Ne kadar sevimsiz olsa da hiç kimsenin dışında kalamayacağı bir konu.
Eninde sonunda herkesin fiziksel varlığından geriye kalan her ne ise mezar adı verilen bir çukura konulacak.
Yaşamı sona eren kişinin ille de bir mezarı olmalı mı?
Yakılmasını, küllerinin de yaşarken sevdiği bir yere savrulmasını isteyenler az değil.
Onlara gıpta ettiğimi gizleyemem. Bizde bu konuda bir uygulama bildiğim kadarıyla henüz yok.
Oysa olmalıdır.
Bundan başka, tıpkı resmi nikâh gibi, dinsel olmayan defin törenleri de olmalıdır.
Yaşarken herhangi bir dinsel inancı olmayan kişinin, ölümünde dinsel törenle uğurlanmasından daha ikiyüzlü bir şey olamaz.
Ölümde bile yalanın objesi oluyoruz.
İnanan kişinin inancına uygun bir törenle son yolculuğuna uğurlanmasından herhangi bir nedenle yoksun kalması ne kadar hüzün verici bir haksızlıksa, inanmayanın herhangi bir inancın ritüeliyle uğurlanması da aynı ölçüde hüzün verici bir haksızlık, ondan da kötüsü ikiyüzlülüktür. Ölümde bile kurtulamadığımız bir yalan ve ikiyüzlülük.
***
Ölüm sonrasında başlıca uğurlama yöntemi toprağa verilme olduğuna göre mezar ve mezarlıkların yaşamlarımızda ister istemez önemli bir yeri var.
Çocukluk çağlarımızda büyükanne, büyükbaba, daha sonra anne, baba mezarları yaşamlarımızdaki yerlerini alıyor.
Annemin ve babamın mezarları Karacaahmet’te… Ziyaretlerimin giderek seyrekleştiğini itiraf etmeliyim. Bir şiirimde söylediğim gibi “güç geliyor/ aldanıp bir an/boşluğa dokunmak..” Yine de, her gidişimde yolumu mutlaka kaybetsem de, o mezarlar kalbimdeki yerlerinde, yerli yerindeler… Benim sıram gelinceye kadar da hep öyle kalacaklar.
***
Mezarlarda ve mezarlıklarda sadeliği seviyorum. Örneğin bizim Nâzım’ın mezarının da bulunduğu ünlü Novodeviçye Mezarlığı’nda en çok etkilendiğim, Anton Çehov’un bir genç kız mezarı gibi temiz, gösterişsiz, bir kır çiçeği sadeliğindeki mezarı olmuştur. Tıpkı yaşarkenki kendisi gibi… Ulusların simgesi olan anıtkabirlere, panteonlara diyeceğim olamaz. Fakat taş yığınlarından ibaret kibirli aile mezarlarını acınası buluyorum. Bunlarla ölüme meydan okunacağı, ölümün alt edileceği sanılıyorsa, pek zavallı bir düşünce. Tam tersine, insan alçakgönüllü olduğu ölçüde doğayla bütünleşiyor, ölecek olmak duygusu giderek doğallaşıyor, ürkütücülüğünü yitiriyor…
***
Din görevlileri, kendileri de sıradan ölümlüler oldukları halde, sanki insanüstü güçleri varmışçasına, insandaki ölüm korkusunu sömüre gelmişlerdir. Herhangi bir dinsel inanışın doğuşundan bir zaman sonra ortaya çıkan bu gibi türedilere, din tüccarı, din bezirgânı demek daha doğru olur. Günümüz Türkiye’sinde kimi siyasetçilerin de bu bezirgânlar arasına katıldığını görüyoruz. Kendilerinde insanların nerede, nasıl gömüleceklerine karar verme hakkını görüyorlar. Din görevlisi bezirgânların dinsel tören yapmama tehdidine, şimdi bunların mezarlık belirleme tehdidi ekleniyor. Bunun bir adım ötesi katli vaciptir, linç edile, derisi yüzüle, leşi itlere atıla fetvaları ve buyruklarıdır.
***
Bir zamanlar bu ülkede bir komutan, ülkesine saldırıp buradaki savaşta can veren düşman askerlerinin annelerine seslenerek, “İçiniz rahat olsun, çocuklarınız burada bizim çocuklarımızla koyun koyuna yatacaklardır” anlamında, ruh asaletinin yüceliklerinde sözler söylemişti. Bugün akbaba ruhlu birileri, ölüleri cezalandıracak kadar alçalıyor. Havacılık terimleriyle söyleyecek olursak, böylesine bir alçalma yükseklik kaybı değil, yere çakılma, bir başka deyişle de insan olma erdemini bütünüyle yitirmiş olmaktır.