En karanlık gecenin de bir sonu olduğu hep söylenir. Bizde yıllardır yaşanmakta olan kâbus sona ermek şurada dursun daha da boğuculaşarak devam ediyor.
Ne zaman, nasıl sona ereceği de gitgide daha belirsizleşerek.
Türkiye böyle bir laneti hak etti mi?
Doğan, doğacak olan çocuklarımız böyle bir ülkede doğmayı, doğacak olmayı hak ediyorlar mı?
Aklı, yüreği olan herkes bu soruları soruyor; bu kâbustan kurtulmaya çırpınıyor.
Kimilerimiz, belki çoğumuz, tıpkı boğulmakta olan biri gibi, artık umudunu yitirmiş, dibe doğru inmekte.
Karamsarlık hiç olmadığı kadar koyu ve yaygın, kâbus hiç görülmediği kadar iç daraltıcı, boğucu, öldürücü…
Kötümserlikten çok daha fazla iyimserliğe yatkın olan ben bile, insanlarda umut uyandıracak bir söz bulmakta, bir kanıt göstermekte çok güçlük çekiyorum…
***
Yine de, karamsar olmaktan kurtulamasak bile, yaşanmakta olan kâbusun nedenlerini aramaktan vazgeçmemek gerektiğini düşünüyorum.
Çözüme ulaşmanın, kâbustan kurtulmanın yolu belki de buradan geçiyor.
Kendi adıma ben bunu yapmaya çalışıyorum.
Bilinçli olmaya, bilinçli kalmaya çaba gösteriyorum…
Hafta yirmiyi aşkın şehit haberiyle kapandı, ya da kapanmakta…
Çünkü bu satırları yazmakta olduğum pazar öğle sonu ve sonrasındaki saatlerde de neler olacağını bilemiyoruz.
Gazetelerde çoktan alıştığımız, artık hiç yadırgamadığımız fotoğraflar…
Yaş ortalaması yirmi beşin altında genç kurbanlar ve birbirlerine sarılmış ağlaşan çoğunlukla yaşmaklı, başörtülü, köy, kasaba, ya da yoksul semt kadınları…
Aslında bu fotoğrafları doğru okumak bile yaşanmakta olan kâbusun nedenlerinin ip uçlarını verebiliyor…
O çocukların hiçbiri, işçi, köylü, esnaf, herhangi bir başka meslekten hiçbiri, kendi alanında örgütlü değil.
Çoğu, niye savaştığının, neden kurban olarak seçildiğinin bilincine, bilgisine sahip değil.
O kadınlar, daha da bilinçsiz.
Gözyaşlarıyla, ağıtlarla, birbirlerine sarılarak ayakta kalmaya çalışıyorlar.
Kâbusun sona ermeyişinin, bütün bu ölümlerin, acıların nedenleri ise, anlaşılması ise hiç de güç olamayacak kadar açık ve ortada.
Bugün ülkemizde siyasal erki ele geçirmiş olan kişi, kişiler ve çevreler, ülkeyi Suriye serüvenine sürüklememiş olsalar, bu komşu ülkenin sınırları bu ölçüde denetimden çıkmayacak, Fırat Operasyonu denilen saldırı ve işgal hareketine gerek kalmayacak, Türkiye kendi iç sorunlarının sınırları içinde kalacaktı.
Genç ölümleri, gözyaşlarını, ağıtları örtmek için kullanılan kahramanlık söylemlerinin, şehitlik övgülerinin arkasında gizlenmeye çalışılan gerçek budur.
Giderek yoğunlaşan, boğuculaşan, içinden çıkılmazlaşan kâbusun tek sorumlusu da, ele geçirmiş oldukları siyasal erki bırakmamak için her şeyi yapmaya hazır bugünkü siyasal iktidar sahipleridir…
***
Diyeceksiniz ki, bunu zaten biliyoruz, peki ne yapmalıyız?
Derim ki, iyimserlik gibi karamsarlığın da bir rehaveti vardır…
Bu kolaycılığa, teslim olmaya kendimizi bırakmayalım…
Bir yerde, bir kurumda, bir konumda görev üstlenmenin yolunu, çaresini bulalım.
İyimser olamasak da, cesur olalım.
Karanlık gecelerin sonu doğada kendiliğinden geliyor.
Toplumsal yaşamda kâbustan kurtulmaya, aydınlığa, bilinçle, cesaretle, savaşımla ulaşılabiliyor.
Bunun başkaca da bir yolu, formülü olmasa gerek.