Türkiye, Metin Akpınar’ı tiyatro sahnesinde tanıdı, alkışladı. Usta sanatçı aktif siyasete girmedi ama Türkiye’nin meselelerinde de hiç uzak kalmadı. Metin Akpınar ülkenin içinde bulunduğu durum için “Her devrim karşılığını doğurur. Güçlenip geldiler, karşı devrim iktidara geçti… Dini kullanıyorlar” dedi ve de sordu: Başörtüsüyle, çok cami açarak Müslümanlık oluyor mu?
ELBE EXPRESS/RÖPORTAJ
Bir kuşak onunla büyüdük… Kabare sahnesinde tanıdığımız Metin Akpınar Türkiye’nin en renkli, en ilginç entelektüellerinden biri. Ne yazık ki neşesini kaybeden bir ülkede artık şaka yapmak da pek mümkün değil. Metin Akpınar’la eşsiz bir sofrada buluştuk, memleketi ve “Manzara-ı Umumiye”yi konuştuk. Sohbet sırasında o, şimdi de siz okuyucularımız Habertürk’ten onun yüzünden istifa ettiğimi de öğrenmiş olacaksınız!
YİĞİT SONRADAN BU HALE GELDİ
Yıllar sonra buluşmak ne güzel. Şimdi herkesin ilk defa duyacağı bir şey anlatacağım. Ben Habertürk’ten sizin yüzünüzden istifa ettim! O tarihlerde Pelin Batu ve Nagehan Alçı kanalda bir program yapıyorlardı, bir bölüme de siz canlı yayın konuğu olarak gelecektiniz. Ancak Yiğit Bulut sizi “sakıncalı” buldu. Beni aradı ve sizin “sakıncalı sözler söylemeye başladığınız anlarda” yayını kestirerek “flaş haber” girmemi, bu haberi de benim okumamı istedi! Olacak şey değildi. Hem sansür hem de yalandan flaş haber. O gece istifamı yazdım… Şu anda siz de kamuoyu da bunu ilk defa duymuş oldunuz!
Ne asil bir davranış… Hiç bilmiyordum gerçekten de. Bu senin için onur. Kaldı ki o zaman benim Yiğit’le filan bir sorunum da yoktu, Yiğit sonradan bu hale geldi!
– O günden bugüne memlekette de çok şeyler oldu…
Adı “geçiş dönemi” olan bir şey yaşanıyor. Gerilerden alalım. Gazi Mustafa Kemal bir burjuva ihtilali yaptı. Nerede yaptı? Burjuvası olmayan bir ülkede yaptı. Devrimleri halka mal edebildi mi? Hayır. Edebilmek için köy enstitüleri ve halkevleri yayılacaktı. Fakat 1938’te güneş battı Türkiye’de ve bu iş biraz zorlaştı. İsmet Paşa 27 sene bu mirası korumaya çalıştı. Türkiye Mustafa Kemal’in vedasından sonra giderek devrimleri inkar etmeye, Osmanlıcılaşmaya başladı. Ilımlı İslam, Arap Baharları filan derken bir geçiş dönemine girdik. Yani bu, 35 senelik bir iş. Bugüne geldik. Bugün amaçlanan Şia tehlikesine karşı İsrail’i ve ABD’yi korumak için Kürt kalkanı oluşturmaktır. Oynanan oyun bu. Türkiye de ister istemez buna hizmet etme aşamasında.
TOPLUM NE TARAFA GİDECEĞİNİ BİLMİYOR
– Bu akışı değiştirecek neye ihtiyacımız var: Akıllı bir politikacıya mı, siyasetindeki rüzgarın değişmesine mi, mucizeye mi?
Önce yön tayin etmeye bakmak lazım, yön kaybı var Türkiye’de! Ciddi bir pusula istiyor. Ne tarafa gideceğini bilmiyor bu toplum! “Liberal, demokrat, muhafazakar”, “Laik, seküler, demokrat”… Bu iki grup çatışır durumda. Ve muhafazakar liberal grup şimdi baskın. Para da onlarda, iktidar da… Bu dengeyi laiklik ve sekülerlik lehine bozacak bir eylem planı, hareket artık neyse buna ihtiyaç var.
HALKI FUKARALIKLA PARTİSİNE BAĞLADI
– Yani seçmenin ikna edilmesi lazım.
Evet. Türk seçmenini artık tanıyoruz, ben 74 yaşındayım. Her şeyi gördüm… Türk seçmeni Allah’ın ipine tutunmaz, o laf vardır, ama o kaygan. Turgut Özal bile tutturamadı. Peki onun yerine, etik, estetik, ahlak felsefesi filan mı koymuş, hayır! Nesi vardır, çıkarı vardır. Türk seçmenine onun “gerçek çıkarı”nın nerede olduğunu anlatacak alternatifler gerekli.
– AKP bunun için mi kazanıyor?
Bir kere herkes şunu kabul etmeli, Tayyip Erdoğan başarılı bir iş yaptı. Kazandı, hep kazanıyor. Erdoğan, Mustafa Kemal’den sonra devam edemeyen Anadolu ihtilalini yetersiz ve kötü de olsa yaptı. Sosyal adaleti dağıtmayarak yaptı! Belli bir kitleyi fukaralığında tutarak partisine bağladı Erdoğan.
ÜSTELİK KÖTÜ ÖRNEKLERE KAYMA VAR
– Niye Cumhuriyet’e bu kadar düşmanlar?
Bu bir tepki. Her devrim karşılığını doğurur. Güçlendiler, geldiler, karşı devrim iktidara geçti, devrimciler azınlık oldu. Orada dini kullanıyorlar. Ben tüm mealleri okudum, hepsini de bilirim. Ama İslamiyet bunların yaptığı değil. Başörtüsüyle, çok cami açarak Müslümanlık oluyor mu? Böyle şeyler kolay değil… Üstelik bir de kötü örneklere kayma var.
– Ulus devlet bitti mi?
Ulus devleti doğru tanımlamak lazım. Makine devrimi olunca, ki bizim hâlâ olduğumuz yer o, milliyetçilik başlıyor. Bugün Türk toplumunun iki tane ciddi hastalığı var. Biri, başka şey düşünüp, başka şey söyleyip, başka şey yapmak! Bu çok ciddi bir hastalık. İkincisi ve daha kötüsü çağdaş ve modern teknolojiye ayak uyduramama hastalığı. Ayrıca eğer sen laik ve seküler değilsen, bilimden yana değilsen, teknolojiyi kullansan da yine başka yolda gidiyorsun. Haldun Taner’in bir tanımlaması vardır. Türk toplumu mesela, genellikle “aynı kitapları” okur! Kendi fikrinin dışındaki kitapları okumaz! Bu her kesim için geçerli… Bir de ne okursa okusun aynı şeyi anlar!
TOPLUMUN İKİ CİDDİ HASTALIĞI VAR
– Yine geldik eğitime! Bir yandan da interneti, teknolojiyi çok ustaca kullanan bir gençlik de var. Gezi gençliği işte…
Onlar bizim de suçladığımız, “bunlar depolitize oldu” filan dediğimiz bir durağan potansiyelken, birdenbire şahlandılar… Teknoloji benzer düşünenlerin hızla bir araya gelmesini sağladı. Bu bence yeni bir demokrasi basamağı. Buradan bir yerlere ulaşmak olası.
– Sizce Gezi’den çıkan talep neydi?
Aynı şeylere inananların yani robotların bir arada yaşadığı bir toplum değil, tam tersi, asla anlaşamayanların birlikte olabilecekleri bir kuramlar ve kurallar dizisi… Çok heyecan verici işte bu! Demokrasi; anlaşanların, birbirini çok sevenlerin rejimi değildir! Tam karşıt olanların birlikte yaşayabileceği bir rejimdir! Demokrasiyi başarabilmek için hiç kimse kimseyi sevmek zorunda değil, nefret de edebilir… Ama eşek gibi saymak durumunda! Saygı yoksa hiçbir şey olmaz. Saygı demokratlıktır. Öyle bir ülke tadından yenmez…
EĞİTİM CAMİDE DE OLUR CEMEVİNDE DE
– İnsan malzemesi de çok önemli.
Hem de çok! Eğitim biz konuşurken başladı, televizyonda da olur, operada da olur, camide de olur, cemevinde de olur…
– Türkiye’nin sizi en çok üzen sorunu ne?
Mustafa Kemal’den sonra T.C Türkler tarafından yönetilemedi, birileri hep bizi yönetti. Biraz da böyle olmak zorundadır artık dünya bu küresel ortamda, ama akıllı olacaksın. Benim Türkiye’nin haline canım sıkılıyor, hatta canım yanıyor diyeyim, daha doğru olur. Şu canım ülke doğru yönetilseydi, bir düşün ne olurdu, işte buna içim yanıyor!
Yıllardır her 29 Ekim’de Atatürk sofrası kurarım
– Tiyatroyu özlemiyor musunuz?
Çok özlüyorum ama bugünden sonra yapacağımız iş değil… 1992’de bıraktım, bitirdik biz o işi. Bu yaşta zaten kabare yapılmaz.
– Kabarede anlattıklarınız fersah fersah aşıldı bugün. Mesela “Yasaklar”a ne gülmüştük, şimdiki yasaklara gülemiyoruz bile!
Demek ki ülke çok kımıldamadı. Biz bu işleri yaptığımız zaman nüfusun yüzde 30’u kentte yaşıyordu. Sonra göç geldi. Yoz bir kültür gelişti bunların sonunda. Şimdi bu “yoz” kültür sanat anlamında ne verirsen onu alıyor, başka bir şey yok.
– Türkiye’nin meselelerine hep ilgi duydunuz. Ama aktif siyasette yer almadınız…
Aktif tiyatro yaparken onu yapamadım çünkü. Rahmetli Bülent Bey (Ecevit) iki kez, Fikri Sağlar bir kez davet etti. Olmadı. Bir partinin vekili olmak istemedim.
– İsminiz Cumhurbaşkanlığı için de geçti.
O zaten imkansız, ben lise mezunuyum. Yasa değişikliği istiyor o. Bu yaştan sonra da zor artık. Ama ben görevimi yapıyorum, Haliç Üniversitesi’nde Kabare Tiyatrosu anlatıyorum. Bilmenin, öğrenmenin sonu yok.
– Günlük hayatınız nasıl? Az uyuyorsunuz diye hatırlıyorum.
Evet, ben az uyuyordum. 5 saate çıkardım şimdi. Bazen sabah yatarım, bazen akşam, bazen öğlen. Benim belli uyku saatim yok.
– Sofralarınız, daha doğrusu dost meclisleriniz çok meşhurdu, hâlâ devam ediyor mu ?..
Ediyor tabii. Bir sabit kadro vardır, bazen misafirler gelir gider. Doktorlar çoktur kadroda, ağır ceza hakimleri.. Sabahlara kadar sürer sohbet. Bazen bir konuşmacı da davet ederiz, uzman biri, onu dinleriz. Her 29 Ekim’de de Atatürk sofrası kurarım. Hep onu konuşuruz. Onun sevdiği yemekler yenir. Sonra onun sevdiği şarkılar dinlenir. Sabaha karşı sevmediği şarkılar da olabilir!
@Sözcü-Özlem Gürses