Türkçe „Uyum“ sözcüğü bir kavram olarak „entegrasyon, katılım, bütünleşme“ kavramlarının içeriklerini kapsayacak anlamında kullanıldığında „asimilasyon, dışlama, eklemleme“ kavramlarının karşıtı olur. Bu kavram açıklamasından çıkarak denebilir ki, uyum iki ayrı yapının karşılıklı etkileşimi temelinde bir süreçtir. Karşılıklı etkileşimin çok boyutlu karmaşık ortamda en az sorunlu gerçekleşmesi özgürlük ikliminde eşitlik ilkesini gerekli kılar. Özgürlük ve eşitlik savaşımı toplumların uzun tarihsel gelişmelerinin ilkelerine dönüşürken çoğulcu -dayanışmacı- katılımcı içeriğiyle yetkinleşerek çağdaş demokrasiyi oluşturmuştur. Demokrasi bu bağlamda durağan değil devingendir. Toplumların/ulusların yönetiminde hem sürekli geliştirilen araç ve hem de ulaşılmasına çalışılan amaçtır demokrasi süreci. Bu sürecin öznesi de nesnesi de örgütlü toplumun bilinçli insanıdır.
Uyum zorla sağlanamaz, uyum çok boyutlu karşılıklı ilişkilerin gönüllülük temelinde, toplumsal/ulusal/kültürel süreçlerin sağlıklı yönlerinin birlikte gelişmesi, güçlünün belirlediği zayıfın yok edildiği değil, tersine yeni bir yapılanmanın oluşmasıdır. Bu anlamda uyum bir nicel değişime uğrama değil, nitel bir gelişimdir. Biçimsel olarak yanyana birlitelik değil, özde birbirini besleyen daha yetkin bütünselliktir. Bunların gerçekleşmesi, güvenlikli ortamda özgür, eşit, dayanışmacı, çoğulcu ve katılımcı demokrasinin çağdaş geliştiği toplumsal/ ulusal düzenlerde olasıdır.
Yukarıda irdelenen uyum yetkin kuramsal bir betimlemedir. Somut uygulamada bu nitelikleri ve özellikleri kazanırken mutlaka değişik sapmalar, kaymalar, farklılıklar olacaktır. Ancak uyumun gereği ilkesel temelde bu kuramsal yetkinliğe yönelmek ve ona ulaşma eylemselliğidir.
Şimdi uyum sürecinin gerçekleştiği coğrafyayı, tüm toplumsal/kültürel boyutlarını kapsayan sınırları içinde somutlayarak, Türkiye ve Almanya olarak kısaca irdeleyelim: Türkiye’de ve Almanya’da demokrasinin durumu nedir, hukuksal kural ve kurumlar nelerdir, nasıl işlerler, devletler bunu nasıl kurumsallaştırabilir ve bireyler nasıl içselleştirebilir? Bu soruların yanıtları çok uzun ve karmaşık olmakla birlikte birkaç tümceyle özetlenebilir.
İnsanlar toplumsal yaşayan canlılar olarak bir yerleşim yerine, yurda gereksinim duyarlar. Bu yurtla özdeşleşebileceği bir yurttaşlık bağı ve bilinci hem duygusal hem de hukuksal olarak gerçekleşmelidir. Hukuksal yön bir teknik önkoşuldur, ancak kültürel duygusal özdeşleşmeyle bütünleşirse anlam kazanır. Yurttaşlık uzun bir sürede gelişir, bu nedenle hem var olandan kopmak ve hem de yeniyi edinmek kolay gerçekleşmez.
Gelinen ülke Türkiye’nin demokratik yapısı, durumu önemli sorunlarla karşı karşıyadır. Yaklaşık yüz yıllık demokratikleşme süreci kuralların içselleştirilememesi, kurumlarının yetersiz ya da iyi işletilememesinden ötürü, kişi özgürlüğü, insan hakları evrensel hukuk nornlarına ulaşamamıştır. Vesayetci anlayış ve uygulama şu veya bu biçimde hep var olmuştur. Demokratik rejimlerin olmazsa olmazı, güçler ayrım ve hukuk devleti hep sorunlu işlemiştir, biçimsel kalmıştır. Demokrasi özümlenemediği için, özgürlük ve eşitlik bilinci yeterli düzeyde gelişmemiştir. Verilenle yetinen kaderci yaşam biçimi eğemendir toplumun geniş kesimlerinde. Özgürlük ve eşitlik için bilinçli savaşım yeterli yoğunlukta yaşanmamıştır. Cahillik, yoksulluk, dinsellik ortamında, geniş toplumsal kesimlerin insanları akılcı bilimsel düşünme ve etkin olma yollarını, yöntemlerini oluşturup demokrasiyi bir yaşam biçimine dönüştürememiştir. Ne politik erki ne de kendi yaşamını özgürce belirleme olanağına ulaşamamıştır. Çok yönlü ama çoğulcu olmayan bir gelişmenin/ ya da gelişmemenin içinde günü kurtarmakla uğraşmaktadır.
Almanya’da görece iyi işleyen güçler ayrımı ve hukuk devleti söz konusu göçmenler olunca gerekli çözümü üretmekte sorunlarla karşılaşmakta, ya geç tanınan yurttaşlık hakkı, ya da sürekli „uyumsuz-asimilasyon, dışlama“ biçimindeki zorlamalar, değil uyum sağlamayı, yaşam güvencesini bile riskli duruma (yalnız 2016 yılında bilinen 1000’e yakın ırkçı saldırı) sokmaktadır. Toplumun belirli bölümünün Pegidalaşması ve geniş kesimlerinin sanal, medyal manipülasyonla korku algısı bombardımanına tutulması, toplumsal barışı bozarak, yabancı- göçmen kökenli insanların huzursuz edilmesi giderek ivme kazanmaktadır. Yurttaşlık duygusu özellikle „çifte yurttaşlık“ hakkının kaldırılma dayatmalarıyla zaten eğreti duran bu duyguyu iyiden iyiye örselenmekte eritmektedir. Bu durumda, yaşam güvencesi zayıf, hukuksal/yasal hakların tam olmadığı ortamlarda sağlıklı bir uyumun gerçekleşmesini beklemek akla ve bilime terstir.
Almanya’da ve Türkiye’de, dün karşılıklı övgüler düzen erkteki politik kesimler, bugün yergiler sıralayarak hangi uyumu bekliyorlar bu insanlardan. Ya dün yaptıkları yanlış ya da bugünkü yaptıkları. (Her ikisinin de doğru olamayabileceği olasılığı var.)
Toplumsal eşitlik, hukuksal çerçeve içinde özgür yurttaşların ekonomik, kültürel boyuttaki göreceli eşitliğiyle de doğru orantılı gelişir. Bu alanlarda eşitlik duyguları, ülkenin enginliklerinde katkı ve pay hakları olan insanların, buna ulaşabilme olanaklarının sağlanması onları mutlu kılacak bütünlaşmeyi sağlayacaktır.
Bu altyapılar temelinde insanların bir birey bir yurttaş olarak kendi yaşamlarını belirleme ve gerçekleştirme özgürlüğüne sahip olmaları onların yetki ve sorumluk dengelerini kurarak kişisel ve toplumsal mutluklarını artırarak uyumlarını sağlayacaktır.
Özgür bağımsız düşünmenin engeli Türkiye’ de yoksulluk-cahillik, medya, Almanya’da ise tüketim-eğitimlilik-medyadır. Son dönemde yaşanan olaylara verilen ya da verilmeyen tepkiler bunun kanıtıdır.
Bu kısa irdeleme gösteriyor ki, uyum eğer asimilasyon değilse ancak demokrasinin kurum ve kurallarıyla işlediği ülkelerde, toplumlarda gerçekleşebilir. Demokrasinin olmadığı yerde uyum olmaz.
Kısa makale ile iki toplum ve arada kalan insanların sorunları çok iyi anlatılmış.Gerçekçi vebilimsel tabiki evrensel ölçekte değerli bir yazı.Kutluyorum…
Sorunlar iyi anlatılmış elbette çözüm önerileride.