Yaşamakta olan herkesin, her şeyin, eninde sonunda “ölümü tadacak” oluşu kuşku duyulamayacak bir gerçek…
Merak edip baktım… Bu gerçek, Kuran’ın 29. suresi olan “Ankebût” (örümcek!) suresinin 57. ayeti olarak (benim elimdeki bir çeviride) şöyle dile getiriliyor: “Her can ölümü tadacaktır”. (Kuranıkerim’in Türkçe Anlamı-Milliyet gazetesinin özel eki/Doğrul, Çantay, Gölpı-narlı, Nebioğlu).
İnternetin ilgili bölümünde, bazı başka kaynaklarda can yerine aslındaki “nefs” (ruh, can, hayat) sözcüğünün kullanıldığı da görülüyor.
Bu kadar yazmışken, ayetin aslının da bu ilk bölümünü yazalım:
“Kullu nefsin zaikatûl mevti”
“Kullu” sözcüğünün Arapça bilmeden de “külli”, hepsi demek olduğunu anlayabiliyoruz… (“Külliyen”/ tamamıyla, hepsi, hepsini anlamında günlük dilde kullanıyoruz.)
(Öyleyse “Bütün canlar (nefsler)” denilmesi aslına daha uygun görünüyor.)
“Mevt”in ölümle ilgisini de, yine günlük konuşmada kullandığımız “mevta”dan anlaya-biliyoruz…
Söz konusu ayette benim asıl ilgimi çeken ise, Osmanlıca-Türkçe sözlüklerde “zevk” (tatma, tat) sözcüğünden türetilmiş “tatmak” olarak çevrilen “zaikatül” sözcüğü…
Zevk kavramının Arapçadaki kullanılış ayrıntılarını bilemem, fakat Türkçede onu genellikle olumluluk yönünde kullanırız. Zevk sahibi, zevksiz, zevk alamadım vb…
Konu dil olunca, araştırmayı sürdürmekten kendimi alamıyorum, bağışlayın…
Yine kitaplığımdaki bir Rusça Kuran çevirisindeki söz konusu ayetin Rusçasından Türkçeye çevirisini şöyle yapabiliriz: “Her can (ruh) ölümün tadını öğrenecektir, tanıyacaktır. vb..”
“Tat” kavramını Rusçada karşılayan “vkus” sözcüğü de, bizde zevk için olduğu gibi, genellikle olumluluk anlamıyla kullanılıyor.(Örneğin, “vkusnıy” sıfatı, lezzetli demektir…)
Bu yazıda asıl söylemek istediğim bütün bunlar olmadığı için, bu bölümü burada kesiyorum. Sadece zihnimi kurcalayan şu sorunun altını çizerek: “Ölümü tatmak” kavramına imge olarak itirazım yok… Fakat ölmek olgusu bir tatma konusu mudur, daha başka bir duyumsama mıdır? Gerekirse üzerinde düşünüp tartışmayı sürdürebiliriz…
***
“Her can ölümü tadacaktır” sözü, yakın zamanlara kadar bu ölçüde yaşamın içinde değildi…
Günümüzde ise birileri tarafından başkalarına karşı bir tehditmiş gibi kullanılıyor, sanki bir sopaymış gibi gösteriliyor.
Başka bir deyişle de, sanki aslolan yaşam değil de, ölümmüş gibi…
Öyle ya, eninde sonunda öleceğimize göre, ölüme hazırlanmak dururken yaşamı ne diye önemsemeli…
Böylece kadercilik, alın yazısı, yalan dünya vb. kavramlarına gelmiş oluyor…
(Değer verdiğim bir sanatçımızın nedense dilinden düşürmediği, şu çok sevimsiz “Dünyada ölümden başkası yalan…” şarkısındaki gibi…)
Çelişkili olan, ölüm sopasıyla, öteki dünya tehdidi ya da avuntusuyla göz boyayıcılığı yapanların, dünya nimetlerine herkesten daha çok meraklı olmaları…
Tarihte, günümüzde, her zaman, her yerde, bu utanç verici çelişkinin sayısız örneği görülmüyor mu?..
***
“Ankebût” (örümcek) suresine gelelim…
Okunduğunda, bir başka dünyadan çok bu dünyaya, yaşanmakta olana ilişkin olduğu görülüyor…
Yalancılar, zalimler, yolsuzluk yapanlar, ölüm sonrasında verecekleri hesapla tehdit ediliyor:
“Bu şehir halkına yaptıkları yolsuzluklardan ötürü gökten elbette bir azâp indireceğiz…”
(34. sure)
Ve bu gibi kimselerin durumu “ağ kuran örümceğin” durumuna benzetilerek söylenen şu söz, çakma saraylarında kendilerini güvende hissetmeye çalışanlar için söylenmiş sayılamaz mı:
“Halbuki evlerin en çürüğü ise, şüphe yok ki, örümceğin yuvasıdır.” (41. sure)
***
Özetliyorum: Her insanın ölüm gerçeğiyle karşılaşacağından kuşku yok…
Fakat aslolan yaşamak, öncelikle yaşamı tatmaktır…
Dini bir tehdit aracı, bir sopa gibi kullananların bunu yapmakla asıl amaçlarının, doymak bilmez açgözlülükleri ve kirli, karanlık tutkularının çevresine koruyucu bir duvar örme çabasıdır…
Bu gibi duvarların saray görünümünde de olsa “örümcek yuvası” çürüklüğünde olduğu, tarihte ve günümüzdeki sayısız örnekle gün gibi ortadadır…
Bırakın bütün insanlar, en başta çocuklarımız ölüm korkusuyla değil yaşama sevinciyle dolup taşarak yaşasınlar, ölümden önce yaşamı tatsınlar…
—