Devlet yöneticileri kin ve nefret dili kullanamazlar. Kullandıkları zaman, devleti yönetme vasfını yitirirler.
Devleti yönetenler muhaliflerini tehtit ediyorlar ve bu tehtitlerinde de, devlet gücünü kullanıyorlarsa, bu çok tehlikeli ve vahim bir durumdur.
Devletin iç güvenliğinden sorumlu bir bakan, kendisini tarafsız olmadığı için eleştiren bir Millet Vekili veya sıradan vatandaşa „dikkatli ol yakalanma“ diyorsa, o bakanın tarafsız olduğunu söylemek mümkünmü; değil.
Hele hele bu tartışmadan kısa süre sonra, o Millet Vekili sokak ortasında dövülüyorsa, bu ülkede vatandaşın can güvenliği olduğunu söylemek mümkünmü; değil.
Şunun bilinmesi gerekir ki, hiçbir medeni, hukukun üstünlüğü olan ve demokrasinin oturmuş olduğu bir ülkede bir bakan ne Millet Vekili ve nede vatandaşına bu dili kullanamaz. Kullanırsa ne olur, koltuğu bırakır ve defolur gider.
Dün, Adli Yıl açılışı Erdoğan`ın Malikhanesi Kongre Salonu`nda yapıldı. Adli Yıl açılış konuşmansında Erdoğan avukatları ve İstanbul Barosu`nu eleştirdi. Eleştiri konusu ise, adil yargılanma isteyen ve açlık grevi sonunda ölen bir avukatın resminin, İstanbul Barosu binasına asılmış olması. Erdoğan diyor ki, gerekirse avukatlık meslek kanununda değişiklik yaparak, bu gibi avukatları meslekten men ederiz. İşte bu, demek istiyor ki, benim gibi düşünmüyorsan, senin işini bitirir ve mesleğini elinden alırım. Erdoğan`ın dediği gerçek olurmu, vallahi de billahi de olur.
Süleyman Soylu denen bakan, geçiyor mikrofonun başına, ağzına ne gelirse verip veriştiriyor. İstanbul barosu yönetimine yazzıklar olsun gibi sözler söylüyor. Neden, çünkü devletin bütün gücü elinde. İnanın yarin o koltuğu bıraksın, süt dökmüş kedi gibi olur. Soylu`yu konuşturan kendisinin cesareti değil, bulunduğu makamın gücü.
Türkiye bir güçlüler devleti oldu. İddia ediyorum ki, devletin bütün gücünü elinde bulunduran tek adam ve Soylu gibiler, bu gücü kayıp etmeyi göze alamazlar. Yani, demek istiyorum ki, yapılacak seçim demokratik ve eşit ortamda yapılmayacağı için, tek adam gerekirse zor kullanarak seçimi kazandığını, meşur sözü ile „Atı alan Üsküdar`ı geçti“ diyecektir. Aynı durum Beyaz Rusya`da olmadımı, oldu.
Muhallefet seçime hangi koşullarda gideceğinin analizini iyi yapmak zorundadır. Olabilecek bir seçimde, hangi aday veya adaylarla katılırlarsa, Erdoğan` ı büyük bir oy patlamasıyla hezimete uğratırlar; bunun hesabını iyi yapmak zorundalar. Bunun için, geniş bir demokrasi platformunda birleşmek zorundalar. Eğer muhallefet partiları ve STK kısir tartışmalar ve ön yargılar ile zaman kayıp ederlerse, seçimde başarılı olmaları mümkün değildir.
Yapılması düşünülen seçimi kayıp edecek Erdoğan, seçim sonuçlarını kabul edecekmi, bence etmiyecektir. Bunu İstanbul seçiminde gördük. Erdoğan`ın seçim sonuçlarını kabul etmesi, ancak güçlü muhalefet ve büyük bir farkla kazanılırsa olur. Muhallefet şimdiden seçimlerin adil yapılmayacağını ve Erdoğan`ın devletin bütün gücünü kullanacağını halka anlatmalıdır.
Devlet gücünü kullanarak mualifleri sindirmek isteyenler, ancak anti demokratik ülkelerde olur. Şuan Türkiye anti demokratik bir ülke olduğu için, İç İşleri Bakanı bir Millet Vekilini tehtit ediyor ve kısa zaman sonrada sokak ortasında, o Millet Vekili dövülüyor.
Devlet gücünü elinde bulunduranların cesareti, karanlıkda mezarlık yanından geçerken yüksek sesle konuşanlar kadardır. Devlet terbiyesi almayanlara, devlet yönetme sorumluluğu verirsen, o sokak kabadayısı gibi davranır. Bu ise çok tehlikelidir, çünkü onun için yasalar değil, güç geçerlidir.
Demokratik Türkiye`yi yeniden inşa etmemiz için, hepimizin birlikte elimizi taşın altına koymamız gerekiyor.