Hayatımız Çernişevski’nin ünlü romanının (sonrasında Lenin’in yapıtının) adı olan “Ne Yapmalı?” sorusuna yanıt aramakla geçti…
Lenin’in kitabının Türkçe çevirisi yasaklanıp toplatıldığından, yayıncılar bize özgü bir kurnazlıkla yeni basımı “Ne Yapılmalı?” adıyla yayımladılar… Sanırım hâlâ da öyle yayımlanıyor.
Yine sanırım Çernişevski’nin romanı da “Ne Yapılmalı?” diye yayımlanmakta… Bu ayıptan kurtulup her iki kitabın da yeni basımlarının “Ne Yapmalı?” diye yapılması gerek…
***
Bu haftaki yazımın başlığını “Ne Yapmalı?” diye tasarlamaktayken aklıma son anda bu soruya bir de tersinden, yani “Ne Yapmamalı?” diye bakmak düşüncesi geçti ve bu bana daha ilginç göründü…
Evet, ne yapmamalı gerçekten de?
Her yandan kuşatıldığımız kötülük ortamına yenik düşmemek, onu alt edebilmek için ne yapma malı? Gelin, birlikte düşünelim…
***
Bana sorarsanız öncelikle yapmamamız gereken şey, kötümser olmaktır… Kötümserler kusura bakmasın, fakat kötümserliğin bir mizaç sorunu, bir karakter (hadi bozukluğu demeyelim) özelliği olduğunu düşünüyorum…
Kötümserliğin karşıtı ise iyimserlik değil, gerçekçi olmaktır.
Gerçek, içinde kötümserlikten çok iyimserlik barındırır…
Çünkü değişime açıktır, değişecektir…
Kötümserlik, gerçeğin değişmeye yatkın oluşunun bilgisine ya da duygusuna yeterince sahip olmayış demektir…
Gerçekliğin durağan değil değişime açık olduğunu kavramışsanız, kötümser olamazsınız…
Buna bağlı olarak yapılmaması gereken ikinci bir şey, kötülük ortamını değiştirmek için parmağımızı oynatmaksızın, eylemsizlik içinde karamsar düşüncelere gömülmektir…
Eylemsizlik karamsarlığı besler. Karamsarlık eylemsizliği derinleştirir.
Bugün çevremizde çokça gördüğümüz toplumsal bir hastalıktır bu…
***
Bunlara bağlı olarak yapılmaması gereken başlıca şeylerden biri de, korkuya yenik düşmektir…
Korku insanı alçaltır, kendi gözünde de küçültür.
Eylemsizliğin, güvensizliğin daha da derinliklerine, karanlıklarına çeker. Korkaklık bir insanlık ayıbıdır. İnsan olmaktan vazgeçiştir. Fiziksel olarak yaşıyor görünürken aslında yok oluştur…
Burada halkın “korkunun ecele faydası yoktur” sözünü anımsamanın tam sırasıdır.
Bu da bir çeşit kaderciliktir kuşkusuz…
Fakat kaderciliğin böylesi korkaklığa yeğdir.
Korkaklığı alt etmenin yolu, gerçeğin, gerçekliğin gözünün içine bakmaktan geçer…
Tıpkı yükseklik korkusunu yenmek için yükseğe çıkmak gibi…
Çelişki gibi görünse de, bu düşünce, eylemin yüceltilmesi demektir…
Eylemsiz kalarak korkuyu yenemezsiniz…
***
Ve tam bu noktada, yapmamamız gereken bir şey olarak da, tembellikle karşılaşıyoruz…
Zihinsel ve fiziksel tembellikle…
Araştırmamak, irdelememek, soru sormamak, merak etmemek, gidip görmemek, vb…
Ey sevgili aydın arkadaşlarım…
Yazar, şair, sanatçı, gazeteci, herhangi bir başka meslekten kardeşlerim…
Mutluluğu için belki de canınızı vermeye hazır olduğunuz ülkenizi, yaşamları için kaygı duyduğunuz insanımızı ne kadar tanıyorsunuz?
Hangi eylemlerin, hangi araştırmaların; haber başlıklarına göz gezdirmek, çok çok bir iki köşe yazısı okumak dışında hangi öğrenme, bilgi edinme çabalarının içindesiniz?
Bu soruların yanıtlarını arayıp bulmadan kendinizde karamsar olma hakkı görmeyin…
Yapmayın…
Eylemle, bilgiyle, birliktelikle, en aşılmaz görünen kötülük ortamlarının aşılacağına, en yenilmez görünen düşmanın yenileceğine olan inancın sizi büsbütün bırakıp gitmesine izin vermeyin…
Kötülüğün kendiliğinden yok olacağı gibi bir düşünce ve eylem tembelliğine de sakın ola ki kapılmayın…
Buna karşılık gerçekliğin doğru bilgisiyle, cesaret ve eylemlilikle, aşılamayacak hiçbir engel, başarılamayacak hiçbir şey olmadığı gerçeğini küçümsemeye kalkmayın…
Gerçeklik bizden onu iyi tanımamızı; bilgiyle, cesaretle ve eylemlilikle onun özgürlüğe, iyiliğe, aydınlığa açılan yollarındaki engelleri aşmasına, tıkanıklıkları temizlemesine yardım etmemizi bekliyor…
Bu konuda en yakın yardımcımız, en geniş anlamıyla, yine gerçekliğin kendisidir…