Hamburg’un tanınmış simalarından Prof. Dr. Hakkı Keskin, Ermeni Olayları sebebiyle karşı karşıya geldiği yönetmen Fatih Akın’a sert bir mektup yolladı.
ELBE EXPRESS/HABER MERKEZİ
İŞTE HAKKI KESKİN’İN FATİH AKIN’A CEVABI
Rejisör ve Film yapımcısı Fatih Akın`ın 1915 yılı Osmanlı İmparatorluğu’nda yaşanan olayları konu alan filminde “Ermenilere soykırım” yapıldığı iddiasına ilişkin, aşağıdaki yazısı nedeniyle, Alman Kamuoyuna gönderdiğim yanıtın Türkçesini* bilginize sunuyorum.
Sayın Bay Keskin,
Beni E-Mail listenizden silmenizi rica ederim. Sizin politik içerikli yazılarınızı okumaya daha fazla dayanamıyorum. 1915 yılında vuku bulmuş olan olayları ben soykırım olarak görmekteyim. İsteğim dışında tarafıma gönderilen politik görüşlerinizle kendimi daha fazla zorlanmış hissediyorum. “The Cut” adlı filmimi duymuş ya da buna ilişkin yazılanları okumuşsunuzdur. Belki basına vermiş olduğum söylemlerimden bazılarını da izlemişsinizdir. Sizin politik görüşlerinizi paylaşmıyorum! Bana saygı duymanızı rica ederim.
Teşekkür ederim.
Fatih Akın (09.12.2014 tarihinde E-Mail olarak gönderilmiştir.)
Sayın Fatih Akın,
Almanya’daki en tanınmış Türk asıllı rejisör ve sanatçı olduğunuzdan şimdiye kadar yayınlanmış filmlerinizi büyük bir ilgiyle izledim. Almanyalı Türk olarak başarılarınıza özellikle çok sevindim. Hatırlayacağınız gibi, “Almanya Türk Toplumunu” genel başkanı olarak 2004 yılında Hamburg’da gerçekleştirdiğimiz kurultayımızda başarılı filmleriniz nedeniyle size ödül vermiştik.
“The Cut” adlı filminizi henüz izlememiş olmakla birlikte basında çıkan haberlerden bilgilendim. Severek bu filminizi de izleyeceğim. “1915 yılında vuku bulmuş olan olayları filminizde soykırım” olarak adlandırmakta ve benim farklı politik görüşlerimden dolayı, sizi dağıtım listemden çıkarmamı rica ettiniz. Sizi listemden hemen çıkarttığımı belirtmek isterim. Yine de gerçeği öğrenmek adına size bu yanıtımi, kamuoyuyla paylaşmak istiyorum.
Bildiğiniz gibi 1915 yılında yaşanan olayların değerlendirilmesi, yani Ermenilerin
Doğu ve Orta Anadolu’dan, zamanında Osmanlı İmparatorluğu topraklarına dahil olan Suriye’ye zorunlu göçe gönderilmeleri, yaklaşık olarak 100 yıldır araştırılmış ve tartışılmıştır. “Soykırım” veya Ermenilerin dediği şekliyle “Jenosit”; 1948 tarihli Birleşmiş Milletler Konvansiyonu’nda doğrudan veya dolaylı olarak “ulusal, etnik, ırksal ya da dinsel bir azınlığın tümünü ya da bir bölümünü yok etmek” olarak tanımlanmıştır. Bunun yanında “yok etmek niyeti”nin de gerçekleştirilen eylemlerde bulunulması gerekmektedir. (Soykırım Suçunun Önlenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi 9 Aralık 1948 yılında Karar 206 A (III) olarak Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından imzalanmıştır. 12 Ocak 1951 tarihinde yürürlüğe girmiştir.)
Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen sonra, İngiliz ve Fransiz işgal kuvvetleri, 3 Ocak 1919 tarihinden 10 Ağustos 1921 tarihine kadar, Osmanlı İmparatorluğu’nda “Savaş esirlerine kötü davranılması ve Ermenilere karşı katliam” faaliyetlerine karşı, suçlu oldukları iddia edilenleri yargılayabilmek için soruşturmalar yapmıştır. Osmanlı İmparatorluğu’nun önde gelen 147 siyasi kişil ve subay, İstanbul`daki işgalcı İngiliz kuvvetleri tarafından yargılanmak üzere Malta’ya sürgüne gönderilmiştir.
Özellikle İngiltere işgal kuvvetleri, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki Ermenilerin zorunlu iskanı ile ilgili alınacak önlemler hakkındaki her türlü belge, karar ve yazışmaları ellerinde bulundurmaktaydı. Malta’da bulunan tutuklular hakkındaki yargılama için kraliyet başsavcısı; İngiltere Dışişleri ve Savunma Bakanlığı, İstanbul`daki Yüksek Komiser ve İstanbul’da bulunan İngiltere Büyükelçiliği ile yakın işbirliği içerisinde ve hatta Büyük Britanya Parlamentosunun etkisi ve girişimiyle 32 ay boyunca bu davaya ilişkin hazırlık yapmıştır.
İngiltere kraliyet başsavcısı Temmuz 1921’de şu sonuca ulaşmıştır: “ Elimizde bulunan deliller ve bilgiler ışığında sanıkların hukuki yollardan yargılanarak cezalandırılması için herhangi bir kanıt bulunmamaktadır.” (Gürkan, U. Ermeni Sorununu Anlamak, İstanbul 2011 S. 78)
Osmanlı İmparatorluğu, Büyük Britanya, Fransa ve Amerika Birleşik Devletleri’nin elinde bulunan bütün güncel belgeler ışığında, büyük bir heyecan ve kararlılıkla gerçekleştirilen ve tutuklu “sorumlular” hakkında, “savaş esirlerine kötü davranılması ve Ermenilere karşı katliam” suçlamasıyla devam eden Malta Yargılaması, 29 ay sonra tutukluların beraat etmesiyle sonuçlanmıştır. Tutuklular İngilizler tarafından 31 Ekim 1921 tarihinde Türkiye’ye geri getirilmiştir.
Daha Malta Yargılaması başlamadan Osmanlı İmparatorluğu Yönetimi, Birinci Dünya Savaşı’na katılmamış ve bu yüzden tarafsız olan Danimarka, İsviçre, İsveç, Hollanda ve İspanya’dan, Ermenilere karşı işlendiği ileri sürülen suçların araştırılması adına bir mahkemenin kurulmasını istemiştir. Ancak bu istek Büyük Britanya işgal kuvvetleri tarafından reddedilmiştir.
Sonderece tartışmalı olan 1915 Ermeni sorununa objetif bir cözüm bulunabilmesi için, eşit sayıda uzman, Türk, Ermeni ve uluslar arası üne sahip tarihçilerden oluşan bir araştırma komisyonunun kurulmasını 2001 yılında önermiştim. Sözü geçen komisyonda, uzman tarihçilerin bir arada çalışması ve ilgili ülkelerin arşivlerinde bulunan belgelerin analiz edelmesini belirtmiştim. Böyle bir çalışma sonucunda komşu ülke olan Ermenistan ve Türkiye arasındaki ilişkilerin de normale dönebilme şansı olacaktı. Öteden beri kişisel inancım ve dileğim bu konuda gerçeğin ortaya çıkarılmasının sağlanmasıdır. Bu görüşümü dönemin Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Necdet Sezer’e 2001 yılında Stuttgart’a yaptığı bir ziyaret esnasında yazılı olarak sunmuştum.
1915 yılındaki olaylardan 90 yıl sonra kendisini çokça eleştirdiğim, Türkiye Başbakanı Erdoğan, 10 Nisan 2005 tarihinde Ermenistan Cumhuriyeti Devlet Başkanı Robert Kotscharjan’a bir mektup yazarak, ortak bir Tarihçiler Komisyonu kurmayı ve bu komisyonun 1915 olaylarına ait bütün arşiv belgelerini analiz ederek, sonucu da Dünya kamuoyuna sunulması fikrini iletmiştir. Ermenistan söz konusu mektubu yanıtsız bırakmıştır.
İsviçre Mahkemelerinden biri, Doğu Perinçek’i “Ermeni soy kırımı iddiası emperyalist bir yalandır” görüşünü savunduğu için yargılamıştır. Bu hükme karşı Doğu Perinçek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gitmiştir. Mahkeme 12 Aralık 2003 tarihinde, “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin elinde Ermenilere Soykırım yapıldığınına ilişkin, herhangi bir şüpheye olanak bırakmayacak uluslararası hukuki dayanaklar bulunmamaktadır.” kararına varmıştır. Ermeni Soykırımı iddialarının Holokost`a (Yahudi Soykırımına) benzetilmesin de mümkün olmadığı belirtilmektedir.
Sayın Fatih Akın,
Almanya’da aktif olarak siyasete girdiğim 1968’li yıllardan beri, kendi kişisel konumumu düşünmeksizin, her zaman kararlılıkla gerçekler ve adalet için mücadele ettim. 1968-1970 yılları arasında “Almanya Türk Öğrenci Federasyonu” Başkanı olarak, Türkiye hakkında yapmış olduğum eleştiriler nedeniyle 1970 yılında Türk vatandaşlığım elimden alındı. Vatandaşlığımı ancak Ankara’da Danıştay`da açmış olduğum dava sonucunda geri kazanabildim. 1971 yılında Askeri yönetim yillarında yeniden vatandaşlıktan çıkartıldım ve yine Danıştay mahkeme kararıyla Türk vatandaşlığımı geri kazandım. Yazar Nazım Hikmet’ten sonra vatandaşlığı elinden alınan ikinci kişi olmam nedeniyle, bu olay Türk kamuoyunda büyük bir yankı uyandırmış ve yoğun olarak tartışılmıştı.
1980-2010 yılları arasında öğretim üyesi, Hamburg Türk Toplumu başkanı, Almanya Türk Toplumu Genel Başkanı, Hamburg Eyaleti Milletvekili ve Federal Almanya Parlamentosu Milletvekili ve ve Avrupa Parlamenterler Meclisi Üyesi olarak yüzlerce sunum, röportaj ve yayın ile göçmenlerin ve Almanya’da sosyal bakımdan mağdur olan insanların eşit haklara yasahip olmaları amacıyla uğraş verdim.
Tarafınıza E-Mail yoluyla gönderdiğim ve Cumhuriyet gazetesinde yayınlanmış, son yıllara ait yazılarımda, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinin yanı sıra Türkiye’de basın ve fikir özgürlüğünü de önemle ve kararlilikla savunmaktayım. Ermeni lobiciler tarafından “Türk Nasyonalist”i (aşırı milliyetçisi) olarak itham edildiğimden, biyografim hakkındaki bu bilgileri paylaşma gereği duyuyorum.
Saygın tarihçiler tarafından yayınlanmış ve bir kısmı kütüphanemde de bulunan sayısız yayında, 1915 yılı olaylarının öncesi ve sonrasının ortaya çıkış nedenleri açıklanmakta ve meydana gelen olayların detaylı anlatımları bulunmaktadır. İsyankar ve her türlü teröre başvuran Ermenilerin, Birinci Dünya Savaşı öncesinde ve esnasında, çarlık Rusya’sı tarafından cesaretlendirilip desteklenerek ve hatta Rus ordusu ile birlikte Türkiye’nin doğusunda kendi vatanlarına karşı savaşmış oldukları da, bu yayınlarda belgelendirilmiştir. 1914 yılının sonlarına doğru şimdiki Türkiye’nin doğusu Rus ordusu tarafından işgal edildiğinde, Ermeni Taşnak Partisinin üyeleri Türk ve Kürt halkına karşı katliamlar gerçekleştiriyorlardı. Tahminlere göre bu katliamlarda yüzbinlerce kişi öldürülmüştür. Bu katliamlara ilişkin bir çok arşiv belgesi, hatta Rus generalleri ve siyasi sorumluları tarafından ele alınarak raporlarla belgelendirilmiştir.
Ancak Türkiye’nin doğusunda gerçekleşen bu olaylardan sonra, Osmanlı Devleti, Osmanlı ordusundaki etkin Alman generallerinin de tavsiyesi üzerine, 27 Mayıs 1915 tarihinde Ermenilerin zorunlu göçüne karar vermiştir. Şüphesiz ki bu uzun yolculukta eksik ulaşım olanakları, hastalık ve ülkenin yoksul koşulları nedeniyle, yüzbinlerce Ermeni hayatını kaybetmiştir. Yine bu esnada Ermenilere karşı çok sayıda intikam saldırıları ve soygunculuk olayları da gerçekleşmiştir. Kararlılıkla eleştirilmesi gerekir ki, Türkiye’nin doğusunda yaşayan ve isyan olaylarına karışmamış olan Ermenilerin de bu sürgünden ve ölçülemez derecedeki acılardan etkilenmesidir.
Bununla birlikte belirtmek gerekir ki İstanbul, İzmir, Bursa gibi ülkenin batı kısmında bulunan şehirlerde yaşayan Ermeni halkı, bu zorunlu göç politikasından etkilenmemişlerdir. Bu gerçek, Ermeni halkının tamamının zorunlu göçe tabi tutulmamış olduğunun da göstergesi ve belgesidir.
Kişisel olarak yüzbinlerce Ermeni’nin yanı sıra Türklerin ve Kürtlerin de bu dramatik ve üzücü olaylar sonucunda hayatlarını kaybetmiş olmalarına içtenlikle üzülmekteyim. Bu açıdan tartışmalarda, yalnızca öldürülen Ermenilerden söz edeilmesi, diğer taraftan hayatını kaybetmiş neredeyse aynı sayıyı bulan Türklerin konu dışında tutulması kabul edilir bir yaklaşım değildir.
Ermeniler ve Türkler yaklaşık bin yıl boyunca barış içerisinde yan yana yaşamışlardır. Ermeniler, Osmanlı topluluğunun bütün meslek dallarında çalışmakla birlikte devletin elçilik ve bakanlık gibi önde gelen görevlerde de bulunmuşlardır.
Ermenistan’ın ilk başbakanı olan Ovannes Kaçaznuni Osmanlı Devleti’nin bu oldukça üzücü tarihini şu sözlerle dile getirmiştir: “Öldürüldük ve öldürdük. Büyük Ermenistan rüyası ile gözlerimiz kör oldu.” (Kaçaznuni, O. Taşnak Partisinin yapacağı bir şey yok, Kaynak yayınları, İstanbul, 2005, S.9)
Çok yönlü bir şekilde ve inanılmaz maddi olanaklarla desteklenen aktif Ermeni Lobicileri ve yardımcılarının, bu konu hakkında farklı fikirleri olan kimseleri “Jenosit İnkârcısı” olarak karalama ya da tehditlerle susturma gibi bir hakları bulunmamaktadır. Ermeni lobicileri çok yönlü yöntemlerle gerçekleri çarpıtarak ve hatta resim tablolarını bile değiştirerek, Dünya kamuoyunun gözünde kendi görüşlerini “tek gerçek” olarak empoze etmeye çalışmaktadırlar. Bu konu Ermeni lobicilerince tabulaştırılarılmış, dolayısıyla alanında uzman ve konu ile ilgili arşiv belgelerini araştırmış tarihçilerin konferansları bile engellenmek istenmektedir. Bu durumu en son Berlin’de Aralık 2014 taraihinde yaşanmıştır.
Gittikçe sesleri yükselen Ermeni Lobicilerin bir amacı da, Dağlık Karabağ ve etrafında yer alan Azerbaycan’a ait beş bölgenin (Azerbaycan topraklarının yüzde yirmilik kısmı) işgalini ve 1992 yılında gerçekleşen Hocali halkının katliamını kamuoyunun gündeminden uzak tutmaktır. Azerbaycan’ın işgal edilmiş bu bölgelerinden yaklaşık olarak bir milyon kişi kovulmuştur. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konsey’inin dört kararı (No. 822,853, 874, 884), Avrupa Parlamentosu’nun ve Avrupa Konsey’inin Ermenistan’ın işgal edilen Azerbaycan topraklarından çekilmesini öngören kararları göz ardı edilmektedir.
Sayın Fatih Akın,
Bu tartışmalı tarih konusu, yalnızca alanında uzman tarihçiler tarafından ve Dünya`da bulunan arşiv belgelerinin ve kaynakların ışığında nesnel olarak açıklanabilir. Bu nedenle kurulacak olan bir Tarih Komisyonun desteklenmesi ile çift taraflı bir çözüme ulaşılabilir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin normaleşebilmesine böyle bir çözüm yardımcı olunabilir. Hangi nedenle olursa olsun bu konunun istismar edilmesi, gerçeğin aydınlatılmasında ve bu sorunun çözülmesinde yardımcı olmayacaktır.
Selamlarımla.
Hakkı Keskin
*) Zaman darlığından mektubumun Almanca`dan Türkçe`ye çevirisi, bayan Özge Yüksel tarafından yapılmıştır. Kendisine teşekkür ederim.
Ermenistan sorunu hakkındaki daha detaylı görüşlerimi www.keskin.de adlı web sitemde bulunan “Azerbaycan–Ermenistan–Türkiye” başlığı altında bulabilirsiniz.