15.9 C
Hamburg
Salı, Haziran 4, 2024

Kıskanmak

ataol-behramoglu Nahid Sırrı Örik’in bir solukta okuduğum romanı “Kıskanmak”, benim hem bu kavram, hem de bu romanın yanı sıra roman sanatı üzerine düşünmeme yol açtı.
Yazarın adını (henüz okumadığım, fakat artık ilk fırsatta okuyacağım Sultan Hamid Düşerken adlı, üzerinde çok konuşulmuş bir başka romanı) ve Zeki Demirkubuz’un “Kıskanmak”tan aynı adla çektiği, beğeniyle izlediğim filmi nedeniyle biliyordum.
Demirkubuz’un filmi siyaz-beyaz bir filmmiş gibi kalmış aklımda. Herhalde öyle değildi. Fakat atmosfer (romandaki gibi) öyle karanlıktı ki, aklımda öyle kalmış olması doğal bir şey…

***

Nahid Sırrı 1895-1960 yılları arasında yaşamış. Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak 1915-1928 yılları arasında (yani 20 yaşından 33 yaşına kadar) dönemin ileri gelen bir bürokrat ve aydını olan babasıyla Tiflis, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Kopenhag gibi şehirlerde yaşamış… Bu genç adamın oralarda neler yaptığı, nelerle uğraştığı nasıl ilgiye değer… Fakat kuşkusuz olan şey, büyük olasılıkla başta Fransızlarınki olmak üzere Batı edebiyatını iyi okumuş olduğu… Nitekim ilk öyküsü “Kibar Fahişe Zeyneb” Paris’te bir dergide Fransızca olarak yayınlanmış… Türkiye’ye döndükten sonra Cumhuriyet’te ve başka gazetelerde de öykü, fıkra vb. yazılarının yayınlandığını, uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı’nda çevirmen olarak görev yaptığını, Anadolu içlerinde geziler yaptığını öğreniyoruz. Şu anda ise elimizde, yukarıda andığımız iki romanının dışında üç ciltte toplanmış Bütün Öyküleri, bir ciltte toplanmış Bütün Oyunları ve Eski Zaman Kadınları adı altında toplandığı anıları bulunuyor… Bunlardan başka, kitap olarak yayınlanmış yirmi kadar çevirisi olduğu da biliniyor…

***

Kıskanmak”ı, çok basitleştirerek bir ihanet ve cinayet romanı olarak adlandırmak mümkün… Nitekim gerek romanda, gerekse sözünü ettiğim filmde akla ilk gelen de bu oluyor… Fakat giderek kıskanma olgusunun bir ihanetin yol açtığı cinayetle hiç mi hiç ilgisinin bulunmadığı, aslında bütün felaketlerin nedeni olduğu söylenebilecek kız kardeşte odaklandığı görülüyor…
Bu şaşırtmacayı ve işlenişini ben, yerli yabancı hiçbir romanda rastlamadığım çok önemli bir yazarlık başarısı olarak görüyorum… Bu nedenle de, söz konusu kadın kahramanın, bütün Türk ve dünya edebiyatının en önemli roman kahramanlarından biri olduğundan kuşku duymuyorum… Nahid Sırrı Örik’in büyük başarısı, bu tipi yaratırken, onu oluşturan kişisel ve çevresel nedenleri, asla didaktik olmayan (bence örneğin Dostoyevski’nin dünyaca ünlü Raskolnikov’u öyledir, büyük ölçüde didaktik olarak yaratılmış bir tiptir) son derece gerçekçi ve yansız bir yaklaşımla ortaya koymuş olmasıdır… Bu kadın kahramana ne iyi ne de kötü bir insan denebilir… O, bütün varlığını saran kıskanma duygusunu alt edemeyen, alt etmek de istemeyen ve giderek bu duyguyla özdeşleşen bir kişilik, bu nedenle de belki asıl kurbandır…

***

Eşine ihanet eden genç kadın, onun genç sevgilisi ve bu sevgiliyi öldüren ihanete uğramış koca tipleri üzerinde de ayrıca ve önemle durmak gerekir…
Onlara da ne iyi ne kötü denebilir… Sadece kendileridirler… Onları o kişiler yapan kişisel, çevresel, toplumsal koşulların ürünleri olarak olayların elinde sanki oyuncak gibidirler… Başka türlü olmak ellerinden gelmez… Bahtsızlıkları çok büyük ölçüde kendileri olmaktan ibarettir… Bu bakımdan da “Kıskanmak” ne toplumcu-gerçekçi, ne bireysel-psikolojik bir roman sayılabilir… Her iki özelliğe de sahip, çok özgün ve başarılı bir edebiyat ürünüdür söz konusu olan…

***

Kavramın kendisi üzerinde durmaya yer kalmadı. Bir de bir köşe yazısında neden siyasetten değil de edebiyattan söz ettiğim sorulacak olursa, yanıtım, siyaseti ve bütün toplumu saran kirden , yalandan ve kötülükten ruhumu böylece arındırmaya çalışmak istememdir…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER

Kıskanmak

ataol-behramoglu Nahid Sırrı Örik’in bir solukta okuduğum romanı “Kıskanmak”, benim hem bu kavram, hem de bu romanın yanı sıra roman sanatı üzerine düşünmeme yol açtı.
Yazarın adını (henüz okumadığım, fakat artık ilk fırsatta okuyacağım Sultan Hamid Düşerken adlı, üzerinde çok konuşulmuş bir başka romanı) ve Zeki Demirkubuz’un “Kıskanmak”tan aynı adla çektiği, beğeniyle izlediğim filmi nedeniyle biliyordum.
Demirkubuz’un filmi siyaz-beyaz bir filmmiş gibi kalmış aklımda. Herhalde öyle değildi. Fakat atmosfer (romandaki gibi) öyle karanlıktı ki, aklımda öyle kalmış olması doğal bir şey…

***

Nahid Sırrı 1895-1960 yılları arasında yaşamış. Galatasaray Lisesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak 1915-1928 yılları arasında (yani 20 yaşından 33 yaşına kadar) dönemin ileri gelen bir bürokrat ve aydını olan babasıyla Tiflis, Berlin, Paris, Viyana, Roma, Kopenhag gibi şehirlerde yaşamış… Bu genç adamın oralarda neler yaptığı, nelerle uğraştığı nasıl ilgiye değer… Fakat kuşkusuz olan şey, büyük olasılıkla başta Fransızlarınki olmak üzere Batı edebiyatını iyi okumuş olduğu… Nitekim ilk öyküsü “Kibar Fahişe Zeyneb” Paris’te bir dergide Fransızca olarak yayınlanmış… Türkiye’ye döndükten sonra Cumhuriyet’te ve başka gazetelerde de öykü, fıkra vb. yazılarının yayınlandığını, uzun süre Milli Eğitim Bakanlığı’nda çevirmen olarak görev yaptığını, Anadolu içlerinde geziler yaptığını öğreniyoruz. Şu anda ise elimizde, yukarıda andığımız iki romanının dışında üç ciltte toplanmış Bütün Öyküleri, bir ciltte toplanmış Bütün Oyunları ve Eski Zaman Kadınları adı altında toplandığı anıları bulunuyor… Bunlardan başka, kitap olarak yayınlanmış yirmi kadar çevirisi olduğu da biliniyor…

***

Kıskanmak”ı, çok basitleştirerek bir ihanet ve cinayet romanı olarak adlandırmak mümkün… Nitekim gerek romanda, gerekse sözünü ettiğim filmde akla ilk gelen de bu oluyor… Fakat giderek kıskanma olgusunun bir ihanetin yol açtığı cinayetle hiç mi hiç ilgisinin bulunmadığı, aslında bütün felaketlerin nedeni olduğu söylenebilecek kız kardeşte odaklandığı görülüyor…
Bu şaşırtmacayı ve işlenişini ben, yerli yabancı hiçbir romanda rastlamadığım çok önemli bir yazarlık başarısı olarak görüyorum… Bu nedenle de, söz konusu kadın kahramanın, bütün Türk ve dünya edebiyatının en önemli roman kahramanlarından biri olduğundan kuşku duymuyorum… Nahid Sırrı Örik’in büyük başarısı, bu tipi yaratırken, onu oluşturan kişisel ve çevresel nedenleri, asla didaktik olmayan (bence örneğin Dostoyevski’nin dünyaca ünlü Raskolnikov’u öyledir, büyük ölçüde didaktik olarak yaratılmış bir tiptir) son derece gerçekçi ve yansız bir yaklaşımla ortaya koymuş olmasıdır… Bu kadın kahramana ne iyi ne de kötü bir insan denebilir… O, bütün varlığını saran kıskanma duygusunu alt edemeyen, alt etmek de istemeyen ve giderek bu duyguyla özdeşleşen bir kişilik, bu nedenle de belki asıl kurbandır…

***

Eşine ihanet eden genç kadın, onun genç sevgilisi ve bu sevgiliyi öldüren ihanete uğramış koca tipleri üzerinde de ayrıca ve önemle durmak gerekir…
Onlara da ne iyi ne kötü denebilir… Sadece kendileridirler… Onları o kişiler yapan kişisel, çevresel, toplumsal koşulların ürünleri olarak olayların elinde sanki oyuncak gibidirler… Başka türlü olmak ellerinden gelmez… Bahtsızlıkları çok büyük ölçüde kendileri olmaktan ibarettir… Bu bakımdan da “Kıskanmak” ne toplumcu-gerçekçi, ne bireysel-psikolojik bir roman sayılabilir… Her iki özelliğe de sahip, çok özgün ve başarılı bir edebiyat ürünüdür söz konusu olan…

***

Kavramın kendisi üzerinde durmaya yer kalmadı. Bir de bir köşe yazısında neden siyasetten değil de edebiyattan söz ettiğim sorulacak olursa, yanıtım, siyaseti ve bütün toplumu saran kirden , yalandan ve kötülükten ruhumu böylece arındırmaya çalışmak istememdir…

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER