Hamburglu yazar Süleyman Deveci’nin siyaset ve edebiyat sohbetleri devam ediyor. Deveci’nin bu haftaki konuğu Sol Parti’nin çiçeği burnundaki genç vekili Deniz Çelik oldu.
ELBE EXPRESS/RÖPORTAJ
Edebiyat ve siyaset ile ilgili söyleşilerin bu seferki konuğu DIE LINKE-Sol Parti Hamburg milletvekili Deniz Çelik idi. Milletvekilinin edebiyat ve siyaset, edebiyatçılarla politikacılar hakkındaki genel düşünceleriyle söyleşi dizisi devam ediyor:
– Edebiyat denilince sizin aklınıza ilk ne geliyor? Edebiyattan ne anlıyorsunuz? Bunun yanısıra göçmen edebiyatıyla aranız nasıl, sizde neleri çağrıştırıyor göçmenlerin yaptığı edebiyat?
Edebiyat denilince benim ilk aklıma gelenler kurgu ürünü çalışmalar. Aklıma ilk gelenler kurgubilim, fantastik türünden yapıtlar diyebilirim. Özellikle bunların arasında felsefi içeriği ve değeri olan çalışmalar ağırlık kazanıyor. Vakit buldukça düzenli okuyorum. Ama sizinde takdir ettiğiniz gibi politikacı okumak zorunda. Partimizin faaliyetleriyle ilgili günlük gelen yazılar, raporlar, metinler gözönünde bulundurulduğunda nasıl hummalı bir okuma çalışması içerisinde olduğumuz tahmin edilebilir. Yani mesleğimiz gereği gönderilen yazılar, araştırma-inceleme yapıtları ağırlıklı. Bunların dışında tabiki devrimci literatüre dair ne varsa okuyorum, ilgi alanıma giriyor. Severek okuduğum yazarlar arasında ilk aklıma gelenler, daha doğrusu yakın zamanda okuduklarım Ahmet Hamdi Tanpınar, Yaşar Kemal, Elif Şafak, Stanislaw Lem, José Saramago ve Dostojewski var.
Göçmen edebiyatı denilince ilk aklıma gelen isim tabi Feridun Zaimoğlu diyebilirim. Dilini çok beğeniyorum. Buradaki büyüyen neslin dilini otantik bir üslupla başarılı bir şekilde dışarıya verebiliyor. Ne yerliler gibi kullanıyor dili, ne de sıradan göçmenler gibi. Daha üst kalitede, karıştırıp seviyeli, bir o kadar okunacak yapıtlar veriyor. Ayrıca son dönemde ırkçılığa kadar gidenfikirlerini şiddetle reddetsem de, aklıma Akif Pirinçci geliyor. Mesela Felidae romanını çok beğenmiştim. Göçmenler her alanda olduğu gibi bu alanda da varlar.
– Edebiyatın siyasetle olan bağı hakkında neler düşünüyorsunuz? Birbirinden bağımsız ele almak mümkün mü? Nasıl?
Herşeyden önce politikacının nasıl tanımlandığına bakmak gerek. Politika hayatın heralanında yer alan, herşeyimize müdahale eden bir olgu. Edebiyatı da bu çerçevede değerlendirmek mümkün. Ne kadar ismi edebiyat olsa da, her anlatılan içindeyaşadığımız topluma dair bir söylem, mesajdır, bunu iyi görmek gerek. Ben siyasetle ilgilenmiyorum diyenler bile, bunu söylerken ve böyle düşünürken siyaset yaptıklarının belki de farkında değiller. Edebiyat bu anlamda politikasız yapamaz.
Politikanın da edebiyatsız yapamayacağını söylemek gerek. Anlatı örneğin. Her ne kadar kurgu olsa da, gerçeği, ya da yaşanılanları da diyelim ustalıkla aktarma uğraşısıdır edebiyat. Politikacılar da anlatmak, aktarmak zorundalar. Anlatacak iyi ve güzel bir hikayeleri yoksa başarılı olamazlar. İyi bir politikacı edebiyatsız yapamaz. Halkı ne kadar ikna edip inandırabilirseniz, anlatacağınız iyi bir hikayeniz varsa, o kadar çok destek görürsünüz. Hikayeyi burada mecazi anlamda anlamak gerekir. Kıyaslama açısından yani. Edebiyatçı da anlatıyor, politikacı da anlatıyor. İnandırıcı olan insanların gönlünü fetheder. Bunun dışında her ülkenin, hatta kalabalığın, toplumun bir hikayesi, anlatısı mevcut. Toplumun büyük kesimlerinin ortak inandığı bir hikaye vardır. Tersi durum yok oluş, parçalanma veya devrim anlamına geliyor.
deniz
– Edebiyat sadece siyasilerin kendi görüşleri doğrultusunda kitleleri örgütlemekveya bilinçlendirmek için kullandıkları seçeneklerden biri midir? Siyasilerin gerçek anlamda edebiyatla kişisel olarak ilgilenmeleri sizce mümkün müdür?
Politikacıların edebiyatı, edebiyatçıları sadece birer araç olarak görüyorlar genellemesi doğruolmaz. Politikacıda içinde yaşanılan toplumun bir bireyi. Nasıl herhangi bir toplumda birileri edebiyata yakın veya uzak ise politikacılar da, siyasetle uğraşanlar da birbirinden farklı insanlar. Araç olarak bir noktaya kadar görülebilirler. Ama bu tanımlama yanlış anlaşılmaya çok açık. Siyasiler tabiki edebiyatla da ilgilenmelidirler, çünkü edebiyat onları zenginleştirir kanısındayım.
İtalyan Marksisti Antonio Gramsci‘nin tespit ettigi gibi toplumda egemenlerin iktidarına karşı mücadelede bir karşı hegemonya, bir karşı kültür kurmak için sanatçılardan, yazarlardan ve aydinlardan yararlanmak kaçınılmaz bir zorunluluk, ama bunu gerçekleştirebilmek çok zordur. Hakim güçlerin, egemenlerin de kendi kültürel alanda çok köklü ve güçlü kaleleri, bağları vardır. Tam da böyle oldukları için gelişmiş kapitalist ülkelerde egemenlerin iktidarları sağlam ve yerli yerine oturmuştur.
– Kendi anadilinde etkinlikleri sadece kurum ve kuruluşlarımızda yapmak hem siyaseti, hem de edebiyatı daraltmak değil midir? Neden edebiyatçılar kütüphanelerde veya edebiyat kurumlarında kendi yapıtlarını Almanca olmadığı için tanıtamıyorlar? İllâ da Almanca dayatmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu mevzuda eğer başka yabancı dillere izin verilip sadece bizlere böyle bir uygulamada bulunuluyorsa bu kültürel ırkçılığa kadar gider, gidiyordur. Bunun farkında olmadan, bilinçaltında yer etmiş bir anlayış olabileceğini de düşünmek gerek. Üst kültür anlayışı bilindiği üzere Batı’da çok yaygın. O yukarıdan, tepeden bakma, kendilerinden olmayanları dışlama, ya da hep Avrupa merkezci bakma anlayışını hepimiz çok yakından tanıyoruz. Maalesef bu anlayış çok yaygın.
Kendi anadilinde yapılacak etkinliklerin uyuma engel olacağı iddiaları çok saçma. Tam tersine geçmiş yılların deneyimleri, eldeki araştırma verileri bize göstermiştir ki bir insan kendi ana dilini ne kadar iyi bilirse Almancayı da daha iyi öğreniyor. Üçüncü kuşağımızın dilinin kısmen bu denli bozuk olmasının nedeni bu. Bu yanlışı hâlâ dayatmaları, bunda diretmeleri kabul edilemez. Tersine anadilimizin öğretilmesinin teşvik edilmesi gerekir. Çok yanlış politikaların sonucu bu yaşadıklarınız. Ayrıca böylesi dışlamaların ve dayatmaların uyuma da hiçbir katkısı yok, bu bilinmelidir.
– Edebiyatı siyasetle, siyaseti edebiyatla sizce nasıl yakınlaştırabiliriz? Mümkün müböyle bir şey?
Edebiyat ile siyaset arasındaki bağ aslında birbirlerine çok yakın. Politika toplumunortak sorunlarını dile getirme, bunları çözme, çözüm arayışlarına girme, bulma sanatıdır diyebiliriz.
Edebiyatçılar politikada çok önem arzeden konuları çok daha farklı ve uygun bir dille çok daha geniş çevrelere bir hikayeyle anlatıp yayabilirler. Bu güçlerini ve yeteneklerini görmek gerek. Siyasilerin sıradan ifade ettikleri söylemleri edebiyatçı kendine has diliyle bambaşka şekilde anlatabilir, yazıya dökebilir. Yaşar Kemal bu dediğime çok iyi bir örnek. Edebiyatla siyaseti birleştirebilmiş güçlü bir kalem. Yine George Orwell’i örnek gösterebiliriz. Edebiyatçı 1984 isimli, yapıtını ellili yıllarda yazmış, ama ta o günlerden bugünleri yakalayabilmiş, yine “Hayvan Çiftliği” yapıtıyla çok sağlam ve hâlâ bugün bile geçerli öngörülerde bulunabilmiştir. Edebiyatçıların böyle özellikleri de var.
Yeni bir toplum kurmaya çalışırken geleceğe dair genel insanlığı ilgilendiren konular, hepimizi bekleyen tehlikeler, Kapitalizmin beraberinde getirdiği sosyal ve ekoloji alanındaki büyük tahripler, artık en ufak bir gizlimiz saklımızın kalmaması ve reel sosyalizmin eksikliklerinden çıkarmamız gereken dersler bunların hepsini edebiyatçılar da dile getiriyorlar. Ayrıca edebiyatçılar bu ve benzeri sayısız doğrudan kendilerini ilgilendiren siyasi konuyu kolayca dile getirip insanları duyarlı hale getirebilirler.
Siyasetin kültürü, sanatı, tiyatroyu, edebiyatı teşvik etmesi gerekir. Bunlar uygarlığın en sağlam kaleleridir. İnsanları ne kadar bunlara yaklaştırabilirsen o kadar çok politikleşeceklerine, politik araçlara kavuşmuş olacaklarına inanıyorum.