukarıdaki saptandılar aynen bu soruyu tasdikliyor, toplumun yaşam tarzını, isteğini ve Kültür’ünü anlamadan yapılan kanunlar bir işe yaramaz ve birliktelik duygularını zedeler.

Sanatçılar ayni zamanda halkların siyasi dilidir, koludur!

 

Edebiyatı gerçekten seven birinin insanlara zarar verebileceğine inanıyor musunuz? Neden?

−Toplumun örnek insanları, sanatçıları hayatlarını sanata ve topluma adayan insanlardır, yazılarını Yürekleri birleştirirlerse o topluma mal olurlar yoksa yok olurlar. Dolayısı ile topluma zarar vermeleri düşünülemez.

 

Gençlerle ilgili çalışmalarınızda edebiyata ağırlık vermeyi düşünüyor musunuz? Bu konuda herhangi bir planınız veya programınız var mı?

−Şu an yeni oluşumlar ile partimizde yeni görevler aldık mutlaka değerli edebiyatçılarımızda bu konu ile de etkinlikler yapacağız.

 

            − Neden Hamburglu yazarlar edebiyatla ilgili kurum ve kuruluşlarda, ki bunların çoğu onların da verdiği vergiler sayesinde işliyor, Türkçe veya kendi ana dilleirnde etkinlik yapamıyorlar? Kültür politikalarının bununla bir ilgisi var mı? Yoksa oradaki görevlinin keyfine kalan bir uygulama mı bu yöntem, red ve hayır tavrı?

− Başka bir dil kullanılıyor diye reddedilmek kesinlikle kabul edilemez. Unutmayalım ki Almanya bir göçmen ülkesidir. On altı yıl boyunca iktidarda olan muhafazakârlar eldeki her türlü bilimsel veriler, çalışmalar, ispatlar gözönünde olmasına rağmen bunu hep reddettiler ve aksini söylediler. Buna uygun da siyaset yaptılar. Yakın zamana tekabül edilen kırılma yine göçmen oylar ve seçmenler sayesinde oldu. Almanya bugün öyle veya böyle artık bir göçmen ülkesi olduğunu biliyor, buna uygun politikalar üretmeye, hayata uygulamaya çalışıyor. Bu yeni paradigma değişikliğinde göçmenlerin önemli payı var.

Almanya’nın tutucu ve hatta gerici bir siyasi geçmişi var. kimse bunu inkâr edemez. Yüzlerce birbirinden farklı yeni projeler var. Hemen her meslekten insanlar, farklı milletlerden işgüç sahibi olanlar, devlet kurum ve kuruluşlarında çalışanlar var. bu işleyişin ve yeni uygulamaların gelecek yıllarda göçmen edebiyatının hak ettiği ilgiyi de beraberinde geitreceğine benim inancım tam. O türden görev sorumluluklarına da zamanı geldiğinde göçmen kökenlilerin getirileceği ortada.

Siyasi tarihin tutuculuğuyla böylesi olumsuz ve negatif uygulamaları açıklayabiliriz. Ne bu ülkeye, ne siyasete, ne de edebiyata bir yararı var böylesi engellemelerin ve ayrımcı davranışların. Yani ırkçılığın da, ayrımcılığın da varlığını maalesef inkâr edemeyiz. Zamanla ben böylesi beklentilerinizin yerli yerine oturacağına inanıyorum.

Göçmenlerin tabi bu konya yani bir etkinliğe, okuma akşamına, edebiyat toplantısına gösterdikleri ilgi de bu konuda önemli. Edebiyatın öneminin anlaşılmamış olması burada sözkonusu. Dışarıya kendisini kapatmışiz, elli yıl geçmiş hâlâ kendimizi tanıtmada eksik kalmışız, yetersiziz.

 

            − Partinizin sizi kullandığı, gerçek sorunlarla uğraştırmadığı gibi bir hisse kapılıyor musunuz? Bir de klasik Alman politika geleneğinden bir yansıma olan, neden göçmen bir politikacı hep göçmenleri ilgilendiren bir konudan sorumlu? Bunun siyasette bir daralmaya yol açabileceği konusuna ne diyorsunuz?

− Parti içi görevlendirilmeler ve sorumlulukların paylaşılması göçmen politikacıların kendi tercihi. Politikacıyı göçmenin kendisi seçiyor, göçmen kökenli seçmen daha çok böylesi adayları kendi beklentileri doğrultusunda kendisini ve haklarını temsil etsin diye seçiyor. Şahsen benim kişisel anlayışlarımla partimle ters düştüğüm fikirlerim, çatışmalı anlarımız olmuştur. Ama şunu unutmayalım ki seçimlerin sonucunda ortaya çıkan tablo genellikle o toplumun meclisteki yansımasıdır.

Göçmen kökenli seçmen sayısı oldukça fazla olmasına rağmen  seçilenlerin sayısı oldukça düşük. Toplumun geneliyle ilgili konularla da ilgilenseniz sizin seçmeniniz onu temsil etmenizi istiyor, sizi seçmesi, sizden beklentisi bu yönde. Siyasetçi bu anlamda içinden geldiği toplumsal yapıyı çok iyi tanımak zorunda.

Avantajımız bizler bu toplumu ve kendi içinden gelidğimiz toplumu çok iyi tanıyoruz. Yerli bir politikacının bazı konuları hayal dahi edemeyeceği, düşünemeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İsterseniz buna kültürel farklılık deyin, isterseniz o kültüre aşina olmamak deyin. Edebiyat bu konuda bence iyi bir örnek. Edebiyatın konuşulduğu ortamda benşm göçmen edebiyatı hakkında anlatacakalarım onlardan çok daha fazla olacaktır. Neden? Çünkü ben o yazarları tanıyorum, yapıtlarını biliyorum. Amaçlarından haberim var. Bir Alman yazardan farklı şeyler yazmıyorlarki, onlar da anlatıyorlar, yaratın yok etmeyin diyorlar. Ölümün değil sevginin propagandasını yapıyorlar.

Tekrar edecek olursak eğer her seçilen kendi seçmeninin temsilcisidir. Partilerin bizleri kullanması gibi bir şey sözkonusu olamaz. Seçildiğiniz toplumun sorunlarıyla ilgilenmek zorundasınız. Ama bu sadece dar anlamda onunla sınırlı kalmamalıdır. Medyaya yansımalar bazen siyasetçinin genel görüntüsünü daraltabiliyor.

            − Teşekkür ederim.

 

 

 

 


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER

Süleyman Deveci, Ali Rıza Şimşek ile edebiyat-siyaset üzerine konuştu

1Yazar Süleyman Deveci, SPD Hamburg eski Milletvekili Ali Rıza Şimşek ile bir söyleşi gerçekleştirdi.

ELBE EXPRESS/RÖPORTAJ

Edebiyat ve Siyasetçinin

            “Edebiyatı siyasilerle de konuşmalı” anlayışı bağlamında, gecen dönem Hamburg parlamentosunda milletvekilliği yapan SPD´den Bergedorflu siyasetçi Ali Rıza Şimşek ile yapılan söyleşi:

 

            − Göçmen bir politikacı olarak edebiyat denilince ilk aklınıza ne geliyor. Bir politikacı olarak edebiyattan ne anlıyorsunuz, okumayla, yazmayla, kısaca anlatı dünyasıyla aranız nasıl?

− Bir toplumun tarihi, kültürel geçmişi, sosyolojik yapısı aklıma geliyor. Yerleşik egemen işleyen düzenin dışında, bizler gibi sonradan gelip topluma katılanlarla çok yönlü ve boyutlu bir görüntü ortaya çıkıyor. O toplumda kendi kültürünü içinde bulunduğu camiaya yansıtmak için edebiyat ciddi bir rol oynuyor. Çok çeşitli ve kültürlü bir toplumda seçimlerde göçmen kökenli insanlar da seçiliyorlar. Bir toplumu tanımak için onun tarihi gelişim süreçleri içerisinde edebiyatına bakmak, bunu iyi tanımak gerekiyor. Edebiyat, siyaset, sosyolojik yapı ve kültürel yapı birbirlerinden bağımsız ele alınamaz, düşünülemezler.

Bu bağlamda edebiyat denilince benim aklıma ilk “Yaşar Kemal”, “İnce Memed”, “Sofi’nin Dünyası” geliyor. Anadolu da yaşamı tam çıplaklığı ile anlatan şiirler geliyor. Tarihi araştırma-inceleme yapıtları ve felsefi eserler geliyor. Edebiyat bence bir tarihi, bir yaşam felsefesini yaşamışcasina anlatıdir .

Her yazarın  anlatısı farklıdır. Edebiyatçılar kendilerini anlatarak ifade ediyorlar, yazıya aktararak. Almanya’da bugün “Aziz Nesin”i, “Fakirt Baykurt”u okumayan yoktur. En azından adlarını bilirler. Akıcı ve sürükleyici bir dil, yazılanları okutabilen bir üslup ayrı bir zenginliktir. Edebi zenginlik o toplumun  kültürel zenginliğinin bir yansımasıdır.

Bir topluma siyasi mesaj verebilmek için, anlatı diliyle de olsa o toplumu çok iyi tanımak gerekir. Aksi tutum sağlıklı edebiyata da, siyasete de izin vermez.

 

            − Göçmenlerin edebiyatla olan veya olmayan ilişkisini siz nasıl gözlemliyor, nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu konuda herhangi bir çalışmanız var mı?

− Malesef yozlaşmış bir edebikültür anlayışı mevcut.

İlk gelen nesil kendi geldiği coğrafyanın edebiyatını, edebi tarihini, kültürel zenginliğini tanıyamamış, edebiyatın hüzün, gülmece, hiciv, dram gibi sayısız yansımalarından ve türevlerinden habersiz bir kuşaktı. Kültürel donanımı, dünyaya bakış açısı ve siyasi bilinci ile ufku dar bir kuşaktı. Zamanla yeni nesillerle bu tıkanıklık aşıldı. Göçmenler kendi geçmişlerini, kültürel miraslarını bilmedikleri zaman asimile olmaya daha elverişli olur ve uyumla ilgili de çok ciddi sayısız sorun başgösterir. Yoz bir anlayış genele egemen.

Göçmen kökenli yazarlara bu konuda ayrı bir sorumluluk ve ödev düşüyor. O sahip oldukları birikimi vermek, artlarından gelenlere aktarmak gibi ayrı bir sorumlulukları var. Siyasiler olarak bu konularda tabiki edebiyatçılarımıza destek vermek zorundayız.

Göçmen edebiyatının önemi Almanya’nın göçmen ülkesi olduğu gözönünde bulundurulduğunda ayrıcalıklı bir yere sahiptir. Siyasetin buna her türlü desteği, imkanı sunması gerekir. Çünkü bu destekler aynı zamanda çok kültürlülüğe de ister istemez hizmet etmektedir. Yapılacak yardımlarda o yüzden çok yönlü olmak zorunda.

Edebiyat ile siyaset arasındaki bağdan ne anlıyorsunuz? İki düşman kardeşler mi, yoksa ayrılmaz bir ikili olarak mı değerlendiriyorsunuz? Edebiyatçının siyasiyi, siyasinin edebiyatçıyı küçümseme olayına nasıl bakıyorsunuz?

 

−Siyasetin halkla birleşmesini sanat yolu ile sağlamak kuşkusuz daha basit olur. Bu bağlamda edebiyat da siyaset gibi toplumsal yaşamın bir parçasıdır.

Bu ikilinin özleşmediği yerde sorunlar başlar.

Elli yıldan fazladır politikacıların yapamadıklarını çevrilmiş 100 tane roman veya öykünün yaptığını biliyor muydunuz? Bunu neye yorumluyorsunuz?

–          Yukarıdaki saptandılar aynen bu soruyu tasdikliyor, toplumun yaşam tarzını, isteğini ve Kültür’ünü anlamadan yapılan kanunlar bir işe yaramaz ve birliktelik duygularını zedeler.

Sanatçılar ayni zamanda halkların siyasi dilidir, koludur!

 

Edebiyatı gerçekten seven birinin insanlara zarar verebileceğine inanıyor musunuz? Neden?

−Toplumun örnek insanları, sanatçıları hayatlarını sanata ve topluma adayan insanlardır, yazılarını Yürekleri birleştirirlerse o topluma mal olurlar yoksa yok olurlar. Dolayısı ile topluma zarar vermeleri düşünülemez.

 

Gençlerle ilgili çalışmalarınızda edebiyata ağırlık vermeyi düşünüyor musunuz? Bu konuda herhangi bir planınız veya programınız var mı?

−Şu an yeni oluşumlar ile partimizde yeni görevler aldık mutlaka değerli edebiyatçılarımızda bu konu ile de etkinlikler yapacağız.

 

            − Neden Hamburglu yazarlar edebiyatla ilgili kurum ve kuruluşlarda, ki bunların çoğu onların da verdiği vergiler sayesinde işliyor, Türkçe veya kendi ana dilleirnde etkinlik yapamıyorlar? Kültür politikalarının bununla bir ilgisi var mı? Yoksa oradaki görevlinin keyfine kalan bir uygulama mı bu yöntem, red ve hayır tavrı?

− Başka bir dil kullanılıyor diye reddedilmek kesinlikle kabul edilemez. Unutmayalım ki Almanya bir göçmen ülkesidir. On altı yıl boyunca iktidarda olan muhafazakârlar eldeki her türlü bilimsel veriler, çalışmalar, ispatlar gözönünde olmasına rağmen bunu hep reddettiler ve aksini söylediler. Buna uygun da siyaset yaptılar. Yakın zamana tekabül edilen kırılma yine göçmen oylar ve seçmenler sayesinde oldu. Almanya bugün öyle veya böyle artık bir göçmen ülkesi olduğunu biliyor, buna uygun politikalar üretmeye, hayata uygulamaya çalışıyor. Bu yeni paradigma değişikliğinde göçmenlerin önemli payı var.

Almanya’nın tutucu ve hatta gerici bir siyasi geçmişi var. kimse bunu inkâr edemez. Yüzlerce birbirinden farklı yeni projeler var. Hemen her meslekten insanlar, farklı milletlerden işgüç sahibi olanlar, devlet kurum ve kuruluşlarında çalışanlar var. bu işleyişin ve yeni uygulamaların gelecek yıllarda göçmen edebiyatının hak ettiği ilgiyi de beraberinde geitreceğine benim inancım tam. O türden görev sorumluluklarına da zamanı geldiğinde göçmen kökenlilerin getirileceği ortada.

Siyasi tarihin tutuculuğuyla böylesi olumsuz ve negatif uygulamaları açıklayabiliriz. Ne bu ülkeye, ne siyasete, ne de edebiyata bir yararı var böylesi engellemelerin ve ayrımcı davranışların. Yani ırkçılığın da, ayrımcılığın da varlığını maalesef inkâr edemeyiz. Zamanla ben böylesi beklentilerinizin yerli yerine oturacağına inanıyorum.

Göçmenlerin tabi bu konya yani bir etkinliğe, okuma akşamına, edebiyat toplantısına gösterdikleri ilgi de bu konuda önemli. Edebiyatın öneminin anlaşılmamış olması burada sözkonusu. Dışarıya kendisini kapatmışiz, elli yıl geçmiş hâlâ kendimizi tanıtmada eksik kalmışız, yetersiziz.

 

            − Partinizin sizi kullandığı, gerçek sorunlarla uğraştırmadığı gibi bir hisse kapılıyor musunuz? Bir de klasik Alman politika geleneğinden bir yansıma olan, neden göçmen bir politikacı hep göçmenleri ilgilendiren bir konudan sorumlu? Bunun siyasette bir daralmaya yol açabileceği konusuna ne diyorsunuz?

− Parti içi görevlendirilmeler ve sorumlulukların paylaşılması göçmen politikacıların kendi tercihi. Politikacıyı göçmenin kendisi seçiyor, göçmen kökenli seçmen daha çok böylesi adayları kendi beklentileri doğrultusunda kendisini ve haklarını temsil etsin diye seçiyor. Şahsen benim kişisel anlayışlarımla partimle ters düştüğüm fikirlerim, çatışmalı anlarımız olmuştur. Ama şunu unutmayalım ki seçimlerin sonucunda ortaya çıkan tablo genellikle o toplumun meclisteki yansımasıdır.

Göçmen kökenli seçmen sayısı oldukça fazla olmasına rağmen  seçilenlerin sayısı oldukça düşük. Toplumun geneliyle ilgili konularla da ilgilenseniz sizin seçmeniniz onu temsil etmenizi istiyor, sizi seçmesi, sizden beklentisi bu yönde. Siyasetçi bu anlamda içinden geldiği toplumsal yapıyı çok iyi tanımak zorunda.

Avantajımız bizler bu toplumu ve kendi içinden gelidğimiz toplumu çok iyi tanıyoruz. Yerli bir politikacının bazı konuları hayal dahi edemeyeceği, düşünemeyeceğini rahatlıkla söyleyebiliriz. İsterseniz buna kültürel farklılık deyin, isterseniz o kültüre aşina olmamak deyin. Edebiyat bu konuda bence iyi bir örnek. Edebiyatın konuşulduğu ortamda benşm göçmen edebiyatı hakkında anlatacakalarım onlardan çok daha fazla olacaktır. Neden? Çünkü ben o yazarları tanıyorum, yapıtlarını biliyorum. Amaçlarından haberim var. Bir Alman yazardan farklı şeyler yazmıyorlarki, onlar da anlatıyorlar, yaratın yok etmeyin diyorlar. Ölümün değil sevginin propagandasını yapıyorlar.

Tekrar edecek olursak eğer her seçilen kendi seçmeninin temsilcisidir. Partilerin bizleri kullanması gibi bir şey sözkonusu olamaz. Seçildiğiniz toplumun sorunlarıyla ilgilenmek zorundasınız. Ama bu sadece dar anlamda onunla sınırlı kalmamalıdır. Medyaya yansımalar bazen siyasetçinin genel görüntüsünü daraltabiliyor.

            − Teşekkür ederim.

 

 

 

 


İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER