Andreas Maus’un yönetmenliğini yaptığı, ırkçı terör örgütü NSU’yu anlatan “Kuaför aus der Keupstrasse” (Keup Caddesi’ndeki Kuaför) isimli film Hamburg’da gösterildi. Geçtiğimiz Şubat vizyona giren 90 dakikalık “Kuaför aus der Keupstrasse” belgesel film Altona semtindeki “Zeisse” sinemada izleyiciyle buluştu. Film Türkçe ve Almanca alt yazılı olarak izlendi.
ALİ AKDEMİR/ELBE EXPRESS
Fotoğlar: Ali Akdemir
Cesaretli Kadınlar Derneği Başkanı Özgül Karık ve ırkçı saldırı mağdurlarına danışmanlık hizmeti veren Lii Hirschler‘in izleyicileri selamlamaların ardından filmin izlenmesine geçildi.
Filmin gösterilmesinden sonra, filmle ilgili herkese açık bir toplantı düzenlendi. Toplantının moderatörlüğünü Lii Hirschler yaptı.Toplantıya konusmacı olarak filmin yönetmeni Andreas Maus, olayın mağdurlarından Abdulla Özkan, Candan Özer Yılmaz ve Keup str insiyatifi sözcülerinden Kamen Frankl katıldı.
9 Haziran 2004’te, bir cuma günü öğleden sonra Keup Caddesi’nin en yoğun olduğu saatte ve en işlek noktalarından birinde, NSU adlı ırkçı terör örgütünün Özcan Kuaför’ün önünde bisikletin üzerine bağlanan kutunun içine yerleştirdikleri çivili bombayı patlatması sonucu 4’ü ağır olmak üzere, 22 kişinin yaralandığı, caddede bulunan dükkan ve evler tahrip olmuştu.
Olayın ardından tam on yıl sonra, 2014 yılında saldırının 10 yıl anma etkinliğinde film ile ilgili çalışmalara başlıyan filmin yönetmeni Andreas Maus’unda, hazır olduğu filmin gösterimine başta olay mağdurlarından, Abdullah Özkan, yine olayın mağdurlarından olan ve daha sonra hayatını kaybeden Atilla Özer’in eşi Candan Özer Yılmaz, eski eşi Petra Vogler çocukları Can (17), Mustafa Kemal (8), Hamburg başkonsolosluğundan görevli Ayşe Erdal, SPD Altona ilçesi belediye meclis üyesi Behçet Algan, Avukatlar Arzu Erdoğan ve Ünal Zeran, ırkçı saldıraların mağdurlarına danışmanlık hizmeti veren Lii Hirschler, saldırıdan sonra kurulan keup str insiyatifinden Kamen Frankl, Hamburg Türk Basın birliği başkan yardımcısı Ertaş Akçelik, Cesaretli Kadınlar Derneği Başkanı Özgül Karık, Hamburg Beşiktaşlılar birliği yönetim kurulu üyeleri Kazım Yıldırım, Bensu Okur ve bir grup duyarlı Türk ve Alman izleyici katıldı.
Irkçı terör örgütü NSU, Almanya gibi bir ülkede 2000-2007 yılları arasında 8’i Türkiye’den, biri Yunanistan’dan olmak üzere 9 göçmen esnafı ve bir Alman polis memurunu katletmişti. Aynı silahla iz bırakarak seri cinayetler halinde göçmen esnafların öldürülmesiyle yetinmeyen NSU’lu teröristler, iddianamede kabul edilmiş haliyle, kitlesel öldürme amacıyla Köln’de iki bombalı saldırı düzenlediler: Biri 19 Ocak 2000’de Probsteigasse’de, diğeri, 9 Haziran 2004’te Türkiye kökenli esnafların yoğun bulunduğu ve “Küçük İstanbul” diye de bilinen Keup Caddesi’nde.
Andreas Maus’un yönetmenliğini yaptığı “Kuaför aus der Keupstrasse” belgeseli Köln’deki bombalı saldırıdan sonra Özcan Kuaför’ün sahibi Özcan Yıldırım ve kardeşi Hasan Yıldırım üzerinde polisin kurduğu baskıyı ifade tutanaklarına dayandırarak kurumsal ırkçılığı anlatıyor.
Olay Tam 7 Yıl Sonra Aydınlanmaya Başladı
Andreas Maus’un yönetmenliğini yaptığı “Kuaför aus der Keupstrasse” (Keup Caddesi’ndeki Kuaför) bu patlamanın ardından kuaför sahipleri Yıldırım kardeşler ve diğer esnafların yaşadıklarını çarpıcı bir belgesel halinde beyazperdeye taşıyor. 22 kişinin yaralandığı bombalı saldırının ardından hafızalarımıza kazılan Keup Caddesi’nde bu kez görünenin arkasındaki gerçek yaşanmışlıklara tanıklık etmek için sokakta kameralar dolaşmıştı. 25 Şubat’ta Köln’de yapılan ilk gösterimden sonra konuşan Maus, belgeselin amacını, “Gelişmelerin farkında olmayanların gözünü açmak” olarak ifade ediyor. Bu yönüyle bakıldığında belgeselin hedefine henüz ulaşmış olduğunu söylemek güç. .
Abdulla Özkan; “Arkadaşım Atillanın ölümü Bana Daha Fazla Acı Verdi”
Olay sırasında arkadaşı Atilla Özer ile birlikte kuaföre tıraş olmaya giden, patlamada boynuna çivi saplanıp yaralanan görgü şahitlerinden ve belgesel filmde de rol alan Abdulla Özkan, “Almanya’da ırkçılık aldı başını gitti. Almanlar ırkçılıkla fazla ilgilenmiyor. Medya hiçbir şey duyurmuyor. Bu filme, ırkçı motiflerin arkasında kimler olduğunu göstermeye çalıştık. Kuaförün önüne bırakılan bisikletteki bombanın patlatılmasını ise bisikletin oraya konulmasını hiç farketmedik. Bombacılar daha önce planlamayı çok iyi yapmışlar. Çiviler insanlara saplandı. Korku ve kan içindeydik. Arkada bir patlama daha oldu. Olayın ırkçı bir saldırı olduğunu Almanya’nın durumu 7 yıl sonra anladığını belirtti ve bu süre içerisinde tüm esnafın potansiyel suçlu olarak gösterildi. Asıl acıyı arkadaşım Atilla‘nın ölümünden duydum.”dedi.
Filmde Verilmek istenen İki Önemli Mesaj
Birincisi: Çivili bombanın patlamasından sonra Keup Caddesi’nde bulunan en alttaki polisten başlayarak dönemin İçişleri Bakanı Otto Schily’e kadar uzanan güvenlik halkasında yer olan herkesin başından itibaren kurbanları suçlu göstermesi. Hal böyle olunca da gerek suçlular yedi yıl boyunca hiç araştırılmamış. Kurbanlar mağdur edilmiş, potansiyel suçlu görülmüş. Hem de, kurbanlar poliste verdikleri ifadelerde “olayın arkasında yabancı düşmanlığı ve ırkçılık olabilir” demelerine rağmen…
Belgeselde verilmek istenen ikinci önemli mesaj: Cinayetler sonrasında kurban yakınlarına reva görülen uygulamanın bir benzerine Keup Caddesi’ndeki çivili bomba mağdurlarının da maruz kaldığının ortaya konması. Mağdurlardan Atilla Özer ve Abdulla Özkan’ın yaşadıkları zorluklar ve sıkıntılar çok çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriliyor. Olayla ilgili kendilerinden resmi özür dilenmemiş ve psikolojik destek görmemişlerdir. Olayın mağdurlarından Atilla Özer iş ortağı Abdulla Özkan gibi önce işini kaybetmis, daha sonra kansere yakalanmış, uzunca süren bir tedavi sonucu kanseri yenmeyi başarmış. 4 yıl önce aldığı ağri kesici ve sakinleştirici ilaçlardan dolayı deprasyona girmiş mide kanaması ve kalp krizi geçirmiştir. En son 23 eylül 2017’de geçirdiği kalp krizi sonucu arkasında biri 17, diğeri 8 yaşında iki gözü yaşlı evlat ve sevdiklerini geride bırakarak yaşama veda etmiştir.
Olayın Canlı Tanıkları Tarihi Gerçeği Aydınlatıyorlar
Belgeselde “başrol”ü oynayan kurbanlar, yaşadıklarını bu kez çekinmeden, korkmadan anlatıyorlar. Olayın hemen sonrasından başlayarak uzun bir süre Özcan ve Hasan Yıldırım korku ve endişe nedeniyle konuşmamayı ya da çok az konuşmayı tercih etmişlerdi. Belgesel bir yanıyla onların içlerini dökmeye yaramış.
Özcan Yıldırım, “Belgeselde sadece yaşadıklarımızın yüzde 50’si var” dedikten sonra şöyle diyor: “Bu belgeseli çocuklarımızın geleceği için çektik. Her şey bilinsin, bir kez daha böyle bir olay olduğunda aynı şeyler yaşanmasın istedik. Belgeseli her izlediğimde içim kan ağlıyor.”
Gerçekten de Özkan’ın yaşadıkları hiç de kolay olmamış. Bombanın Naziler tarafından konulduğunun ortaya çıktığı güne kadar, yani 7 yıl boyunca, derin bir uyku uyumamış. Ailesinin huzuru bozulmuş, intihar etmeyi düşünmüş, dükkanı satmayı planlamış…
Bütün bunların sorumlusu elbette soruşturmayı yürüten polislerin tutumu. Kendilerine ve ailelerine suçlu muamelesi yapılmış. Kardeşler ve eşleri yedi saat boyunca çapraz sorguya çekilmiş, tehdit edilmiş. Bütün bunlar yetmemiş gibi bir de peşlerine gizli polis takılmış.
Belgeselde yer alan ifade tutanaklarındaki en önemli ayrıntılardan birisi, ifadeyi alan polisin, Özcan Yıldırım’a, kendisinden zorla haraç alanların ismini vermesi durumunda verdiği haracı vergiden düşürebileceğini teklif etmesi!
Böyle Pişkinlik Hiç Görülmedi
“Keup Caddesi’ndeki Kuaför” güvenlik birimlerinde göçmenlere karşı var olan kurumsal ırkçılığı tanıklarıyla, net ve yalın bir biçimde ortaya koyuyor. Asıl olarak bunu sorguluyor. Patlamadan hemen sonra olay yerine gelen polisin Özcan Yıldırım’a ilk sorusu “Sigortan var mıydı?” oluyor. Yani sigortadan para almak için kendisi bir patlama planlamış olabilir!
Her olay sonrasında göçmenlerin sorumlu görülmesi anlayışı sadece Keup Caddesi’nde değil, cinayetlerin olduğu diğer kentlerde de sözkonusuydu. Bu elbette tesadüf değil. Cinayetin işlendiği, bombaların patladığı her yerde polisin aynı yolu takip ederek kurbanları suçlu ilan etmesi, baskı yapması “kurumsal ırkçılık”tan da öteye bir durumdur.
HALA ÖZÜR DİLENMEDİ?
Olaydan birinci derecede sorumlu güvenlik görevlileri şimdi ne diyor? Dönemin Köln Emniyet Müdürü Klaus Steffenhagen, belgeselde olayın o dönem uzman ekipler tarafından olması gerektiği gibi takip edildiğini söyleyerek, açıktan hatayı kabul edip özür dileme ihtiyacı duymuyor. Federal Parlamento NSU Araştırma Komisyonu’na ifade veren Köln Aşayış Dairesi (BKA) yöneticisi de yanlış yaptıklarını kabul etmiyor. “Benzer bir olay olduğunda yine aynı şekilde mi davranırsınız” sorusuna yanıtı, kendisinden emin bir şekilde “Bir daha böyle bir olay olmayacak” oluyor. Nereden biliyorsa?
Bugüne kadar NSU Davası’nda tanık olarak dinlenen 100’den fazla emniyet görevlisi de neden cinayetler ve bombalı saldırılar konusunda yanışlık yaptıklarını açıklayamadı. Gelen sorulara geçiştirme yanıtlar verildi. Hiç birisi dava sırasında kurban ailelerine dönüp bu yanlışlıktan dolayı özür dileme ihtiyacı bile duymadı.
Halbuki kurbanları ağır derecede mağdur eden bu güvenlik aygıtının temsilcilerinin hatasını ve suçunu kabul edip özür dilemesi gerekiyor. Çünkü olaylarla doğrudan ilgisi olmayan Başbakan Angela Merkel’in devlet adına özür dilemesi, politik olarak bir anlam taşıyabilir ancak kurumsal ırkçılıkla mücadele açısından fazla bir öneminin olmadığı NSU Davası’nda görülüyor. Belgeselin “başrol” oyuncuları olan Keup Caddesi patlamasının mağduru kuaför kardeşlerin, NSU Davası’na tanık olarak dahi davet edilmemesi de bunu gösteriyor.
“Olayı yaşayan eski eşim bunalıma girdi ve öldü”
Belgesel filmi izlemeye gelen ve filmle ilgili duygularini belirten Altona belediye meclisi üyesi Behcet Algan ” Bu davayı Almanya’nın faili meçhul cinayetleri aydınlatmamasının bir sonucu olarak görüyorum. Uzun süre bu olaya mafya süsü verilip aydınlatılmamış olmasını, Alman demokrasisinin ve buradaki basın kuruluşlarının bir noksanlığı olarak görüyorum. Buradaki adalet sisteminin daha farklı çalışacağını umuyordum. Tüm kurumlar bundan bir ders çıkarmalı. Umarım Almanya’da bir daha böyle bir şey yaşamayız” dedi.
Film gösteriminden sonra, konuyla ilgili düzenlenen basın toplantısında konuşan, belgesel filmin gösterimini Hamburg’da organize eden, Candan Özer-Yılmaz 14 yıldır bir türlü sonuçlanamayan NSU davasına dikkat çekmek istediğini belirterek “Amacımız bir türlü sonuçlanmayan NSU cinayetlerine dikkat çekmekti. Almanya’da herkes Recep Tayyip Erdoğan’ı tanıyor ve onu tartışıyor ama NSU nedir? dediğimizde çoğu bilmiyor. Almanya kendi utancını bilmiyor. Biz de bunu tekrar gündeme getirmek istedik” dedi. Keup Caddesi’ndeki saldırıda yaralanan ve olayın etkisinden bir türlü kurtulamayan eski eşini 7 ay önce kaybettiğini belirten Yılmaz, “Oradaki mağdurlar hep bir suçlu olarak görüldü. Bundan eski eşim de çok etkilendi. Kabuslar gördü, kapalı yerlerde duramadı. Baskı ilerledi ve davalar sonuçlanmadı. İşini kaybetti. Sonra biz de ayrıldık. Ayrıldığım eşim Atilla Özer tüm bu olayların etkisiyle bunalıma girdi ve 7 ay önce kalp krizi geçirdi. Bu olayla bağlantılı olarak yaşamını yitiren dördüncü ve en son kişi oldu. Ama NSU davası hala devam ediyor. Oğlum her gün babasını soruyor? Oğlumun babasını kim geri getirebilir? Bu hatanın telafisi mümkünmüdur?” Konuya insanların ilgisiz ve duyarsızlığından yakınan Yılmaz,” Daha ne kadar kurban vereceğiz’ki aklımız başımıza gelsin!!!” dedi.
Yorum; Son BirKaç Söz
Olayın mağdurlarından olan ve 23 eylül 2017 tarihinde geçirdiği kalp krizi sonucu hayata gözlerine yuman Atilla Özer’in eşi Candan Özer Yılmaz’ın girişimleri sonucu organize edilen, filmin gösterimi esnasında son derece duygusal anlar yaşandı.
Gerek ele aldığı konu, gerek konunun ele alınış biçimi ve işlenişi itibariyle son derece akıcı, sürükleyici ve başarılı olan filme emek veren başta yönetmeni ve ekibini kutluyorum.
Umulanın tersine filme Hamburg ta ilgi ve katılım malesef beklenen düzeyde olmadı.
Irkçılığın son dönemde hızla artarak yükselişe geçtiği tanık oluyoruz. Almanyada yaşanan olumsuzlukların günah keçisi haline getirilmek istenen göçmenlere yönelik bu tutumdan süratle vazgeçilmelidir.
Bu konuda Türkiye’liler yaşananlardan dersler çıkartarak, hep birlikte ırkçılığa ve yabancı düşmanlığına karşı mücadele vermelidirler. Özellikle büyük emek ve özveri verilerek hazırlanan filmin gösterimine, başta Hamburg’ta yaşayan göçmen kökenli milletvekillerimizin ve basın mensuplarımızın ilgisiz kalması son derece düşündürücüdür.
´