Ressam Bedri Baykam, CHP Kurultayı hakkında çarpıcı bir yazı kaleme aldı.
ELBE EXPRESS/KONUK YAZAR
Bırakın Kurultay’da tüm adaylar konuşsun! CHP kazansın!
BEDRİ BAYKAM
02.02.2018
CHP yarın kurultay için Ankara’da toplanacak ve yeni genel başkanını seçecek. Kılıçdaroğlu’na rakip olan adaylar %10 imzayı toplayabilecek mi, yoksa toplayamayacak mı, Türkiye Afrin dışında 3-4 haftadır bu konuyla yatıyor kalkıyor. Kurultay’da üç yeni genel başkan aday adayı var: Muharrem İnce, Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu. Muharrem İnce gerekli imzaları topladı, bunu Kılıçdaroğlu’na da bildirdi. Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu, ne yazık ki hala gerekli imzaları toplamış görünmüyorlar. Tabii ki Kocasakal ve Eminağaoğlu’nun da ciddi hataları var. CHP Genel Başkanı olmak isteyen insan, kampanyasını halka değil, CHP örgütüne yönelik yapar. Cumartesi günü oy verecek olanlar CHP seçmenleri değil CHP delegeleri. 2003’te o koltuğu kazanmanın son 3-5 saatine kadar gelmiş olmam, yalnız CHP örgütü ve delegelere ısrarla gitmiş olmam sayesinde gerçekleşmişti. Ama CHP’yi yeterince tanımayanlar, kampanyalarını kamuya yapma hatasını işleyebiliyorlar. Buna rağmen bu arkadaşlarımızın konuşma hakkı elde etmelerini istiyor muyum? Çok istiyorum. Partinin bu çok sesliliğin yayılmasına, “fabrika ayarları”nı hatırlamasına ihtiyaç var. Bırakın Kocasakal ve Eminağaoğlu da konuşsun. Bütün bu geriye gidiş, sonradan bir türlü özü düzeltilemeyen 2003 Kurultayı’yla geldi…
BUGÜNKÜ ANTİ-DEMOKRATİK YAPIYA NASIL GELDİK?
Öncelikle geçen yazımda da değindiğim gibi, CHP Genel Başkan seçimlerinin raydan çıkmasının ve yapılan tüzük değişiklikleriyle Arap saçına dönmesinin baş nedeni benim. Ve bundan büyük bir rahatsızlık duyuyorum. Suç benim değil, gerekçe ben oldum. Bakın tam yeri olduğu için size tekrar aktarayım. 2003 yılına kadar Baykal’ın genel başkanlığı döneminde “muhalefet” kurultaydan birkaç gün önce Ankara’ya akın eder, Büyük Ankara Oteli gibi yerlerin salonlarında toplanarak kendi içlerinden bir-iki aday çıkarırlardı. Böylece Baykal bu süreçte Hasan Fehmi Güneş, Ertuğrul Günay, Erol Tuncer gibi değerli rakiplerle karşılaşır, kurultay salonunda çok keyifli konuşmalar dinledikten sonra gidip oy vererek iradesini ortaya koyar, Baykal da hep ciddi farklarla kazanırdı. 1999’da CHP %10’luk barajın altında kalınca, Baykal aday olmadı ve Altan Öymen genel başkan seçildi. Daha sonra 2000 yılında Baykal tekrar aday oldu ve Öymen’i yenerek tekrar genel başkan oldu.
2003 yılında, CHP Genel Başkanlığı için Baykal’a karşı rakip olarak çıkarken, o güne kadar yerleşik tüm düzeni bozdum. İki gün önce Büyük Ankara veya Dedeman otellerini beklemedim. Tam iki ay öncesinden bir basın toplantısı ile adaylığımı açıkladım. Bundan 4-5 gün sonra Baykal kurultayı Ramazan ayının öncesine alarak benim fiili propaganda sürecimi yarı yarıya kısaltmış oldu. Bu farklı yöntemi benden sonra Mustafa Sarıgül, Muharrem İnce, Mustafa Balbay gibi isimler aynen kullandılar. Çünkü mühim olan yeni adayın neler yapmak istediğini açıklama fırsatı bulabilmesiydi.
Bir perşembe akşamüstü, o kurultaydan bir hafta önce, 16 Ekim 2003 günü yine bir yurt gezisinden İstanbul’a dönerken, Hürriyet yazarı Yalçın Bayer’den öğrendiğim “müjdeli” habere göre, CHP’li adayların tüzük maddesi değiştirerek, %5 değil %20 delege genel toplam üzerinden imzası ile yarışa resmi olarak aday olabilecekleri bir değişikliğe gidilmesi istenecekti. Ama işin daha da akıl almaz bir yönü vardı: Hedef, bu değişikliği kurultayın ilk günü kabul ettirip, orada devlet katında Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından onaylanmadan “maç bittikten sonra” kaideleri toptan değiştirerek uygulamaya koymak olduğu söyleniyordu. Ayrıca ek olarak, bu imzaların sahada değil, divan önünde kurultay salonunda atılması istenecekti. Bu teklif, CHP’yi hiçbir partide görülmeyen bir “eli çabukluk ve uyanıklıkla”, demokrasi ile hiçbir ilişkisi olmayan bir dayatmaya taşımış olacaktı. Ertesi gün Ankara’da bir basın toplantısı daha düzenleyerek, böyle bir değişikliğe tenezzül ederek, CHP’de başkanlık yarışını hokus-pokusla neredeyse imkansız hale getirenlerin bundan böyle ömür boyu “demokrasi” ve “hukuk devleti” kelimelerini ağızlarına alamayacaklarını anlattım. Tabii ki daha da ağır cümleler vardı bu ikazlar arasında. Mesela “Ben CHP Genel Başkanı olsam ve rakiplerimi ekarte etmek için bu tüzük darbesine tenezzül etsem, tam 10 yıl evden çıkamam, sonra da iç hesaplaşmamı bitiremeyip intihar ederdim” gibi.
O BAHTSIZ PERŞEMBE GÜNÜ KURULTAY’DA YAŞANANLAR
Ertesi sabah 23 Ekim 2003 Perşembe sabahı kurultay başladıktan sonra, gerçekten de bu yüz kızartıcı tüzük değişikliği teklif edildi ve oylamaya sunuldu. Salonda “kabul edenler”, “etmeyenler” oylandığında, her olanak en az %10-15 farkla “kabul etmeyenler” çoğunluktaydı ve salonda bu dayatmalara karşı sıkışmış gaz gibi bekleyen demokrat güçler tam bir enerji patlaması ve alkış tufanı ile bu delege zaferini kutlamaya başladılar. Kabus böylece aşılmış oluyordu… ki, o da ne? Kurultay Divan Başkanı Abdullah Emre İleri ‘aradaki farkın sayılamayacak kadar “az” olduğunu (!) iddia edip, belli ki önceden hazırladıkları akıl almaz bir kararla 7-8 saat sürecek bir operasyona girişeceklerini orada ilan ediverdi. Bu sefer tenezzül ettikleri yöntem, 1350 civarında kurultay delegesinin oyu, sırayla divan başkanı tarafından adı okunup sorulacaktı. Dünya tarihinde, CHP tarihinde, kurultaya zorla eklenmiş bir tüzük değişikliği oylamasının, 8 saat süren akıl almaz “açık oy” haline dönüşmesi görülmüş duyulmuş bir rezalet değildi. Baykal ve politbürosu, resmen tüm delegelere “Bizimle misiniz, ‘karşı taraf’ mısınız?” sorusunu sormuş oluyordu. Ama Divan Başkanı bunu daha da ileri taşıdı: “oh Sayın Bursa delegemiz Sayın X Bey, bakın Sn. Baykal ve Sn. Eşref Erdem sizleri izliyorlar, nedir yanıtınız bakalım?” şeklinde, her delege resmen yem gibi aslanlara atıp, sanki politbüronun sorgu odasında ışıklar altında yalnız kalmış gibi, manevi taciz ve işkenceye alınıyordu.
2003 kadrosundan, yalnız 18 cesur milletvekili mertçe “hayır” diyebildiler. Diğerleri maalesef utanç duvarının altına girdiler. Siz o faşist baskının sonucuna bakın: Özgürce kalkan ellerde çıkan “hayır” çoğunluğu, Divan Başkanı’nın “tam anlaşılmadı” saçmalığı, 8 saatlik kişisel sorgu dayatması… Ve sonuçta Genel Merkez 924-265 gibi bir farkla bu tüzük değişikliğini seçiyor. Ey faşizm, sen nelere kadirsin! Delegelerin özgür iradesi o arada nereye uçmuş gitmiş, varın siz düşünün korku ve baskıyı! Tüm bu olayı, perde arkası, öncesi, sonrası, açtığım davalar, her şey fazlasıyla “Korku İmparatorluğu” kitabımda var. İşte o andan itibaren dilimize yerleşen bu deyim, o günlerden yadigâr!
GELELİM BUGÜNLERE…
2010 yılında, CHP Gençlik Kolları’ndan Arif Tuna Eryılmaz, Devran Mustafa Yörükçü ve başta Yekta Güngör Özden, İhsan Yalçın ve birçok partili ile yürüttüğüm “Demokratik Devrim Tüzüğü” çalışması, partiye tam demokrasiye dayanan ideal bir tüzük getirmeye çalıştı.
Bu makalenin konusu değil ama CHP, o tüzükteki 3 ayda uygulanması gereken toplu devrimleri, 8 yıldır, 2-3 yılda bir, bir bölümünü yaşama geçirerek ne idüğü belirsiz bir gri tabakaya dönüştürüyor. Bunlar ayrı bir makale konusu. Ama gelelim bizi ilgilendiren “Genel Başkan Adayları” ile ilgili bölüme: Kılıçdaroğlu döneminde 2012’de yapılan yeni tüzük değişiklikleriyle, %20 utancının, yarısı giderilerek %10’a düşürülüyor (%5’e değil). Divanda imza alma utancı kaldırılıyor. Ama işin esas yanlışlığına dokunulmuyor, hem de Tüzük Kurultayı’nda kürsüden yaptığım ısrarlı ve detaylı tüm izahatlara rağmen: bir adaya imza veren delege, başka bir adaya imza veremiyor. Hâlbuki 2003 utanç kurultayından önce, aynı delege birden fazla adaya imza verebiliyordu ve kimseye bunun hakkında yapılan bir baskı yoktu. Yani mesela bir Yozgat delegesi bugünkü 4 adaya bakarak, “Ben bu adaylardan 2’sine veya 4’üne imza veriyorum, çünkü şu, şu, şu arkadaşların parti için ne önereceklerini dinlemek istiyorum, ona göre de oyumu seçtiğime atacağım.”
İşte bu durumu değiştirmedi, Kılıçdaroğlu yönetimi. Halbuki ana sorun buydu.
BU DAYATMANIN GETİRDİĞİ İKİ BÜYÜK YAKIŞIKSIZ NEGATİF SONUÇ
HUKUKSUZLUK: Tüzük Kurultayı’nda yaptığım uzun konuşmada da açıkça belirtiğim gibi, tüzüğümüzün en temel maddelerine göre “CHP Genel Başkanı gizli oy, açık tasnif” yöntemine göre seçilir. Halbuki bugüne kadar ulaşan “ucube” sisteme göre, bir genel başkan adayı için alınan destek resmi imzaları, başkasına da verilemediği için açıkça “oy” haline dönüşüyorlar. İşte bu şekilde “gizli oy” ilkesi tecavüze uğramış oluyor. CHP tüzüğü, demokratik mantık açısından beraber yürümesi mümkün olmayan bir çelişkiler yumağı haline geliyor. Başkanlık seçiminin tarafsızlığı, saydamlığı, açık kürsü hassasiyeti, netliği, hepsi güme gidiyor!
ANTİ- DEMOKRASİ: Size tarihsel kökenini aktardığımız bu küçük ve büyük felaketler sonucunda, CHP kurultayları, artık 4-5 adayı açıklık ve demokratik rekabet ortamında dinleyemiyor. Ayrıca özellikle şark kültürünün yadigarı olan çelişkili “demokratik biat kültürü” (!) nedeniyle, delegeler bu anti-demokratik ortamda “biz şu, şu, şu adayları da dinlemek istiyoruz” şeklinde bir çıkış yapmaya kalksalar, hemen “Genel Başkan’a karşı” olarak fişleniyor. Bu da Genel Merkez’e gerek örgütün il-ilçe başkanlarını ve milletvekili-belediye başkanı atamalarında, kim ne derse desin, hala son derece ağır bir ortam getiriyor. Delegelerin çoğu bu şekilde mimlenmiş olmak istemiyor. Dolayısıyla ortaya çıkan adaylar konuşamaz duruma düşürülmüş oluyor. Bir genel merkezin, genel başkanın var olan statüko gücünü bu şekilde kurultayın iradesine, başkan ve PM seçimine taşınması, itiraf edeyim ki övünülecek bir şey değil, tam tersine çok üzücü bir sendrom.
GELELİM BU KURULTAYA!
SEVGİLİ DELEGELER DEMOKRASİDEN KORKMAYIN! TÜM ADAYLARI KONUŞTURUN!
Yarın son bir gayretle, Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu da aday olabilmek için gerekli 127 delege imzasına ulaşmaya çalışacaklar. Şimdi benim çağrım, tüm CHP delegelerine: “lütfen CHP’ye yakışan şekilde cesur olun, mert olun ve her adayın konuşmasını sağlayacak imzaları aranızda anlaşıp dağıtın, verin; CHP’ye bu yakışır. Tüzüğün bu çelişkili ve yakışıksız durumu hala sürerken, demokrasiyi bu ortamın kurbanı haline getirmeyin. İsterseniz hepiniz Kılıçdaroğlu’nu destekleyin. Bu özgür iradenize kimse müdahale edemez, herkes saygı duymaya mecburdur. Ama korkmadan herkese söz verin, herkesi dinleyin. Sözlerden, eleştirilerden korkmayın. Atatürk kendi döneminde, demokrasiye “açık münakaşa” adını veriyordu öz Türkçe’de, bu en sevdiği deyimlerden biriydi. İşte sizler de şimdi bu açık yürekliliğin, bu şeffaflığın sorumluluğunu taşıyorsunuz. Bırakın, Genel Başkan Kılıçdaroğlu ve gerekli imzayı toplamış Muharrem İnce’nin dışında, Ümit Kocasakal ve Ömer Faruk Eminağaoğlu’da konuşsun. Bırakın Türkiye konuşsun. CHP Türkiye’ye, kendi delegeleri üzerinden demokrasi dersi versin! Delegasyonlar aralarında toplanıp, özgür iradeyle “dinleme hakkı” adına imzalarını bilinçli olarak paylaştırıp, kürsüyü açsınlar. Demokrasi getirmiş, Cumhuriyet’i kurmuş CHP, Türkiye’ye partiye yakışanı yapsın! Ve tabii ardından da, bu 2003 felaketi yadigarı çelişki yumağı illegal tüzüğü değiştirin!
Sevgili okuyucular, yöntemi tartışmaktan, kamuoyunun CHP Kurultayı’nda beklediği esas konulara girmedik. Sarsılmaz Atatürkçü yörünge, 2019 öncesi kararlı strateji ve tüm partinin arkasında duracağı sağlam aday, tam demokrasi ritminde çalışan özgüvenli kadınlar… Ve delegeden yetkiyi almış olan İnce’nin umarım bu sefer geçmiş hatalarını tekrarlamadan Kurultay’ı gerçekten ateşleyebilmesi! Tüm bunlar ve kurultay değerlendirmem, haftaya…