Arkadaşım, can dostum Gani Cansever’in 50. sanat yılı kutlama programı için Bremen’deyim. Almanya’nın bu kuzey şehrine ilk kez 1980’li yıllarda yine onun çağrısıyla gelmiştim.
Ardından da o, ben, bir başka değerli bağlama ustası Hüseyin Kiraz ve “Trabzonlu Delikanlı” Yaşar Miraç’la oluşturduğumuz dörtlü grubumuzla, şiirlerle ve türkülerle, yıllarca, Almanya’yı ve Avrupa’nın belli başlı ülkelerini dolaşmıştık…
Hepimizin 1980 sonrasına özgü bir öyküsü vardı.
Ben Paris’te, ülkesinde bir ara 15 yıla mahkûm bir siyasal sığınmacıydım…
1974’te girdiği Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Müzik Bölümü’nün başarılı öğrencisi iken aldığı ölüm tehditleriyle önce okulu, ardından ülkesini terk etmek zorunda kalan Heval, 1980 darbesi sonrasında ülkeye dönme şansını bütünüyle yitirmişti.
Hüseyin Frankfurt’ta, Yaşar yine Almanya’nın Gelsenkirchen şehrinde yaşamaktaydılar.
Kader bu iki şairi ve bu iki halk ozanını bir araya getirmişti.
Böylece, ülkemizin ve gurbetteki kişisel yaşamlarımızın kederli, güç günlerini, yaratıcılığa, sanatsal eylemliliğe dönüştürmeyi başarmıştık.
Dostluklarımız o günlerden bu günlere ne mutlu ki sürmektedir…
***
Diyarbakır’ın bir Türkmen-Alevi köyü olan Büyük Kadı Köyü’nde 1954’te gözlerini dünyaya açan Gani, tanıştığımız dönemde daha çok, Kürtçe arkadaş anlamına gelen Heval adıyla tanınıyordu.
Bu pos bıyıklı, gür sesli, çok da iri cüsseli olmasa da sırım gibi delikanlı, sazıyla, gür sesiyle, halkın bağrından çekip çıkardığı türküleriyle, sahnede adeta devleşiyordu…
Yıllar hepimizi ister istemez yaşlandırdı biraz…
1980’lerin bıçkın delikanlısı, bu gün altmışlı yaşlarının ortalarında bir bilge düşünür ve çevresinde herkesin saygıyla “hocam” diye hitap ettiği bir sanat önderi, yetiştirdiği öğrencilerinden oluşan koronun sahnede yine devleşen yöneticisi…
Karacaoğlan’dan, Pir Sultan’dan Veysel’e, Ruhi Su’ya, Mahzuni’ye ulaşan bir büyük geleneğin günümüzde bir seçkin temsilcisi…
***
Pazar akşamı gece geç saatlere kadar süren kutlama programında benim için büyük sürpriz, Heval’in benim “Yunus Gibi”yi bestelemiş olması ve korosuyla sunumuydu.
Haluk’un bestesinin yanı sıra bu beste de kuşkum yok ki milyonlara ulaşacaktır.
İzleyicilerin de aralarda alkışlarla heyecan ve beğenilerini belirttiği bu adeta senfonik türküyü mutlulukla izledim.
Bu seçkin saz ve söz ustasının yine korosuyla sunduğu ve zaman zaman bölümler okuduğu “Şeyh Bedrettin Destanı” beste ve yorumu ise kendi türünde bir başyapıttır…
Heval ya da Gani’nin, bugün sahip olduğu en üst düzeyde sanatçı kimliğine karşın alçakgönüllülüğü ve gösterişsiz halk insanı yaşamı beni derinden etkiledi…
***
Bu Bremen yolculuğu bana, başka dostlukların yanı sıra, Hollanda’dan gelerek geceye katılan Ermeni halk ozanı Agop Yıldız’ı tanıttı ve dostluğunu kazandırdı.
Ozan Armani olarak tanınan Agop Yıldız da, Gani Cansever gibi bir köy çocuğu… Boyabat’ın Avlovuç köyünden. “Sayat Nova’ların aşuğ edebiyatı geleneğinin günümüzdeki son temsilcisi” olarak tanınıyor. Ailesine, hem de 1974’te, 1915’lerden aşağı kalmayacak bir dram yaşatılan Agop Yıldız, buna karşın, bir Türkiye ve Türkçe sevdalısı… Gerçek bir ozan, gerçek bir insan…
***
Son olarak, o unutulmaz kutlama gecesinde Veysel’in bir türküsünü okuyan bir sanatçı kızımızdan ve o türküden söz etmek isterim.
Yükseköğrenimini sinema alanında gören Bilge Bolat yurtdışında doğup büyüyen yeni kuşaklardan çocuklarımızın çağdaş eğitim aldıklarında kendi kültürümüzden de kopmaksızın nasıl örnek kişilikler olabileceğinin seçkin bir örneği…
Veysel’in “Ben Gidersem Sazım Sen Kal Dünyada” dizesi ile başlayan şiiri ise “Ben babamı sen ustanı unutma” dizesinde her zamanki gibi beni ağlattı…
Halkın bir büyük sanatçısının insanlığımıza mesajı olarak…