Almanya’da 26 Eylül seçimlerinin Türkiye ile ilişkilerde büyük değişim getirebileceği tahmin ediliyor. Partilerin seçim programları, Türkiye politikalarındaki değişim hakkında çok önemli ipuçları içeriyor.
ELBE EXPRESS/HABER MERKEZİ
Foto:Youtube
Almanya’da Merkel dönemi kapanırken, gözler 26 Eylül seçimleri sonrasında Türkiye ile ilişkilerde yaşanması muhtemel değişime çevrildi.
Alman siyasetinde esen değişim rüzgarının, Türkiye politikalarını da etkilemesi kaçınılmaz görülüyor. Kurulacak yeni koalisyon hükümetinin Türkiye ile ilişkilerde izleyeceği strateji, ortakları arasında yürütülecek müzakerelerde şekillenecek. Bu müzakerelerin zeminini ise siyasi partilerin seçim programlarında beyan ettikleri pozisyonları ve vaatleri oluşturuyor.
DW Türkçe, Federal Meclis’e girme ihtimali bulunan tüm partilerin seçim programlarında Türkiye ile ilişkiler konusunda savundukları görüşleri ve vaatlerini mercek altına aldık:
Sosyal Demokrat Parti (SPD):
Olaf Scholz’un başbakan adayı olduğu ve son anketlerde birinci sırada görünen SPD’nin 66 sayfalık seçim programında Türkiye’ye “Avrupa komşuluk politikasını geliştirmek” başlığı altında yer vermesi dikkat çekiyor.
SPD, Türkiye’ye sadece üç satır ayırarak şu ifadeleri kayda geçiriyor:
“Türk hükümetinin iç ve dış politikadaki yönelimini kaygıyla gözlemliyoruz. Türkiye hukuk devleti, demokrasi ve uluslararası hukuk ilkelerine uymak zorunda. Avrupa Birliği (AB) ile Türkiye arasında, bu konuların da eleştirel bir bakış açısıyla ele alınacağı diyaloğun yoğunlaştırılması, aciliyet gerektirmektedir.”
Türkiye’nin Avrupa’nın “komşuları” başlığı altında konumlandırılması, AB adaylığından, üyelik müzakerelerinden hiçbir şekilde söz edilmeyerek “diyalog” vurgusuyla yetinilmesi, SPD’deki politika değişikliğinin önemli bir göstergesi olarak nitelendiriliyor. Ayrıca bu bölümde Türkiye için, Rusya, Çin ve İsrail gibi ülkelere kıyasla çok kısa bir paragraf ayırılması dikkat çekiyor.
Oysa 2017 seçim programında SPD Türkiye’ye, “Barış Projesi Avrupa” başlığı altında yer vermiş, Türkiye’yi “birçok konuda önemli ancak bir o kadar da zor bir ortak” olarak nitelendirmişti. Sosyal Demokratlar, 2017 programlarında Türkiye’nin AB müzakere sürecinin önemine vurgu yapmıştı. “Ne Türkiye ne de AB kısa vadede Türkiye’nin AB’ye üyeliğine hazır” görüşünü belirtmekle birlikte, “Müzakere süreci AB’nin Türkiye ile tek düzenli diyalog formatı. Türkiye’nin izole edilmesi Avrupa’nın çıkarına değil. Demokratik güçlerin, güçlendirilmesi ise özellikle önemli. Bu nedenle sivil toplumu, Türk-Alman şirketlerinin, akademisyen, sanatçı ve gazetecilerin desteklenmesi ve seyahat kolaylığı sağlanmasını destekliyoruz” denilmişti.
Hristiyan Birlik partileri (CDU/CSU):
Armin Laschet’in başbakan adayı olduğu CDU/CSU’nun 139 sayfalık parti programı “İstikrar ve Yenilenme” başlığını taşıyor.
Oy oranları gerileyen ve son anketlere göre ikinci parti konumunda bulunan merkez sağdaki Hristiyan Demokratlar, Türkiye ile ilişkilere “Dünya politikalarında daha çok Avrupa” başlığı altında, çok daha geniş ve detaylandırılmış bir perspektif ortaya koyarak değiniyor. Hatta Türkiye ile ilişkilerde öngörülen yeni bir yol haritasının tarifi de yapılıyor.
CDU/CSU bu bölümde öncelikle AB’nin genişlemesi için öngördüğü çerçeveyi tarif ediyor, Türkiye’ye ayrı bir başlık açarak, Ankara’yı bu kapsam dışında tutuyor.
AB’nin yakın komşusu konumunda bulunan ülkelerle yakın ve dostane ilişkilerin Almanya’nın çıkarına olduğu belirtilirken, “genişlemeden önce derinleşme” prensibine vurgu yapılıyor, sadece Batı Balkan ülkelerinin genişleme kapsamında değerlendirildiği bu ülkelerin de ancak AB’deki birlikteliği zayıflatmadıkları ve tüm üyelik kriterlerini karşılamaları halinde üye olabilecekleri belirtiliyor.
Türkiye ile ilişkiler için öngörülen strateji ise hemen bunu izleyen bölümde, “Türkiye ile ilişkileri yeni bir düzene koymak” alt başlığında yer alıyor.
“Türkiye, Almanya ve AB için büyük stratejik ve iktisadi öneme sahip” denilirken, Almanya’daki Türkiye kökenli toplum nedeniyle de Almanya ile Türkiye arasında güçlü bağlar bulunduğu belirtiliyor.
Bu nedenle Türkiye ile yakın bir iş birliğinin sürdürülmesini savunan CDU/CSU, “Türk liderliği ile açık, eleştirel ve yapıcı bir diyalogdan yana olduklarını” dile getiriyor, Almanya’nın ikili ilişkileri güçlendirmeye, Türkiye’deki toplumsal çeşitliliği desteklemeye devam etmesi gerektiğini vurguluyor.
Parti programında, Türkiye’nin demokrasi, hukuk devleti ve insan haklarına saygı gibi AB’nin üyelik için gerekli siyasi kriterlerinden uzaklaştığı tespiti aktarılırken, “Türkiye ile ilişkilerimizin, yeni bakış açılarına ihtiyacı var. Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği bizimle söz konusu olmayacaktır. Bunun yerine yakın bir ortaklıkta anlaşacağız” ifadeleri yer alıyor.
Türkiye ile ne tür bir “yakın ortaklık” öngörüldüğü de bir yol haritası ile tarif ediliyor. Buna göre yakınlaşma yönünde ilk olarak “ortak çıkarların tanımlanması” ve bunların hayata geçirilmesi için de “sözleşmeye dayalı bir anlaşmaya varılması” hedefi belirtiliyor.
Ayrıca NATO’nun bir değerler topluluğu olduğu, üyelerinin de insan hakları ve hukuk devleti ilkelerine bağlılık taahhüdünde bulunması gerektiği aktarılıyor, “Türkiye bir NATO partneri olarak kolektif güvenliğe katkısını sunmak, güvenlik politikaları istişareleri bağlamındaki yükümlülüklerini de yerine getirmek zorundadır” deniliyor.
2017 seçim programlarında Türkiye’nin AB üyelik şartlarını yerine getirmemesi nedeniyle AB’ye tam üyeliğine karşı olduklarını kayda geçiren CDU/CSU’nun son programında daha kesin ifadelere yer vererek, “Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği bizimle söz konusu olmayacaktır” demesi, artık bu konuda bir kırmızı çizgi çizildiği şeklinde yorumlanıyor.
Geçmişte Merkel’ın tam üyelik yerine ısrarla savunduğu “imtiyazlı ortaklık” bu kez parti programında yer almıyor. Ancak Hristiyan Birlik ilişkiler için yeni önerilerini “yakın bir ortaklık” olarak tanımlanıyor ve Türkiye için AB ile ilişkilerde üçüncü bir yol tarif ediyor.
Yeşiller Partisi:
Annalena Baerbock’un başbakan adayı olduğu ve anketlere göre üçüncü parti konumunda bulunan Yeşiller Partisi, 272 sayfalık seçim programında Türkiye’ye en geniş yer veren partilerin başında yer alıyor.
Ancak Yeşiller’in Türkiye’yi, “Çok kutuplu dünyada iyi ilişkiler için çalışıyoruz” başlığı altında, ABD, Çin, Rusya gibi ülkelerle birlikte, ayrı alt başlıklardan biri olarak konumlandırması dikkat çekiyor.
Oysa Yeşiller, geçmişte SPD ile birlikte Türkiye’nin AB üyeliğine en güçlü desteği veren partilerden olmuş, yaşanan sorunlara rağmen üyelik müzakerelerinin sürdürülmesinde ısrar etmişti.
2017 seçim bildirgesinde Yeşiller, demokratik bir Türkiye için AB kapılarının açık tutulması gerektiğini savunmuş, “Müzakerelerin tamamıyla durdurulması Türkiye’deki Avrupa yanlısı ve demokratik güçlere yanlış bir mesaj verilmesi anlamına gelir” demişti.
26 Eylül seçimleri için hazırlanan programında ise Yeşiller, “Siyasi hedefimiz, AB üyeliği için görüşmelerin yeniden başlatılmasıdır” ifadelerine yer vermekle birlikte, bunun ancak Türkiye’de demokrasi ve hukuk devletine geri dönüşü sağlayacak bir “U dönüş” ile mümkün olabileceği belirtiliyor.
“Türkiye ile AB’yi birbirinden ayıran gerekçelerden çok birbirine bağlayan nedenler var” tespitine yer veriler programda, toplumsal, kültürel ve ekonomik bağlara vurgu yapılıyor, ayrıca Türkiye-Almanya ilişkilerinin ortak göç tarihi nedeniyle “yakın ve çok yönlü” olduğu belirtiliyor.
Demokrasi ve insan hakları konularında büyük hassasiyet gösteren Yeşiller, bunu parti programına da yansıtıyor. Türkiye’de son dönemde hukuk devleti ve insan hakları alanındaki ihlaller kınanırken, “Türkiye’de demokrasi ve hukuk devleti, eşitlik ve insan hakları için mücadele edenlerin yanında duruyoruz” ifadelerine yer veriliyor.
Siyasi gerekçelerle tutuklananların serbest bırakılması, Kürt sorununda siyasi diyalog ve barış sürecine dönülmesi çağrılarına yer verilen programda, AKP hükümetinin “agresif dış politikasından” vazgeçerek çok taraflı dış ve güvenlik politikasına dönmesi beklentisinin altı çiziliyor. Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararını iptal etmesi de kayda geçirilen beklentiler arasında yer alıyor.
Türkiye’deki insan hakları örgütleri ve demokratik toplum ile görüş alışverişinin güçlendirileceğine dikkat çeken Yeşiller, gençler ile de değişim programlarının artırılacağı vaadinde bulunuyor.
Merkel döneminde imzalanan AB-Türkiye mülteci mutabakatı, Yeşiller’in en çok eleştirdiği dış politika konuları arasında yer alıyor ve partinin önümüzdeki dönemde koalisyon görüşmelerine katılması durumunda bu alanda yoğun tartışmalar bekleniyor.
Yeşiller programında, Türkiye’nin AB üyesi 27 ülkenin toplamında daha fazla Suriyeli sığınmacıyı ülkesine kabul ettiğine dikkat çekerken AB-Türkiye mutabakatının, uluslararası mülteci hukukunu ihlal eden unsurlar içerdiğini vurguluyor ve “mevcut mutabakat sonlandırılmalı” vaadine yer veriyor.
AB Komisyonu’nun yeni bir mutabakat için yürütülen görüşmelerinde, mutabakatın uluslararası hukuka uygun olması şartına bağlı kalması gerektiği belirtilirken, AB ülkelerine sığınmacıların kabulüne ilişkin esasların ve kontenjanların bağlayıcı taahhütlerle belirlenmesi gerektiği aktarılıyor.
Erdoğan hükümetinin AB ile kriz yaşadığı dönemlerde sığınmacıları siyasi koz olarak kullanmasını, Yunanistan sınırına göndermesini eleştiren Yeşiller, seçim programlarında yeni bir mutabakatta Türkiye’nin sığınmacıların insan haklarını garanti etmesi, entegrasyon politikaları uygulaması yönünde unsurlar bulunmasını talep ediyor.
Yeşiller’in programında, Türkiye ile Almanya arasında son yıllarda yaşanan gerginliklere de atıfta bulunuluyor ve Erdoğan hükümetinin Almanya’daki Türkiye kökenlilere yönelik politikaları eleştiriliyor.
Programda, “Almanya’da yaşayanların, Türk hükümeti veya destekçileri tarafından araçsallaştırılmasına, gözetlenmelerine veya tehdit edilmelerine izin verilmemelidir” ifadeleri yer alıyor.
Hür Demokrat Parti (FDP):
Seçimlerden sonra kurulacak koalisyon hükümetinde yer alması muhtemel partilerden biri de liberal FDP. Christian Lindner’in liste başı aday olduğu FDP’nin 67 sayfalık parti programında Türkiye ile ilişkiler “AB üyelik müzakereleri sona erdirilmeli ve Türkiye ile AB arasında yeni bir ilişki inşa edilmeli” başlığını taşıyor.
Alman liberaller, AB’ye adaylığı sona erdirilecek Türkiye ile ilişkilerin yeni bir zeminde, yakın güvenlik politikaları ve ekonomik iş birliği temelinde, yeniden inşa edilmesi gerektiğini savunuyor.
“Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından otoriter bir şekilde yönetilen bir Türkiye, biz Hür Demokratlar için AB’ye tam üyeliğe aday bir ülke olamaz” ifadelerine yer verilen seçim programında, şunlar kaydediliyor:
“NATO üyesi ve AB’ye güçlü bir şekilde bağlı olan bir komşu ülke olarak Türkiye vazgeçilemez bir partner. Bu nedenle ittifak içinde güvenlik politikaları nedeniyle yaşanan gerilimin giderilmesinden yana tavır alıyoruz. Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan sonra da bir Türkiye var olacak. O güne, bugünden ekonomi ve bilim dünyası ile sivil toplumlar arasındaki ilişkilerle hazır hale gelinmeli.”
FDP’nin 2017 seçim programı ile bu seçimler için hazırladığı program Türkiye bağlamında çok büyük değişim içermiyor. Daha önce yine Türkiye’nin AB için önemli bir partner olduğu vurgulanmış, “AB- Türkiye ilişkilerinin orta ve uzun vadede nasıl şekilleneceğinin ucu açık” görüşüne yer verilmişti. Çok vitesli bir AB’den yana olunduğuna dikkat çekilen parti programında Türkiye’ye de farklı seçenekler sunulabileceği aktarılmıştı.
Sol Parti:
Sol Parti (Die Linke), düşük oy oranına rağmen, seçimler sonrasında SPD liderliğinde kurulması muhtemel bir koalisyon hükümeti için adı geçen partilerden.
Geçmişte Cumhurbaşkanı Erdoğan’a karşı sert eleştirileriyle bilinen Sol Parti’nin 156 sayfalık seçim programında Türkiye’ye pek çok farklı bölümde atıfta bulunuluyor.
Örneğin Sol Parti, Almanya’nın silah ihracatını eleştirdiği bölümlerde, Suudi Arabistan ve Türkiye gibi “Alman silahlarıyla savaşlar yürütenler” ile “Erdoğan rejimi gibi uluslararası hukuku yok sayan rejimlere” silah satışını durdurması gerektiğini savunuyor. Programda, “Mısır ve Türkiye’deki gibi otoriter rejimlere silah ihracatı derhal durdurulmalı” ifadeleri kayda geçiriliyor.
AB-Türkiye Mülteci Mutabakatı’nın iptal edilmesi ve benzer anlaşmalara ve iş birliği yöntemlerine son verilmesi gerektiğini savunan Sol Parti, programında Türkiye’de demokrasi ve insan hakları sorunlarına da değiniyor.
AB’ye aday ülke konumundaki Türkiye’nin anti-demokratik uygulamalara ve insan hakları ihlallerine son vermesi gerektiğine işaret eden Sol Parti’nin programında şu ifadeler yer alıyor:
“Türk hükümeti Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) kararlarına uymalıdır, demokrasi ve düşünce özgürlüğü güvence altına alınmalı, demokratik muhalefete baskıya son verilmeli, HDP’nin tüm tutuklu milletvekilleri ve belediye başkanları serbest bırakılmalıdır.
Almanya için Alternatif (AfD) partisi:
Son anket sonuçlarına göre sağ popülist AfD dördüncü parti konumunda. Ancak diğer partiler AfD ile herhangi bir iş birliğine girmeyi reddettikleri için, herhangi bir koalisyon hükümetinde yer alması mümkün görünmüyor. Bununla birlikte parti, Meclis’teki konuşmaları, yürüttüğü kampanyalar ile, kamuoyu tartışmalarını etkilemeyi sürdürüyor.
AfD’nin 210 sayfalık parti programında Türkiye konusuna, “Jeopolitik değişim sürecinde önemli ülkelerle ilişkiler” başlığı altında yer veriliyor.
AfD de diğer partilere benzer bir pozisyon takınarak, “Türkiye ile ilişkiler zor ve bu ilişkilere yeniden şekil verilmeli” görüşünü aktarıyor.
Bazı siyasetçiler ve siyasi gözlemciler tarafından göçmen karşıtı, aşırı sağcı olmakla suçlanan AfD, programında “Türkiye kültürel olarak Avrupa’ya ait değil” vurgusunu yapıyor.
Partinin seçim programında, “Türkiye’nin artan şekilde İslamlaşması endişeye sebep oluyor ve aynı zamanda bu ülkenin Avrupa ve Batılı değerler topluluğundan uzaklaştığını gösteriyor. Bu nedenle AfD Türkiye’nin AB üyeliğine karşı çıkıyor ve üyelik müzakerelerine derhal son verilmesini talep ediyor” görüşü savunuluyor.
Değer Akal
© Deutsche Welle Türkçe