Cinsel birleşme öncesinde dişi ateşböceğinin en çok ışık saçan erkek ateşböceğini aradığını öğrendiğimde, doğanın bu minicik yaratığın dişisine bahşettiği seçicilik özelliğine hem şaşırmış hem hayran kalmıştım.
Öyle sanıyorum ki insan da içinde olmak üzere, cinsel birleşme yoluyla çoğalan bütün canlı türlerinde dişi seçicidir.
Dişi, bedenine başka bir bedeni kabul eden, başka bedeni içselleştiren, sonuçta da o başka bedenden gelen bir maddeyi kendi bedeninde muhafaza ederek soyun sağlıklı olarak sürekliliğini sağlayan olduğu için, seçici olmak zorundadır.
***
Seçicilik özelliğinin yanı sıra, insan yaşamının en yakın yoldaşlarından kedilerde ve köpeklerde, dişinin (annenin) koruyuculuğunu hepimiz gözlemlemişizdir.
Bu türlerde dölleme işlevini tamamlayıp dişiyle ve bu işlemin sonucuyla hiçbir ilişkisi kalmayan erkek çekip gittikten sonra gebeliğin çilesini çekmeye başlayan dişi kedi ya da köpek, yavruladıktan sonra yavrularını beslemek ve korumak için kaplan kesilir, en büyük sıkıntılara göğüs gerer.
Aile oluşturan hayvan türleri olduğunu da biliyoruz. Fakat ister doğursun, ister kuluçkada yumurtayı sıcak tutarak yavrunun oluşmasını sağlasın, türün sürekliliğinde esas olan dişinin çilesi, özverisi, çabasıdır.
***
Bütün canlı türleri içinde insanın en bilinçlisi olduğuna kuşku yok.
Fakat en iyisi, en vicdanlısı olduğunu söylemek o kadar kolay değil.
Vicdan kavramını insan türü dışında kalan canlılara da ilişkin olarak düşünmek yadırgatıcı görülebilir.
Buna yanıtım o dünyayı henüz yeterince tanımıyor oluşumuzdur.
Tanıdıkça çok şaşırtıcı verilere ulaşılacağını tahmin ediyorum.
Fakat yazının konusu bu değil.
Erkek ve dişi türler arasındaki farklılık konusuna dönecek olursak, ben insanda da tıpkı bütün doğada olduğu gibi, dişinin erkeğe açık ara üstün olduğu kanısındayım.
İnsanın dişisi de erkeğe göre daha seçicidir.
Daha dayanıklı, daha sabırlı, daha gözü pek, daha çalışkandır.
Büyük ölçüde türün sağlıklı devamı, yavrunun korunması için doğanın insan türünün dişisine de armağandır bu.Bunları söylemekle kadını bir doğum makinesine, türün sürekliliğinin aracı durumuna indirgemek istemem.
Doğa, söz konusu nedenle ilgili, fakat bu nedeninin de üzerine yükselerek, dişiye (insan türünde kadına) üstün özellikler kazandırmıştır.
En azından bugün böyledir bu. Sosyal statüde erkekle kuşkusuz eşit haklara sahip olan kadın, yukarıda sıraladığım ve başkaları eklenebilecek kişisel özelliklerle erkekten üstündür…
***
Böyleyken, sadece Türkiye’de değil, belli ölçülerde bütün dünyada erkeğin kadına uyguladığı şiddeti nasıl açıklayacağız?
Tek tek olguların incelenmesi bir başka konu, fakat genelde baktığımızda bunun nedenlerinden biri, ne kadar paradoksal görünse de, yukarıda ileri sürdüğüm görüşle ilgili olabilir…
Yani kadının üstünlüğüyle…
Kas gücü bakımından kendisinden daha zayıf varlığın kişilik gücü karşısında kendini aşağılanmış hisseden erkek, şiddete başvurarak daha da alçalmaktadır.
Bu şiddetin ülkemiz bakımından toplumsal nedenleri ise yeterince açıktır.
Feodal dönemlerden, köleci toplum çağlarından kalma; kadını cariye, ikinci sınıf bir insan, erkeği onun efendisi sayan çarpık görüş, geniş toplumsal kesimlerde etkinliğini sürdürmektedir.
Cumhuriyet devriminin kadına sağladığı kişilik hakları, kadının yurttaş olarak erkekle eşitlenmesi, bu toplumsal kesimlerde ne yazık ki, ya hiç ya da yeterince içselleştirilmemiştir.
Kadın bu hakların bilincine varabildiği ölçüde de erkek egemen toplumun daha çok şiddetiyle karşılaşmaktadır.
Mevcut siyasal iktidar ise her konuda olduğu gibi bu konuda da çağdaşlık değerlerini tersinden okumakta, kadına saygı görünüşü ardında onu tekrar feodal değerlerin tutsağı yapmak, evinin kadını aldatısı ardında erkeğin kölesi ve cariyeliğine indirgemek için elinden geleni ardına koymamaktadır.
Kesin çözüm, erkek egemen toplum anlayışından ve kurumlarından kurtulmadadır.