Uğur Kökden’le arkadaşlığımızın tarihi çok daha eskilere uzansa da daha yakın tanışıklığımız sanırım 1982’de Maltepe Askeri Cezaevi’ndedir.
Oradaki bir yıla yakın tutukluluğumuzun anılarını “Uzun Gecenin Tutsakları” adlı yapıtında anlatır.
Kitap şu anda elimin altında olmadığı için şimdi söz edeceğim bir “çekişme” bu anılar arasında yer almış mıydı, anımsamıyorum.
Zaten çekişme değil benim huysuzluğum demek daha doğru olur…
Fakat yine de cezaevi duyarlılığını örnekleyen bir küçük anı…
Bana kitaplar geldiği bir gün Uğur daha ben onları elime almadan sessizce yaklaşıp ne olduklarına bakmak için elini uzattığında, ben kitapları biraz da hoyratça geri çekmiştim…
Nasıl bir kıskançlıksa bu, bana gelen kitaplara önce ben bakmalı, sayfalarını önce ben karıştırmalıydım…
Arkadaşım yaklaştığı gibi yine sessizce uzaklaşmıştı…
Bu kadarcık, küçücük bir olay…
Ama beni de Uğur’u da özetler…
İkimizin kişiliğinin de sanırım en belirgin özelliğini: Dizgin tanımaz kitap ve okuma tutkumuzu…
***
Deneme yazarlığı edebiyatın nankör bir dalıdır.
Aynı zamanda mükemmel denemeler yazan şairler, yazarlar ayrı konu.
Fakat sadece denemeler yazan bir edebiyatçının içinde hemen her zaman gizli bir şair ya da anlatı yazarı olduğunu düşünürüm…
Uğur Kökden’in bu türlerde de yapıtı var mıdır, bilmiyorum, pek de sanmıyorum.
Fakat böylesine duygu ve incelikle işlenmiş denemeler yazan bir kişinin yayımlanmamış şiirleri, öyküleri bulunduğundan, roman denemeleri yapmış olduğundan da pek kuşku duymuyorum…
Bu dallarda yayımlanmış yapıtları olsa bile, belli ki denemelerinin gölgesinde kalmışlardır…
Uğur Kökden bence deneme türünde edebiyatımızın en önemli yazarları arasındadır…
***
Elimde şu anda bu yıl mart ayında yayımlanan “Yüzler, Gizler, İzler” başlıklı denemeler toplamı bulunuyor.
Sayfaları karıştırdığınızda sadece yazı başlıkları bile yazarın ilgi alanının baş döndürücü genişliğini gösteriyor.
Kitabın dünya edebiyatıyla ilgili bölümündeki yirmi iki yazıdan dördü Rus edebiyatı ve edebiyatçıları konusunda.
“Şairin Ölümü” başlıklı yazı Puşkin’in yazgısını paylaşarak ondan daha da erken bir yaşta yine bir tuzak düelloda yaşamını yitiren Lermontov konusunda.
Batı edebiyatı incelemelerinde romantizm konusunu okurken Lermontov’dan, bu büyük Rus romantiğinden söz edilmeyişini görmek beni hep yadırgatmıştır.
Oysa Byron’un, Keats’in, Shelley’nin dünya devrimci romantik şiirinde yeri neyse, Lermontov’un (ve kuşkusuz Puşkin’in) yeri de orasıdır.
Uğur Kökden araştırıcı zekâsı ve bilgi birikimiyle, sözünü ettiğim yazısında yerinde gözlemlerle, Lermontov ve Puşkin’le onlar gibi yaşamdan çok genç bir yaşta ayrılan Alman oyun yazarı Büchner başta olmak üzere, Schiller, Heine gibi 19. yüzyıl Alman edebiyatı devrimci romantizminin büyük temsilcileri arasındaki bağlantıları ve koşutlukları saptıyor.
1968 tarihli “Goethe’de Kültürlerarası Yakınlaşma” adlı yazısında, bu kez büyük Alman yazarının kişiliğine ve öngörülerine ilişkin, bizim edebiyat dünyamızın kıyısından köşesinden geçmediği önemli değerlendirmeler yapıyor.
“Erasmus’un Evinde”, “Suç ve Ceza”, “Tolstoy’un Yüzüncü Yıldönümü”, “Zamanıyla Özdeşleşmiş Bir Yazar, Jules Verne”, “Üçüncü Dünya Ülkelerinin Nobeli: Asturias”, “Thomas Mann’ın Mektubu”, “Brecht, Tam Elli Yıl Sonra”, “Malraux ve Halk Cephesi”, “50 Yıl Sonra Camus”, “Cehennem Irmağında Mario Luzi” vb… Sadece yazı başlıklarından ve yazar adlarından bu birkaç örnek bile Uğur Kökden’in kitabının nasıl bir konu zenginliği ve çeşitliliğine sahip olduğunu gösteriyor.
Kitabın Türk Edebiyatı bölümünü oluşturan yirmiye yakın yazıda da 19. yüzyıldan günümüz yazınına, yazar ve şairlerimize ilişkin, yine son derece özgün saptamalar, değerlendirmeler yer alıyor.
Uğur Kökden’i incelikli bir titizlik ve çalışkanlıkla edebiyatımıza kazandırdığı yirmiyi aşkın yapıtlarının tümü için kutluyor, bu seçkin edebiyat şövalyesini, hapishane ve düşünce arkadaşımı sevgiyle kucaklıyorum.