15 Temmuz Darbe girişimi sırasında memleketi Giresun’da bulunan Hamburg ve çevresi Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı(HADD) Coşkun Coştur, Elbe Express’e çok önemli açıklamalar yaptı.
ELBE EXPRESS/ÖZEL RÖPORTAJ
Türkiye’de yaşanan 15 Temmuz Darbe girişimini yaşayan HADD Başkanı Coşkun Coştur, ayağının tozu ile geldiği Hamburg’da Elbe Express’e konuştu. Darbe gecesinden ve sonrasında yaşananları yorumlayan Coştur, Kurucu değerlerimize dönerek bunu atlatabiliriz, dedi.
Darbe girişimine ne zaman öğrendiniz? Sonrasında hangi olaylara şahit oldunuz?
Hamburg’daki kardeşimden gelen telefonda “Darbe oluyor, haberiniz var mı” diye bildirdi. O anda bir lokalde oturuyordum. Ben hemen CNN Türk’ün açılmasını istedim. Oradaki gelişmeleri televizyondan an be an izledik. İlk dakikalarında darbenin gerçekliği hakkında ciddi kuşkular vardı. İnsanlarda bir kaygı, karamsarlık ve korku hali mevcuttu. Durum anlaşılamıyordu. Herkesin kafasında kimin, neden yaptığı hakkında sorular vardı.
Daha sonra lokalden ayrılarak, sabaha kadar gelişmeleri izledim. Ülkem adına büyük kaygı ile bekledim. Gecenin ilerleyen saatlerinden camilerden sela sesleri, belediye hoperlerinden anonslarla insanların meydanlara çıkması söylendi. Küçük bir ilçe olmasına rağmen bir kısım insanlar bu çağrıya uydu. Daha sonrasında öğrendiğimde kaymakam,belediye başkanı ve jandarma komutanı da toplantıya katılıp halkı sükunete davet etti. Darbeye karşı durma noktasında ufak tefek yürüyüşler yapıldı. Bu kalkışmanın bir fikasyo olduğunu ve başarısız olacağını darbe girişimi başladığı anda tahmin etmekte mümkündü.
Buraya kadarı benim gözlemlediğim şeyler. Açık söylemek gerekirse, bu durumun ülkemize ağır bedeller ödeteceği kaygısına düştüm. Bu kaygımın hala büyük bir kısmını muhafaza ettigimi söylebilirim.
KAMER GENÇ:“Feto ile kol kola olanlar var bu Feto başınıza bela olacak!”
Darbe başarısız oldu ama sonrasında yaşanan gelişmeleri nasıl değerlendiriyorsunuz?
Özellikle AKP iktidarı döneminde Cemaat-FETÖ yapılanması müthiş bir ivme kazanmıştı. Devletin bütün kademelerinde özellikle yargıda, hukukta, bürokraside, polis ve ordu da kadrolaşma olduğunu ve ve buna ciddi manada göz yumulduğunu biliyorduk. Bizim geçmişte Ergenokon, Balyoz gibi kumpas davaları için bütün haykırışlarımıza karşı bize saldıranlar bugün ne kadar yanıldıklarını gördüler. Bu yalan kumpaslar için Hamburg’da önemli miting ve paneller yapmıştık. Bize inanmayanlar şu anki geldiğimiz noktada “bize aptal” diyebilirsiniz diyerek bu konudaki sorumluluklarından sıyrılmaya çalışıyorlar. Oysa siyasette genel kural yapılan yanlışlardan sonra, bunu Avrupa’da yaşayanlar daha iyi bilir, istifa etmektir. Sadece kandırıldık demekte için içinden sıyrılamazlar. Bu yapılanmanın sözcülüğünü yapan dönemin milletvekilleri, hükümet temsilcileri, tetikçi gazetecileri ve kendine aydın diyen liberaller bunun hesabını vermesi gerekir. Meclis konuşmalarında adını rahmetle anacağım Tunceli Milletvekili sevgili Kamer Genç, FETÖ yapılanmasına karşı en büyük muhalefeti mecliste cesursa yaparken, bu AKP’li vekillerin saldırısına uğramıştı. Şuan bir gerçek ortaya çıkıyor ki Uğur Mumcu ve Aziz Nesin gibi aydınların FETÖ’yu bundan 25 sene önce söylemişti. Bunların bildiği için Uğur Mumcu’nun katledildiğini, Sivas’ta Aziz Nesin’e yönelik başlayan ve 34 can’ın ölümüyle sonuçlanan Madımak Katliaımın bu sebepten başladığına inanıyorum. Bu yapıyı bilen, deşifre eden ve topluma anlatan insanlar ya saldırıya uğradıklarını yada katledildiklerini görüyoruz.
Peki, bu duruma karşı alınan önlemlere nasıl bakıyorsunuz?
Ortada çok kompleks gibi gözüken bir soru var. Türkiye’nin cemaat tarafından sarmalandığına, devletin bütün kurumlarını ele geçirdiğini özellikle polis ve asker içinde örgütlendiğine dahil. Bu yapılan“ kalkışmayla“ gün yüzüne çıkmış oldu. Bundan sonraki süreçte ise bu yapının nasıl devlet içinde temizleneceğine dahil bir siyasi iradenin ortaya çıkması gerekiyor. Tüm bu süreçler içinde bunları kollayan, besleyen ve önemli görevlere getiren zihniyetin bu durumu temizleyeceği aşamasında büyük bir şüphe var. Şu anda 50 bin civarında insan devlet kurumlarından uzaklaştırıldığını göz altina ve hapse atıldıklarını görüyoruz. Yapılan bu görevden almaların muhalefet partileri ile biraraya gelerek bir bakış açısıyla yapılması gerekiyor. Kemal Kılıçdaroğlu’nun söylediği gibi “Meclis iradesini yok etmeye çalışan darbe girişiminin önlenmesiyle beraber hükümetin aldığı kararla OHAL ilanı ile kendi elleriyle Meclis iradesinin saf dışı bırakıldığını” Şuanki bazı uygulamaların toplumun vicdanında sıkıntı yarattığına şahit oluyoruz. Özellikle Genel Kurmay’ın Cumhurbaşkanlığına, Kuvvet Komutanlıklarının İçişleri Bakanlığına bağlanaması, Askeri liselerin ve Harp Okullarının kapatılması gibi uygulamalarla orduyu siyasetin yetki alanlarına sokan çok ciddi tasarrufların kaygısını yaşıyoruz. Bu ülkeyi nereye götürür konusunda kafalar karma karışık. Olayın mağduru gözüken Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın aynı zamanda bu sorundan nasıl çıkılır, konusunda sözde inisiyatif almış gözüküyor, ve kendi çözebileceği noktasında –KHK- ( Kanun Hükmünde Kararname) adımlar atmaya devam ediyor. Kendi söylemiyle çelişerek 15 Temmuz’un bir milad olması gerektiğini, toplumsal konsensusu savunurken, muhalefet partilerini görmezden geliyor. Oysaki yaşanan bu gelişmelerin mecliste grubu bulunan tüm partiler ile yapılması ülkenin selameti açısından çok daha iyi olurdu. Şuan sürecin şeffaf yürütüldüğü noktasında da bazı kuşkular var. AKP Milletvekili Şamil Tayyar bile Hükümet, Cumhurbaşkanı, MİT ve Başbakan arasındaki soru işaretlerine dikkat çekiyor. Özellikle Darbe girişimin neden ivedilikle muhataplarına ulaştırılmadığına dahil yanıtlanması gereken sorular var. Darbe girişimini eniştesinden öğrendiğini söyleyen Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu açıklamasıda çok manidar. Cumhurbaşkanının devletin istihbarat birimlerinden değil bunu bir akrabasından öğrenmesi olayı başka boyuta taşıyor. Bu böyle olsa bile bunu ifşa edilmemesi gerekirdi ama bunun açıklamasının arkasında da mutlaka bir şey var. Rasgele söylemiş bir cümle değil.
Yapılan son YAŞ toplantısında görüldü ki “Dağ fare doğurdu” alınan kararlarda başta Hulisi Akar olmak üzere komuta kademesi yerlerini korudu. Cumhurbaşkanın kara kutusu olduğu söylenen MİT Müşteşarı Hakan Fidan’ın yerini koruması kafalardaki soru işaretlerini büyütüyor. Bu kişilerin derhal görevlerinden alınmalarını düşünüyorum ama hala yerlerinde oturmaları olayın bence üzerinde durulması gereken noktası burası.
Tüm bunlar yaşanırken Almanya’dan Türkiye’ye bakış nasıl?
Ben Türkiye’de darbe girişimini yaşadım ve sonrasında buraya geldim. İkisini karşılaştıracak olursak; Türkiye’de duruma daha soğuk kanlı yaklaşılırken buradaki kamuoyundaki tartışmalara bakıldığında tamamen Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir algı oluşturuluyor. Darbe yapmak isteyenlere neredeyse hiç dokunulmazken Erdoğan eleştiri oklarının hedefi oluyor.Bu durum Erdoğan’ı iç siyasette daha da güçlenmesine yol açıyor. Bu bilinçli mi bilinçsiz mi yapılıyor bilmiyorum ama olaya hizmet etmediğini düşünüyorum. Olaya körü körüne bir Erdoğan düşmanlığının yerine daha somut bilgilerle eleştiriler getirilmesini düşünüyorum.
Darbe girişimden önce dış politikada bazı önemli adımlar atıldı. Örneğin Rusya ve İsrail ile anlaşıldı ama arkasından bunları yaşadık. Sizce bu zamanlama tesadüf mü?
O döneme bakılırsa Türkiye, dış politikada izlediği Yeni Osmanlıcılık anlayışını tutmadığını gördü. Mavi Marmara ile yaşanan İsrail krizi, ardından çıkmaz sokan Suriye politikası, Rus savaş uçağının düşürülmesi gibi yanlışlarından dönmeye başlamıştı. Rusya ve İsrail ile normalleşmeye başlayan politaka tam meyvesini verecekken darbe girişimiyle her şey sekteye uğradı. Burada buz dağının kalan kısmını görmemiz gerekir. Batı ve özellikle ABD’nin her zaman şu stratejisi oldu. Kendi fikirleriyle örtüşen sanal hükümetlerle çalışma isteği darbe girişimleri gibi devletlerin içişlerine müdahelerini izledik. Türkiye’deki bu durumu da es geçemeyiz. Darbe girişimi olduğu sırada CIA bağlantılı Stratfor isimli düşünce kuruluşunun an ve an attığı darbe twitleri duruyor.
Kısaca özetlemek gerekirse biz darbelerin nereden gelirse gelsin her türlüsüne karşıyız. Bu saatten sonra yapılacak tek şey darbelerden arınmış, çağdaş, demokratik, hukukun üstünlüğünü sahip hep birlikte bir Türkiye yaratmaktan geçtiğini düşünüyorum. CHP nin 24 Temmuz Taksim mitinginde bu kaygılar dile getirildi ve hep bir ağızdan “ Ne Darbe Ne de Diktatörlük” diye haykırıldı.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın son açıklamalarına gelecek olursak. Halkı meydanlara çıkmasını söyleyen Erdoğan’ın Taksim’e Topçu Kışlasında hala diretmesini nasıl karşılıyorsunuz?
Darbeye karşı yeni bir takım girişimleri önlemek aşamasında Cumhurbaşkanı Erdoğan, bir güç gösterisi şeklinde halkı meydanlarda tutmak için bir çaba harcıyor. Bu durum tehlikeli bence. Sosyal medyada dolaşan bir gencin bayrak tutmamasından dolayı dövülmesi örneğinde olduğu gibi. Oradaki demokrasiyi savunan bazı insan tiplerinin IŞİD’den görüntü farklı olmadığını gerçekten bunlar demokrasi için mi sokakta diye kendime sormadan da edemiyorum. Benim Türkiye’nin demokratikleşme konusundaki gerçek müttefiklerimin bunlar olup olmadığı konusunda ciddi kaygılar taşıyorum. Bu meydanlarda söylenen anti- Amerikancı söylemler nedeniyle buna körü körüne takılanları anlamıyorum. Ulusal Kanal ve Aydınlıkta buna yönelik destek açıklamaların yapılmasına karşı kaygılarımızı dile getirmeliyiz. Kimseyi ötekileştirmeden, Türkiyenin bütün dinamiklerin herkesin buna katkı yapması gerektiğini düşünüyorum.
Gezi Parkı Direnişiyle başlayan Topçu Kışlası yapımının hala dillendirilmesini anlamakta güçlük çekiyorum. Hem Atatürk’ün “Hakimiyet Milletindir” sözünü her yere asacaksınız sonra da Ali İsmail’lerin, Abdullah Cömertlerin uğrana şehit olduğu Gezi Parkına Topçu Kışlası yapacam diye tutturacaksınız, bu olmaz. Tarihimizin yüz karası 31 Mart Dinci Faşist ayaklanması döneminin komuta merkezi Topçu Kışlası, Atatürk ve İsmet İnönü komutanlığında Hareket Ordusu tarafından yerle bir edilmişti. Bu anlamda Gericiliğin sembolü Topçu Kışlası hayalini gerçekleştirme isteği olsa olsa laik demokratik Türkiye Cumhuriyet’ine karşı bir öç alma ruhunu canlandırmaktır. Ama bu Gezi’de olduğu gibi şimdi de tutmaz.
Bu sorunun üstesinden ancak TBMM‘inde bulunan tüm siyasi partiler ve diğer kurum ve kuruluşlarla ortak akılda buluşan milli bir iradeyle, Mustafa Kemal Atatürk‘ün bizlere miras olarak bıraktığı felsefe ve bakış açısı ile yani yeniden „Fabrika ayarlarımıza dönerek“ çözülebileceği düşüncesindeyim.