Küba’ya bir gezi düzenleyen İsmail Güner, izlenimlerini Mehmet Atak ile paylaştı.
Röportaj: Mehmet ATAK
1977 yılında Almanya’nın Bremen kentinde tanışmamızdan bu yana dostluğumuzu sürdürdüğümüz ender insanlardan biri olan İsmail Güner, gerek Ankara Siemans’teki görevi icabı, gerekse içindeki o müthiş seyahat etme duygusu sebebiyle günümüzün modern Evliya Çelebisi gibi durmadan ülke ülke, şehir şehir dolaşıyor; gördüğü enteresan şeyleri resimliyor ve notlarını da yayınlıyor. Mademki Evliya Çelebi benzetmesi yaptık, “Seyahatnâme” adlı eserinde gezip gördüğü yerleri, şahit olduğu olayları detaylarıyla kaleme almış olan o ünlü seyyahı da kısaca tanıtarak röportajımıza başlayalım:
Evliya Çelebi 1611 yılında İstanbul’da doğdu. Sürekli olarak seyahat arzusuyla yanıp tutuşurken, bir gece rüyasında Hz. Muhammed’i görür. Yanına gidip ondan şefaat dileyecekken dişli sürçen ve “Şefaat ya Resullallah” diyeceğine “Seyahat ya Resulallah” diyen Evliya Çelebi’inin bu sözüne gülen Hz. Muhammed, kendisine hem şefaat hem de seyahat ihsan eder. Önce İstanbul ve Bursa, daha sonra tüm Osmanlı şehirlerini 50 yıl süreyle gezen, bazen savaşlara bile katılan Evliya Çelebi’nin son durağı Mısır olur ve 1682 yılında Kahire’de vefat eder.
-Sayın Güner, sizi sıkça seyahat halinde görüyoruz. Bugüne kadar hangi ülkede kaç şehri gezdiniz ?
Eşimin de seyahattten keyif alması sonucu, elimizden gelen her fırsatta bir yerlere gitmeye çalışıyoruz. Ama dünya o kadar büyük ki, tüm ülkeleri görmek hem zamansal hem de parasal olarak neredeyse imkansız gibi.
Türkiye’de denizi, kıyısı olan her yeri, kasaba hatta köy detayında dolaştık. Sahiller dışında turizmden nasibini almış her köşeye gitmeye çalışıyoruz. Önümüzdeki yıl Doğu Anadolu turunu da yapabilirsek, ülkemizde görmediğimiz bir yer kalmayacak gibi görünüyor. Tabii bu arada Kapadokya bölgesine ve Bodrum’a senede bir kaç kez gitmeye çalışıyoruz.
Tüm bu aktiviteleri araçla yaptığımız için yılda, Ankara’da çalışan bir ticari taksi kadar yol yaptığımızı söylersek abartmış olmayız.
-En beğendiğiniz ülke ve şehirler hangileridir; özellikleri nedir ?
Almanya seyahatleri bizim için yurt dışı statüsünde değil, sanki Türkiye’nin bir şehrinden bir başka şehrine gidiyormuşuz gibi hissediyoruz. Almanya’daki şehirleri, belki Almanya’da yaşayan insanlardan daha fazla ziyaret ettik, daha çok yer gördük desek abartmış olmayız. Hâlâ senede en az biz kez gelmeye çalışıyoruz. Almanya’daki favori kentimiz “Trier”.
İspanya, Fransa, Belçika, Hollanda, Lüksemburg, Avusturya, İtalya, Çek Cumhuriyeti, Slovakya, Danimarka, Tunus, Fas, Azerbaycan, Türkmenistan, Özbekistan, Tacikistan, Rusya, Yunanistan, şimdiye kadar ziyaret ettiğimiz ülkeler olarak sayılabilir. Son olarak Küba bu listeye eklendi. Şehirleri yazmaya başlarsak çok uzun bir liste çıkar karşımıza.
En beğendimiz ülkeyi şöyle tanımlamak isterim: Her yurtdışı seyahatimizden sonra kendime sorduğum bir soru vardır, “Bu gün Türkiye’de yaşadığım son gün olsa ve seçim hakkını bana verseler, kalan ömrünü nerede tamamlamak istersin”? diye, inanın cevabım uzun süredir – Rodos’u gördüğümden beri- değişmedi: “RODOS”.
RODOS’TA MUHTAR ADAYI !
Bir Yunan adası olan Rodos, öncelikle dünyanın üç veya dört güvenli şehirlerinden bir tanesidir. Günün her saatinde, adanın her köşesi sorunsuz gezilebilir. Bizim kültürümüze çok yakınlar. Mutfaklarımız, damak tadlarımız çok benziyor; insanlar olarak ta birbirimize benziyoruz ve de en önemlisi kendimi mutlu hissediyorum. Rodos’a gittiğimiz her seferde birilerini tanıyorum ve dostluklarımızı devam ettiriyoruz. Eşim de bu yüzden bana “birkaç kez daha Rodos’a gelirsen, artık muhtarlığa adaylığını koyarsın” diyor.
Özellikle ada insanları dünyanın her yerinde yaşama daha geniş bir çerçeveden bakıyorlar. Fiziksel olarak yaşadıkları yere bağlıyorum bunu. Ufukları devamlı açık, sonsuzluğa bakıyorlar. Rodos, tarihi bir yer.. Özellikle eski şehir surlar içerisinde ve yüksek katlı bina yok; hatta dokunduğunuz her duvar, caddelerde sokaklarda üzerinde yürüdüğünüz taşlar ortalama 700 yıldır yerinde duruyor.
Rodos, Osmanlı döneminden de çok fazla esere sahip, Türk okulu (restore ediliyor), camiler ve çok değerli kitapların yer aldığı bir kütüphaneye sahip. Bu kütüphanede dünyada bilinen 4 adet el yazması Kuran’dan iki tanesinin yer aldığı söyleniyor. Hatta bu eserler bir dönem çalınmış ve yıllar sonra satılmak üzere İngiltere’de çıkarıldığı açık arttırma öncesinde el konularak gerçek sahibi olan Rodos’taki Osmanlı Kütüphanesine teslim edilmiş.
Kimsenin sizi kandırmak gibi bir niyeti yok. Fiyatlar Türkiyede’ki tatil beldelerinden daha makul seviyelerde. Bu nedenle sanıyorum bir çok türk insanı tarafından yaz tatillerini geçirmek üzere tercih ediliyor. Aynı şekilde Midilli Adası da bu kapsamda değerlendirilebilir.
Rusya’nın St.Petersburg şehri ise bu sıralamamda ikinci durumda, Küba için biraz daha düşünmeye ihtiyaç var, bir kez daha gidilebilir, bu kesin.
-Sayın Güner, Bremen şehrindeki öğrencilik yıllarınızda yaşadığınız Almanya ile bugünkü Almanya’yı çeşitli yönlerden kıyaslar mısınız ?
1977 yılında Bremen’e geldiğim zaman, Bremen Üniversitesi açılalı henüz 3 yıl olmuştu. Almanya genelinde, Bremen Üniversitesi, uyguladığı eğitim sistemi nedeniye çok kabul görmüyordu. Bu nedenle de özellikle yabancı öğrenciler tarafından tercih ediliyordu, ayrıca öğrencilere karşılıksız burs bile veriliyordu. Bizler üniversitede okumaya başladığımız seneye kadar öğrencilere sağlanan bu sosyal haklar azalmaya başlamıştı.
Bence gözlerimizin gördüğü, yaşanan değişime en güzel örnek, belki çoğu insanın dikkatini çekmemiş olabilir, benim için “Otobüs Durakları” olabilir. Demir konstrüksiyonu ve oluklu teneke ile kaplanmış otobüs duraklarından bu gün şık, modern, oturma imkanı olan, aydınlatılmış ve cam bölmelerin oluşturduğu duraklara geldik.
O dönemde var olan yabancılara bu gün çok sayıda Afrikalı yabancılar eklenmiş, Avrupa Topluluğu’na katılan son devletlerle ve Rusya’nın dağılması ile birlikte günlük yaşamın geçtiği şehir merkezlerinde, kahvelerde, otobüs ve tramvaylarda, S-U Bahn ve alış veriş merkezlerinde, almanca yerine eski doğu bloku ülkelerinin dilleri daha yoğun kullanılır olmaya başlamış.
ALMANLARDAN DAHA ÇOK ALMAN BİR NESİL
Avrupa ülkelerinde şehirlerin fiziki yapıları pek değişmediği için fiziksel olarak pek bir değişiklik göremiyoruz. Tüm şehirlerde yeni yerleşim bölgeleri açılmaya başlamış.
Yaşayan üçüncü nesil sonrası Türkler artık Almanlar’dan daha çok Alman olmuşlar, Almanya’ya girişte bunu daha çok fark ediyoruz. Pasaport kuyruklarında çeşitli ülke vatandaşlığına geçmiş ve pasaportunu almış bir çok Türk kökenli insan var. Yabancılar arasında ev sahibi olma oranı çok yükselmiş, hatta bir kısmı zaman içerisinde Türkiye’de elde ettikleri mülklerini satıp Almanya’da yatırım yapmaya başlamışlar. Yabancılar artık daha iyi arabalara binmeye çalışıyorlar. Seçme seçilme haklarına daha çok sahip çıkıyorlar. Okuyan yabancı sayısı daha fazla, Almanca bilmeden yaşamın ne kadar zor olduğunu anlamışlar. Müteşebbis ruhumuz öne çıkmış, insanlara iş imkanı sağlayan işletmeler kurmuşlar, Yaz tatillerini her yıl artık Türkiye’de değil, başka ülkelerde geçirmeye başlamışlar. Türkiye’ye gelenler ise tatillerinin kısa bir bölümünü aile ile köyde kentte geçirirken, büyük kısmını tatil beldelerinde geçirmeye çalışıyorlar. Yıllarca araçlarıyla uzun kuyruklar oluşturarak geldikleri ülkelerine artık uçakla gelip, araç kiralayarak geziyorlar.
Emekli olan Türklerin bir kısmı kesin dönüş yerine senenin bir kısmını Türkiye’de geçirip, bir kısmını Almanya’daki boşaltmadıkları ikametgahlarında geçiriyorlar.
ALMANYA’DA ESKİ SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI AZALMIŞ
Almanyada sosyal devlet anlayışı zayıflamış, vatandaşlarına sağladığı imkanlar azalmış. Buna örnek olarak, Lufthansa Hava Yolları ciddi bir şekilde tasarrufa yönelmiş. Eskiden havalimanlarında yolcu bekleme alanlarında yolculara sundukları avantajlar, neredeyse gazete, çay ve su’dan ibaret kalmış.
Türk kökenliler arasındaki ilişkiler bile Almanlar gibi yüzeysel hale gelmiş, Bu senenin Ocak ayında yıllar sonra Bremen’de arkadaşlarla bir araya gelmeyi başardık. Oturduğumuz mekandan dağılırken tüm arkadaşlar kendi yediklerini içtiklerini ödeyip ayrıldılar ve bana gerçekten komik geldi bu davranışları. Bir enteresan anımız da; bana “sizi Avrupa Birliği’ne almayacağız” diyenin Türk kökenli olmasıydı.
– Peki 30 yıl öncesi ve bugün itibarı ile bakıldığında Türkiye ve Almanya karşılaştırmasında hangi noktalar dikkat çekiyor ?
30 yıl öncesi Türkiye ve Almanya arasındaki farklar da bizler gibi değişime uğradı. Ne Türkiye eski Türkiye, ne Almanya eski Almanya ! Bunları gözlemleyebileceğiniz en kolay yer Havalimanları. Özellikle Ankara’ya hac zamanı uçuyorsanız, resmen barakalardan oluşturulmuş kontrol ve gümrük mekanlarına gelinirdi. Saatlerce süren işlemler, bavulların tek tek kontrolu yapılırdı. Bugün bu konuda gerçekten ciddi bir iyileştirme oldu, Türkiye’nin bir çok şehrinde tadil edilen, büyütülen Havalimanları veya ilk defa yapılan modern havalimanları var ve hava ulaşımı yoğun olarak kullanılmakta. Her türlü elektronik eşyayı Almanya’dan getirdiğimiz dönemler geride kaldı. Hatta Bankacılık alanında imzalı kredi kartı yerine şifreli kredi kartına Türkiye Almanya’dan önce geçti.
Bol miktarda kara yolu yapıldı, trafik kazaları eskiye göre azaldı, ülkede dolaşan araç kalitesi arttı. Artık “TÜV” bile araçlarımızı Türkiye’de denetler oldu. Teknik olarak bir çok gelişme yaşandı. Gelişmeler son dönemde pozitif görünüyor. Ama bu arada Türkiye’nin onlarca senede biriktirdiği ve yatırıma dönüştürdüğü tüm işletmeler özelleştirme kapsamında elinden çıktı. Ayrıca tüm yapılan yatırımlar Almanya ile aramızda oluşmuş olan farkı görsel olarak azalmış gösterse bile, mali verilerimiz aynı şeyleri söylemiyor sanırım. Bu nedenle daha çok çalışmamız gerektiğine inanıyorum.
– Şimdi de son yurtdışı seyahatiniz Küba üzerinde konuşalım. 1959 yılından bu yana Fidel Castro ve şimdilerde de kardeşi Raul Castro’nun başında olduğu sosyalist bir idare ile yöneltilen Küba seyahatinizi hangi amaçla yaptınız ? Bu turistik geziden genel olarak memnun kaldınız mı ?
Neden Küba ? Bu soruya cevap vermek gerçekten hem zor hem de çok kolay. UNESCO tarafından dünya genelinde yapılan anket sonuçlarına göre KÜBA en çok merak edilen ülke sıralamasında birinci sırada yer almış. Biz normalde çok gezmeyi çok sevmemize karşın, uzun süreli uçak seyahatlerine çok sıcak bakmamamız nedeniyle ertelediğimiz bir hedefti. Bunu gerçekleştirmiş olduk. Bir de Sosyalizm’in dünyadaki son kalesi olarak gösterilen ülkeyi kendi gözlerimizle görmek ve değerlendirmek istedik.
Seyahat bizim için her zaman olduğu çok keyifli geçti. Genelde “Gezgin”ler bir yere giderken büyük beklentiler içerisinde olmaz ama bizlerinki tatilden çok gezme ve ülkeyi insanları, kültürleri ile birlikte tanıma maksatlı olduğu için, temiz bir çarşaf ve temiz bir tuvalet tüm beklentilerimizi karşılıyor. Genelde bu tip kültür gezilerinde “tatil” sözü pek geçerli olmaz, hatta gezi dönüşü bir tatil bile gerekebilir.
Bu ülke kuruluşundan bu yana tüm uygulanan ambargolara, baskılara, kısıtlamalara rağmen ayakta kalmayı, halkı ile barışık bir yönetim sergilemeyi başarmış. İnsanların, yönetimin hataları olduğunu ama ülkenin doğru yönetildiğinden emin olduklarını görmek, her ne kadar Papa’nın Küba’yı ziyareti ve sonrasında Amerika’nın ılımlı açıklamaları olsa da, önümüzdeki yakın dönemde yönetimsel bir değişiklik olmayacağının işareti olarak görünüyor.
Özetle söylemek gerekirse, bu gezi bizim beklentilerimizi tam anlamıyla karşıladı, çok memnun kaldık, sadece zamanımız biraz yetersizdi.
BİR GEZGİNE GÖRE KÜBA’NIN TARİFİ
Küba’nın şimdiye kadar okuduğum en güzel tarifi bir başka gezgin tarafından yapılmış; “Renginizi, cinsiyetinizi unuttuğunuz, dininizin ve inançlarınızın bir önemi olmadığı, sadece insan olduğunuz için kabul gördüğünüz bir yeryüzü parçası hala kalmışsa orası Küba’dır.”
– Küba’da sayılı günleriniz esnasında yaşadıklarınızdan bazı kesitleri bize nakleder misiniz ? Oraya gitmeden önce o ülke hakkında bildikleriniz veya duyduklarınızla, orada gördükleriniz karşısındaki duygularınızı da öğrenebilir miyiz ?
Küba ile ilgili olarak seyahat öncesinde gerek kitaplardan gerekse sanal ortamda bilgi edinmeye çalıştık, ülkenin tarihsel olarak gelişimi, içerisinde bulunduğu siyasal ve ekonomik durumu, halkın sosyal yaşantısı hakkında olabildiğince okuduk. Ancak gittiğimizde gördüklerimiz her zaman yazılanlarla aynı doğrultuda değildi. Ülke 1959 yılından sonra belirli bir gelişim süreci yaşamış, sonra 1991’de Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte başka bir süreç başlamış. Ülkenin 1994’te turizme açılması ile birlikte Küba yeniden şekillenmeye yönelmiş. Son gelişmeler, Papa’nın ziyareti, Obama’nın açıklamaları ülkeyi ne kadar etkileyecek hep birlikte göreceğiz.
Ancak çok kısa notlar olarak aktarmak istersek;
– Yeni doğan çocuk ölümleri %02, %03 olan Amerika’dan daha iyi durumdalar,
– Nüfusun %51’i Mulattolardan ( Siyah ve Beyaz ırk karışımı ), %37’si Beyazlar, %11’i Siyahlar, ve %1’i Çinlilerden oluşuyor,
– Kristof Kolomb öncesi 1492 ve adanın İspanyollar tarafından yerleşime açıldığı 1511’de adada yaşayan 80.000 – 100.000 olduğu söylenen yerlilerinden bugün kimse kalmamış, adanın doğusunda üç ya da beş aile olduğu söyleniyor,
– 1959 yılından bu yana derisinin renginden dolayı ırkçılığın yapılmadığı tek ülke olarak biliniyor,
– Yerel halkın kullandığı “Küba Pesosu” dışında, turistler için başka bir para birimi “CUC” “Cuban Convertible Peso” olan tek ülke,
– Halkın %95’i kendi evlerinde oturuyor, Kirada oturanlar, gelirlerinin %5’ini devlete kira olarak ödüyorlar,
– Küba’nın dış borcu yok, Banka ve Borsa bulunmuyor,
– Devrim ile ilgili olanlar haricinde Reklam Panosu bulunmuyor,
– Türkiye’de gerçekletirdiği devrimler nedeniyle Atatürk’e ve türklere sempati duyuyorlar,
– Latin Amerika’da ilk tren yolu Şeker Kamışı taşımak üzere Küba’da yapılmış,
– En yenisi 1959 model olan 60.000 adet Amerikan Arabası olduğu tahmin ediliyor,
– Enerji tasarrufu nedeniyle 2000 yılında ülkede kullanılan tüm lambalar devlet tarafından yenisi ile değiştirilmiş,
– Beyzbol’da Amerikayı yenerek Dünya Şampiyonu olmuşlar,
– Ülkede erkekler zorunlu olarak iki yıl askere alınıyorlar, bayanlar ise gönüllülük esasına göre gidiyorlar,
– Mülk sahipleri topraklarını satamıyorlar, miras yoluyla çocuklarına devrediyorlar, Yeni alınan araç veya mülkler 20 yıl süreyle satılamıyor,
– 1970 yılından itibaren ülkeyi terk etmek isteyen vatandaşlarına belirli aralıklarla müsade ediliyor,
– Sedef ve Vitiligo hastalıkları konusunda dünyanın her yerinden Küba’ya geliyorlar,
– Alzeimer ve Kanser konusunda çok ciddi gelişmeler kaydedilmiş,
– Sağlık hizmetleri ücretsiz olarak karşılanmakta,
– Dünyada tıp eğitiminin en iyi olduğu ülkelerden biri olarak biliniyor,
– Tüm vatandaşlarına ücretsiz eğitim imkanı sunuluyor, orta öğrenim bitene kadar her gün iki öğün yemek ve senede iki takım elbise veriliyor.
– Halkın %100’ü lise eğitimi almış, %15’i Üniversite Eğitimi,
– Ülke genelinde 49 Üniversite, 73 Araştırma merkezi bulunmakta,
– Taşımalı eğitim yapılmayan ülkede, öğrenci sayısı 4 öğrenciden az olan 200 okul bulunmakta,
– 1959 öncesi okur yazar kadın sayısı sadece 17 kişiymiş,
– Küba genelinde her 42 kişiye 1 öğretmen düşmektedir,
– Küba’da 28 tıp okulunda, 23 farklı ülkeden 3.500 öğrenci karşılıksız eğitim almaktadırlar,
– Ülkede Şeker Bakanlığı var,
– 2010 yılından beri baz istasyonları olmasına karşı, telefon için kontür almak uzunca bir süre kuyrukta beklemeyi gerektiriyor,
– Wi-Fi imkanı sadece turistik otellerin bünyesinde mümkün ve pahalı, 2 saati 14.- Euro,
– Sokaklarda çalışan ve dilenen çocuk görme şansınız yok,
– Ernest Hemingway, son 20 yılı kesintisiz olmak üzere uzunca bir süre burada yaşamış,
FİDEL CASTRO’NUN BİLE HEYKELİNİ YAPMAK YASAK
Küba’da enteresan yasaklar da var. Mesela:
– Ülkelerin bayraklarının yakılması yasak; çünkü onlar yöneticileri değil o ülkenin
halklarını temsil ediyor.
– Birisinin ölümüne sevinmek yasak; çünkü ailesinin acısına saygı duyulur.
– Birilerinin karşısında diz çökmek, Onuru kaybetmek yasak.
– Gerçekten özgür olmanın gücünü kaybetmek yasak.
– Fidel Castro’nun heykelini yapmak veya adına anıtlar dikmek yasak.
– Zaten hak olan bir şey için yalvarmak, dilemek onu bir mükafat gibi görmek yasak.
– Tarihsel düşmanların özel hayatından konuşmak yasak.
– Halkın iktidarına ve yaşayış şekline karşı işler çevirmek,karşı çalışmak yasak.
– Cehalet, Marjinallik ve Kültürel Yozlaşma yasak.
– Çocukların kaderine terkedilmiş bir şekilde sokaklarda uyuması yasak.
– Az sayıda zenginin çok varlığının olması ve çok sayıda insanın az varlığının olmasını
oluşturacak durumlara devletin göz yumması yasak.
– Dünya üzerinde herhangi bir yerde üniversite okuma şansı olmayan gençlerin,
hayallerine ulaşmak için ne yapacağını bilmeden çaresiz kalması yasaktır bu
yüzden Latin Amerika Tıp Okulları kurulmuştur.
– Muayene ve ameliyat parası olanağından yoksun olduğu için doktora gitme imkanını
kaybetmiş insanların olması. Bu sağlık alanındaki problemler sadece Kübalıların
problemi olarak değerlendirilmesi kabul edilemez. Bu sadece Kübalıların problemi
değildir dünyada yaşayan kadın erkek yoksul halkların problemidir. Küba’nın
yaklaşık 30,000 doktoru dünyanın yoksul ülkelerinde hizmet vermektedir;
– Çocuk ölümlerinin olması ve yetersiz beslenme yasak.
– Dayanışma eksikliği, duyarsızlık ve iki yüzlülük yasak.
– İnsanların topluma karşı sevgi ve saygı duymaması yasak.
– Dayanışma ihtiyacı olanlarla dayanışma eksikliği yasak.
– Başkalarının alınteriyle birkaç kişinin zenginleşmesi yasak.
– Dünyada Puro denilince akla hemen Küba ve Havana Purosu geliyor. Bu görüş doğru mu ?
Küba’ya gidene kadar ben iyi puroların kızların bacaklarında sarıldığını düşünüyordum. Şaka şaka. Şehir efsanesinde anlatıldığı gibi kızlar puroları bacaklarında sarmıyorlar.
Seyahatimiz sırasında Küba’nın en yaşlı ve meşhur puro sarıcısını tanıma fırsatımız oldu, Guinnes Rekorlar Kitabı’na giren Puro’ları yine aynı kişiye ait ve satış mağazasının tavanında şeffaf muhafaza içerisinde sergilenmekte. Puro, Küba’nın en önemli ihraç kalemleri içerisinde yer almakta. Puro fabrikasını da ziyaret ettik ve çalışanların hangi şartlarda bu değerli ürünleri ürettiğini gördük.
Puro tütünü üreten ülkeler; Amerika Birleşik Devletleri, Brezilya, Dominik Cumhuriyeti, Endonezya, Honduras, Kamerun, Küba, Meksika ve Nikaragua şeklinde tanımlanabilir. Küba’da üretilen purolar dünya çapında iyi bir üne sahip olmalarına karşın, Honduras ve Nikaragua’da üretilen purolarının Küba purolarına rakip olduğuna inanılmaktadır.
BİR PURO TAM 136 İŞLEMDEN GEÇİYOR
Bir puro, tütün tohumunun toprakla buluşmasından içilmesine kadar 136 ayrı işlemden geçirildiği söyleniyor. İyi bir puro sarıcısı ortalama günde 100-110 puro sarabiliyor. Puro, atölyelerde arka arkaya dizilmiş ilkokul sırası benzeri masalarda kadın ve erkek çalışanlar tarafından sarılıyor. Puro atölyelerinin en büyük özellikleri ise usta başıları işçilere mesai bitimine kadar kitap ve gazete okuyor. İnsanlar burada çalışırken bile eğitiliyorlar. Her işçinin sardığı purolardan günde 1 puro alma hakkı var. İsteyen içiyor, isteyen biriktirip turistlere satıyor.
– Küba’da bir de ABD’ye çok cüzi bir parayla kiralanan meşhur Guantanamo üssü bulunuyor. Esir hapishanesi olarak bilinen bu üs hakkında yöre halkından duyduklarınızı bize de nakleder misiniz ?
Guantonamo, şüphesiz hepimizin ismini duyduğu bir hapishane.. Amerikalıların kontrolünde, ancak neden Küba’da ? Evet, neden Küba’da ? Ben açık söylemek gerekirse bu hapishanenin Küba’ya çok yakın bir yerlerde olduğunu biliyordum, ancak direkt ada üzerinde olmasından çok bir başka adacık üzerinde diye tahmin ediyordum. Çünkü Küba ana ada dışında 3.715 ada ve adacıktan oluşmakta. Kübalılar’ın İngilizler’le savaşması sırasında Küba’ya yardımcı olan Amerika Birleşik Devletleri durumdan faydalanarak burada bir alanı resmi bir anlaşma sonucu elde etmiş. Bu, 1903’den beri ABD’nin 4.000 Dolar gibi senelik cüzi bir kira karşılığında kullandığı 121 km²’lik Küba’ya ait bir alan ve sadece iki ülkenin karşılıklı anlaşması sonucu fesh edebileceği bir anlaşma.
- yüzyılın son çeyreğinde, Guantanamo Askeri Üssü denizlerde yakalanan Kübalı ve Haitili mültecileri tutmakta kullanılmıştır. 1990’ların başında, askeri darbe sonucu Haiti’den kaçan Haitilileri barındırmıştır. Bu mülteciler ABD yasal sisteminden Yargıç Sterling Johnson Jr. kampın anayasaya aykırı olduğu kararını 8 Haziran 1993’te verene kadar Kamp Bulkeley isimli bir tutuklu bölgesinde tutulmuşlardır. Son Haitili göçmenler Guantanamo’yu 1 Kasım 1995’te terk etmiştir.
Son dönemde ise ele geçirilen ve Taliban örgütü üyesi olduklarından şüphelenilen tutukluları barındırmıştır. Amerikan yasalarına göre göz altında kalma süresi 36 saat ile sınırlandırıldığı ve tutukluların Amerikan topraklarına götürülmesi durumunda iltica hakları doğacağı için Guantanamo üssü şüphelilerin sonsuza kadar şüpheli olarak tutulabileceğiğ bir hapishane olarak kullanılmaktadır. 1959’dan bu yana Küba’nın bu askeri bölgeyi tüm boşaltma isteklerine Amerika olumsuz cevap vermiştir. Sözleşme ancak iki tarafın isteğiyle fesh edilebileceği ve Küba konuyu sulh yoluyla çözme sabrını gösterdiği için konu çözülememiştir. İki ülke arasında son dönemde görülen yumuşama sinyalleri karşılıklı bir kaç esirin serbest bırakılması neticesinde bu konularda kimse pek fikir beyan etmiyor.
– Fidel Castro ve Küba halkının Türkiye’ye bakışı nasıl ?
Türkiye 1997 yılında İstanbul’da yapılan HABİTAT toplantısında Fidel Castro’yu yakından tanıma fırsatı bulmuştu. Gazetecilerle yaptığı bir söyleşide özetle şunları söylemişti: Atatürk’ü kastederek, “O’nun yaptıklarını ben başaramazdım. Asıl devrimci Atatürk’tür” diyor ve şöyle devam ediyor: “Büyük bir devrim yaptım ama Atatürk’ün yaptıklarını başaramazdım.”
CHE GUEVARA’NIN ÇANTASINDAN “BÜYÜK NUTUK” ÇIKTI
Castro’nun Atatürk’ün tüm yaşamını iyi bildiğini ve O’nun için; “Atatürk’ün büyük bir asker, döneminin en önemli liderlerinden biri” olduğunu ifade etmiş. Küba Devrimi’nin öncülerinden ve Fidel Castro’nun yoldaşı Che Guevara, 1967 yılında Bolivya’da yakalanıp öldürüldüğünde, sırt çantasından; “Atatürk’ün Büyük NUTUK’unun çıktığı söyleniyor.
NUTUK’un Küba Devrimi’ndeki yeri, aslında daha önceki yıllara dayanıyor. Fidel Castro, 12 Mayıs 1961 tarihinde Havana’da görevli genç Türkiye diplomatı Bilal Şimşir’den “Atatürk’ün Büyük Nutuk Kitabını” ister. ABD’nin bilgisi olmaması ricasıyla yapılan bu istek, Bilal Şimşir tarafından uzunca bir süre sonra yerine getirilebilir. Fidel Castro’nun Atatürk hayranlığının kaynağı; ATATÜRK’ün ilk anti emperyalist savaşımını zafere eriştiren “1919 Ruhu”ndan esinlenmesinde yatıyor.
Tüm bu örnekler doğrultusunda Küba’da, dünyada kendi ülkelerinde halkları devrim yapmış liderlerin Büstlerine “Parque İnfanth” adlı bir parkta yer verilmiş. Bu parkta Atatürk’ün büstü de var. 1 Mayıs yürüyüşü sırasında üzerimize giydiğimiz Türkiye Bayraklı tişörtlerimiz ve Türk bayraklarımız yürüyüş sırasında gençler tarafından istenmiştir. Bu doğrultuda bizleri liderlerinden dolayı tanıyor ve seviyorlar.
– Sayın Güner, bir seyyah gözüyle gözlemlediğiniz Küba notlarınız gerçekten de hayli enteresan. Bu yılki dış gezi programınızda hangi ükle ve şehirler var ?
Bu yıl sanıyorum başka bir yurt dışı programı yok, belki Almanya olabilir ama orası da yurt dışı sayılmaz. Önümüzdeki yıl ise kısmet olursa Hindistan, Myammar ve Nepal yolculuğu planlamaktayız.
İSMAİL GÜNER KİMDİR ?
1957 yılında Samsun’da doğdu, ilkokulu Trabzon’da okudu. Lise öğrenimimi istanbul’da Haydarpaşa Lisesinde tamamladı. Ülkenin o dönemde içerisinde bulunduğu sosyal huzurluksuzluklar nedeniyle, 1977 yılında üniversite tahsili yapmak üzere Almanya’ya, Bremen’e gitti.
Bremen Üniversitesi bünyesindeki “Studium Kolleg” kurslarına katılıp, üniversite’de okuma hakkına sahip oldu.
Bremen Üniversitesi, Ekonomi Bölümün’ü 1985 yılında iyi derece ile bitirdi.
Almanya’daki öğrencilik yıllarında Hürriyet Gazetesi Muhabiri olarak çalıştı.
1986 yılı Ocak ayında geri dönüşü teşvik eden bir sosyal kuruluş vasıtasıyla Türkiye’ye döndü ve Ankara’da bir Jant Fabrikasında yönetici olarak çalışmaya başladı, Afyon’da Askerlik hizmetimi tamamlayıp Mart 1990 tarihinde Siemens’te işe başladı ve hâlen çalışıyor. 16 yıldır evli. Eşiyle birlikte boş vakitlerini seyahat ederek değerlendirmeye çalışıyor.
[…] Kaynak:http://elbe-express.info/roportajlar/bir-gezginin-kuba-izlenimleri/ […]