Masallardaki genellikle dört yol ağzıdır.
Ben ise burada insanlığın tam da karşısında bulunduğu iki yol ağzından söz edeceğim..
Aslında bu yollardan birinde insanlığın bir bölümü, ötekinde bir başka bölümü epeyce yol almış.
Yollardan birine girmiş olup da ötekine girmek için geri dönmek isteyenler her iki yolda da az değil…
Tereddütlerle, iç ve dış çatışkılarla sürüp giden bir süreç…
Nereye kadar?
İrdeleyeceğim konu biraz da bu soruya yanıt arayış sayılabilir…
***
Birkaç gündür Vietnam Yazarlar Birliği’nin düzenlediği 3. Uluslararası Şiir Şöleni’nin konuğu olarak bu ülkedeyim.
Bu satırları da katılımcı şairlerin konakladığı Devlet Konuk Evi’ndeki odamda yazıyorum..
Vietnam ilkbaharı yaşıyor.
Puslu, fakat arada bir de olsa güneşin eksik olmadığı ılık bir hava.
Vietnam izlenimlerim iki ya da üç yazı olarak birkaç gün sonra gazetemizde ayrıca yayımlanacak.
İlkini gönderdim bile…
Şu andaki yazının da bir başka ülkede yazılıyor olması rastlantı değil.
Çünkü yazılış nedeni, herhangi bir başka ülkeye adım atar atmaz karşılaştığımız değişmez sorudur: Türkiye nereye gidiyor?
***
70’li, 80’li, 90’lı ve sonraki yıllarda karşıma hep çıkan bu soruya, ülkemizin ve dünyanın içinde bulunduğu durumlara göre yanıtlar verirdim…
Örneğin 1984’te ülkeden zorunlu ayrılışımın ilk günlerinde, “Helsinki Watch Comittee” adlı kuruluşun Helsinki Parlamentosu’ndaki toplantısı için hazırlayıp okuduğum on sayfalık bir İngilizce sunumun önemli bir bölümü ülkemizde demokrasi için verilen savaşımların ve elde edilen kazanımların tarihsel dökümüydü…
Çünkü bu bilinmezse, örneğin 80 darbesinin ne olup olmadığı da tam olarak anlaşılamazdı…
Bir zamandır karşılaştığım benzer sorulara verdiğim yanıt ise, Türkiye’deki bugünkü durumun dünyanın geneldeki durumundan pek de farklı olmadığıdır.
Çünkü bugün Türkiye’de elinde siyasal iktidarı tutan gerici sistemin, dünyadaki geriye doğru zorlamalarla karşılıklı ilişkileri belki her zamankinden daha çok apaçık göz önündedir.
***
Şimdi yazının asıl konusuna, insanlığın karşı karşıya olduğu iki yol ağzı kavramı ya da olgusuna gelelim…
Kapitalist sistem bir kez daha bunalımda, emperyalizm ise sahip olduğu yok edici silahlar bakımında da her zamankinden daha tehdit edici ve saldırgan konumdadır.
Bu tehdit sadece şu ya da bu ülke için değil, bütün dünya için söz konusudur.
Bütün bir insanlığın, bütün ülkelerin ve her insan tekinin siyasi, ahlaki, felsefi bir yol ayrımında, iki yol ağzında bulunduğunu kendi payıma apaçık görebiliyorum…
Yollardan biri, her ülke bakımından farklı görünümlerde de olsa kölelik hukuku, yani hukuksuzluktur…
Hem toplumsal, hem ahlaki ve felsefi olarak boyun eğmeyi, baskıyı, sömürüyü, sonuçta da kulluğu, köleliği, gerçekdışı hayaller ve beklentiler içinde yok olup gitmeyi kabul etmektir bu…
Bu yolun sonucu sadece kişiler ve ülkeler bakımından değil, bütün insanlık için yok oluştur.
***
Emperyalizm her alanda, sanatta, kültürde, felsefede, siyasette, ekonomide, şantajla, baskıyla, tehditle, yalanla, güç kullanarak ve sürüleştirerek insanlığı bu yola sürme çabasında…
Ötekisi, özgürlüğe, özgür düşünceye, özgürce çalışıp yaratmaya, aydınlığa, her alanda ve her anlamda daha çok insan olmaya açılan özgürlük yoludur.
Sanatın, şiirin, felsefenin, ahlâkın, siyasetin savaşımları, çatışkıları hep bu iki yol ağzında olmuştur…
Ya köle, ya özgür insan olacaksın…
Bunun orta yolu yoktur…
***
Bütün ülkelerin ve tek tek herkesin karşı karşıya olduğu, hangisine girmek ya da hangisinde kalmak istediğine bugün belki her zamankinden daha acil karar vermesi gereken yol ayrımıdır bu…