Ressam Bedri Baykam, son dönemde Türkiye’de yaşanan duruma ilişkin çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
ELBE EXPRESS/KONUK YAZAR
Foto: Bedri Baykam-Facebook
BEDRİ BAYKAM: DEHŞETİN PORNOGRAFİSİNE DUYULAN AÇLIK
36 SAATLİĞİNE MUTLU OLAN TÜRKİYEM!
Reina teröristi yakalandı da, ilginç bir şekilde 36 saatliğine ülkede sahte bir birlik havası oluştu. Hani işte iyiler kötüyü yakaladı, dramın sonunda hak eden cezasını buldu, herkes sevindi. Televizyonlar üst üste o baskının yapıldığı odaya, siteye, Esenyurt’a yöneldi, komşularla konuşuldu, o sitede güvenlik kamerası olmayışı ayıplandı, bunu dinlerken milyonlarca izleyici içlerinden “keşke o terör hanesinin içinde de izleyebileceğimiz akar görüntüler, değişik açılardan videolar olsa” diye geçirdiler. Daha ileri gidenler “baskın anının videosunu izlesek ne keyif olurdu” diye içlerinden geçirdiler. Sonuçta 21. yüzyıl dijital görüntü deryasının ortasında mahkum oldukları ortamda hayata devam etmeye mecburdular… Bu kaotik, gizli, ortaçağ döneminde takılmış beyinlerinin aslında Reina baskın sahnesini güvenlik kameralarından izlemeye can attığını kendilerine itiraf etmeyi denediler; bir kısmı da bunu başarabildi. Bazıları belki rüyalarında gördüler o sahneleri. Dehşet kaçınılmaz şekilde etrafı sarmışsa, bu çağ onun “pornografik” bir netlik ve yakınlıkta hayatımıza girdiği günlerin ta kendisi… Elimizde kalitesiz görüntüleri dolaşan Kennedy cinayeti filmlerini saymazsak, 11 Eylül gibi büyük bir dorukla moda haline gelen bu dehşet pornosu merakı, en gündelik halinde sokak trafik kazalarının sürekli haberlere aktarılmasıyla sürüyor. Ama futbol tartışmaları gibi kritik anın 10 açıdan analiz edildiği felaketler en makbulleri. İster Tayland tsunamileri, ister Mersin selleri, ister Norveç’te dehşet adasında makineli tüfekli katliamlar… Fark etmez! Yeter ki iki insanın öpüşmesinin mahsurlu sayıldığı şu günlerde ölüm, kan ve dehşetle karşı karşıya kalalım! Bizler yarattık bu felaket açlığını…
KILIÇDAROĞLU-BAHÇELİ GÖRÜŞMESİNİN HAYALİ “BANT” DÖKÜMÜ (!)
Bugün o yapay iyimser hava ve birlik yanılsaması, kahpe bir sis gibi dağıldı. Ana muhalefet partisi ve sahte muhalefet partisinin görüşmesi, ne yazık ki hüsranla sonuçlandı. 45 saniyeye sığdırılan nezaket açıklamalarına bile gerek yoktu. Bahçeli artık kimliğini açık etti. Kendisi hakkında her fırsatta hala bir nebze ümit besleyenleri darmaduman edip, boş gözlerle evine yollamaya alıştı. Kılıçdaroğlu, Bahçeli ile “Bu yolu da denemiş olalım bari” mantığıyla konuşmaya karar verdi. Bahçeli de tam tersine, “Ne söyleyecekse söylesin, nasıl olsa biz ne düşündüğümüzü biliyoruz, görüşümüz değişmez!” önyargısıyla bu randevuyu kabul etti. İçeride neler konuşulduğunu gerçekten çok merak ediyor musunuz? “Kahve mi, çay mı? Şeker alır mısınız? Çok teşekkür ederiz, böyle önemli bir konuyu konuşmak için bir araya gelmiş olmak çok güzel bir duygu, evet… havalar da çok soğuk gidiyor bu yıl! Kemal Bey biliyorsunuz terör bizi her tarafımızdan kuşatmış durumda. Biz MHP olarak ‘önce millet’ diyerek bölünmeye karşı ciddi bir duruş sergilemeliyiz. Hani nasıl siz ‘konu vatansa gerisi teferruattır’ diyorsunuz, esas bizim için o görüş aynen geçerli. Biz önceliğimizi belirleyip büyük Türkiye’nin çıkarlarını ve kendimizinkileri düşünüp geçmişte sarf ettiğimiz her sözün üstüne sünger çekip unuttuk. Bakın siyasette ben Tayyip Bey’le çok karşı karşıya geldim; ama siyasette ebedi düşmanlık yoktur, diyalog vardır. Ne der siyasi atalarımız? Dün dündür, bugün bugündür, pragmatik olmak lazım! Siyaset, ihtiyaçlar ve boşlukların doldurulması üzerine kurulmuştur.”
Peki, Kemal Bey ne demiştir bu sözlere? “Devlet Bey devletimiz elden gidiyor, demokrasimiz insan haklarımız ifade özgürlüğümüz parlamentomuz, rejimimiz, her biri elimizden kayıp gidiyor. Yazık değil mi? Geçmişte neler söylemişsiniz parlamenter rejimi korumak için, bakın hızlarını alamadılar, şimdi halifelikten söz ediyor dilini tutamayan yandaşları, sakın buna da sonra ‘bilmiyorduk, biz öyle anlamamıştık’ demeyin olur mu?” Yanıt şöyle olabilir: “Kemal Bey, bunlar FETÖCÜ uydurmaları, hiç öyle şey olur mu? Hiç MHP buna geçit verir mi?”(!)
MHP’NİN “GÜVEN” KAVRAMIYLA İLİŞKİSİ!
Vermeeeez, vermez! Zaten MHP dediğiniz parti, her sözünün arkasında değil midir? Biz bu sütunlarda birazını aktarabilmiştik; AKP ve RTE hakkında neler düşündüklerinin… Şimdilerde atık herhalde “AK Parti” demeye dillerini alıştırmak için ayna önünde çalışmalar yapıyorlardır. Reflekslerini değiştirmeleri epey zaman alabilir. Çünkü Bahçeli’nin ses tellerini yırtarcasına çıkardığı o sesler, kulaklarımda çınlıyor: “AKP ile PKK’yı kuytu köşelerde görüşürken yakalarsak, onlara bu iktidarı dar ederiz”, ya da “AKP lale ve sülale devrini yaşıyor” gibisinden sayısız iddialı ve nüktedan nutukları var. Tabii ilginçtir, hiçbir muhalefet partisi başkanının ağzına pek alamadığı üslupla AKP’ye bindiren Bahçeli’nin sicili, artık ezbere bilinen şekilde AKP’ye stepnelik görevi üstlendiği bitmez tükenmez dökümlerle dolup taşıyor. Herhalde Devlet Bey, bu U ve W dönüşlerini, virajlarını çözebilen bir kadına rastlamadığından hiç evlenmemiş… Bakalım Kemal Bey onun ruh halini ve ne demek istediğini, kendi durumunu nasıl dış dünyaya aktardığını gerekçeli şekilde algılayabilecek mi?”.
Türkiye’de kafası karışık insan çok! Bakın AKP bile Atatürk-İnönü dönemi hakkında malum gidişat dışında zig-zaglarla ilginç danslar yapıyorlar. Örneğin Lozan hakkında, orada “bırakıldığı” iddia edilen adalar konusunu veya Musul’u ileri sürüp bir gün İnönü’yü yaylım ateşine tutuyorlar, bir başka gün konu Avrupa ile ilişkiler olduğunda aniden yeni bir W-M-U dönüş yapılıp İnönü üzerinden Lozan’a ve sonuçlarına sahip çıkıyorlar… Aslında İnönü’nün çektiği sırf AKP’den mi? Konuşturmayın beni şimdi kendi partisinin içinden onu anlayamayanların dökümünü yaptırmayın, sırası değil…
İSMET İNÖNÜ’YÜ FERİŞTAHINIZ SİLEMEZ O TARİHTEN!
Gülsün Bilgehan hatırlatmakta çok haklı. Bu ülkede Atatürk’e saldıramayanlar, İnönü’yü hedef alıyorlar. İnönü’yü çocukken çok yakından tanımış olmanın gururu ve keyfi bir yana, onun hayatının tüm anekdot detaylarını, birinci elden, yıllarca sağ kolu olan babam Dr. Suphi Baykam’dan defalarca dinlemiş bir insan olarak, bu bahtsızlara gülüyorum. Tarihe yalan söyleyerek, küçücük çocukların beynini formatlamaya çalışarak, yaşanmışlıkları gizleyerek veya çarpıtarak nereye kadar gider bu zavallılar, bilemiyorum. İnönü’yü tarihten çıkarmanın traji-komik abartısını bir AKP’liye şöyle anlatmayı deneyelim: 2070-2080 yılındaki tarih kitaplarında, birileri kalkıp, Erdoğan diye biri hiç yaşamamış ve ülkeyi yönetmemiş gibi kitaplar çıkarsa, bu onlara ne kadar zavallıca gelirse, işte Kurtuluş Savaşı kahramanlarından İnönü’nün çıkarılması onun bir 10 misli zavallıca!
İnsanlar, tüm yaptıklarıyla, tarihin kara defterlerine kalırlar. İyi işlerle de ve ne yazık ki maalesef… kötü işlerle de! Tarih ülkeyi kurtaran, bütünleştiren, sıfırdan kuranları nasıl hatırlıyorsa, ülkeyi ayrıştıran, insanları umutsuzluğa ve çelişkilere götürenleri, kendisine tahrifat yapmaya kalkışanları, bu toprakları korumayı başararak bize emanet edenlere karşı nankörlüğün en büyüğünü yapanları da unutmaz. Tarihi bu şekilde küçük hesaplarla dolandırmak mümkün değildir. Artık bu dediklerim, iyi haber mi, yoksa kötü haber mi, bizi okuyanlar karar versin.
İnönü’yü YOK saymaya çalışan zavallıların, kim bilir bu yeni müfredatta 27 Mayıs Devrimi’ni veya 68 Kuşağı’nı nasıl anlatmaya kalkıştıklarını cidden merak ediyorum.
CHP DEMOKRATİK SEFERBERLİĞE HAZIR MI?
İnönü’yü toptan silme kararı alanlar, Atatürk’ün de anne ve baba adını, doğum yerini, Anıtkabir’i lütfedip bırakmışlar. Atatürkçülük, neredeyse her dersten çıkarılmış… İşte tam bugünlerde AKP zihniyetinin baş temsilcilerinden Abdurrahman Dilipak, baklayı ağzından çıkarıp, ballandıra ballandıra anlattı, birinin yaklaşmakta olan halifeliğini… Bunu sağlayabilmek için de AKP’li milletvekili İsmail Aydın ağzından genel kurulda kaçırdığı gibi, tabii ilk dört maddeye “dokandırmak gerekecek”. Tabii bu sözler gaflete ömür üstünden yenik düşmüş bizim kuşakların çoğunun gözünü açamaz, ne yazık ki, AMA EN AZINDAN bizim arka bahçemizde bulunan bir avuç ödünsüz Kemalist’in gündemini belirlemelidir bu “itiraf”!!
Bu milletvekilinin gafını Başbakan yalanladı da… Dilipak’ın “halife müjdesi” hakkında “bunlar palavradır” diyen çıkmadı! Şayet MHP kanadından bir süre sonra “kandırıldıııkkkk” diye çığlık atmak isteyen olacaksa, Kılıçdaroğlu’nun yaptığını umduğum ikazları bizler de sayısız kere tekrarlayalım!!…
İkinci tur oylamaların, kendini lağvederek dekoratif bir evrak taşıma merkezine geçiş yapmaya çalışan (!) TBMM’de, bugün başladığını düşünürsek, CHP’lilerin genel kurul salonunda verdikleri büyük mücadelenin de devam ettiğinden bir şüphemiz yok. Ancak bu tepkiler şimdilik yetmediğinden, dört nala gidiyoruz Başkanlık krizinin merkezine!
Kusura bakmayın ama azıcık ucundan düşünen biri, Erdoğan’ın “Başkanlık da başkanlık” diye tutturmasının arkasında başka daha derin durumlar olduğunu çıkartırdı. Zaten Erdoğan ülkeyi fiili olarak Başkanlıkla yönetmiyor muydu? Bu başkanlık merakının kökünde gerçekten bir imamın Halifelik tutkusu olmalı! Yoksa bu kadar zahmete ve gürültüye değer miydi sizce? Sizce neden AKP kanadından Dilipak’ı yalanlayan olmadı dersiniz?
kemal bey partiyi bitirdi, sizler halen görmemezlikten geliyorsunuz