Aydınlanma simgesi Tevfik Fikret’e ölümünün yüzüncü yılında saygı ve hayranlıkla –
Şöyle de denebilirdi: Ölümden sesleniş, mezardan sesleniş, kabir ötesinden sesleniş, öbür dünyadan sesleniş, ölüler diyarından sesleniş vb…
İmgelemim (muhayyilem) kapkara imgelerin ancak bu kadarını yapabiliyor…
Fakat sonuç olarak hepsinin özeti, yazının başlığını oluşturan “Ortaçağdan Sesleniş”tir…
Ülkemizde cumhurbaşkanı olduğu varsayılan kişinin birkaç gün önce bir “şehit” cenazesinde şehit ailelerine seslenişinden söz etmekte olduğumu tahmin edenleriniz olacaktır…
***
Ortaçağlar, özellikle de Hıristiyan dünyasında dinsel ideolojilerin egemen olduğu dönemlerdir.
İnsan (akıl) odaklı aydınlanma çağı başlamamıştır henüz.
Hıristiyanlık, bilimin doğup gelişmesine engel oluşturmakla kalmamış, kilisenin elinde bir işkence, cinayet aygıtına dönüşmüştür.
Bununla da kalmayarak bütünüyle ayağa düşmüş, papazlar cennet kapısının anahtarını satan din bezirgânları olmuşlardır.
Din adına kelle kesen IŞİD cellatları, bu ortaçağ karanlığının günümüzdeki İslam versiyonlarıdır.
Şehit cenazesinde şehidin ailesinin mutlu olması gerektiğini buyuran kişinin yaptığı da, bu karanlık tellallığının, din bezirgânlığının ta kendisidir…
Takım elbisesi, kara gözlükleriyle, bir elinde mikrofon, öteki eli şehidin cenazesinde yapılan bu sözüm ona “başsağlığı” konuşması, baştan sona, kapkara bir ortaçağ seslenişidir.
İspanyol faşistlerinin “yaşasın ölüm” çığlığının tıpkısıdır…
Yaşama karşı ölümün, aydınlığa karşı karanlığın, duyguya karşı taş katılığında bir duygusuzluğun, sevgiye karşı sevgisizliğin, akıla karşı akıl dışılığın sözcülüğüdür…
Çocuğunu bağrına basan annenin mutluluğunun karşısına onu mezara götüren annenin ne olduğu belirsiz “mutluluğunu” koymanın akıl, insaf, vicdan dışılığıdır….
***
Şehit aileleri mutlu olmalıymış?
Öyle mi?
Öyleyse eğer, sen kendinin, eşin hanımefendinin, öteki aile yakınlarınızın mutluluğu için, kendi evlatlarını neden şehit olmaya göndermiyorsun?
Ait olduğun dinin peygamberi, bazı savaşlara elinde kılıç bizzat katılmıştı…
Cumhurbaşkanı olduğun ülkede kan gövdeyi götürürken sen neredesin?
Senin görevin şehit ailelerine mutluluk dersi verip sarayına zoraki toplanmış muhtarlara fıkra anlatmak, onları muhbirliğe kışkırtmak mı; yoksa saldırıların
istihbaratını önceden alarak gerekli önlemleri aldırmak, yolları mayınlardan temizletmek, gepegenç insanlara hangi sıfat altında olursa olsun ölümün değil yaşamın mutluluğunu sağlamak mıdır?
***
Kimsin?
Yetkileri anayasayla sınırlı bir devlet adamı mı, kendini Tanrı’nın dünyadaki gölgesi sayan bir ortaçağ yobazı mı?
Hiçbir yasa, hiçbir hukuk, hiçbir vicdan, bir şehit cenazesinde sana neredeyse “yaşasın ölüm” çığlığını atma hakkını ve yetkisini vermiyor…
Bütün canlılar dünyaya ölmek için değil yaşamak için gelirler.
Mutluluk ölümde değil yaşamdadır.
Bunu sen de herkes kadar iyi bilirsin…
Kendinin ve yedi sülalenin dünya malı konusundaki hırsınız ve tamahınız herkesin gözü önündedir.
Bu nedenledir ki, doğru ya da yanlış, din konusunda da en son vaaz verecek, sözüne en az güven duyulacak kişi sensin…
***
Şehit cenazesinde ortaçağ karanlığının sözcülüğünü yapan kişi ülkeyi de kendi karanlığına sürüklüyor…
Gerçi Türkiye o karanlığa sığmaz, sığmayacak…
Fakat böyle de olsa, ortaçağlardan bugünlere seslenen bu karanlık sözcüsü karşısında sesini insan onuruna yakışan bir yüreklilik ve kararlılıkla yükseltemeyen herkes, ülkeyle birlikte kendi çocuklarının bugünü ve geleceği için de, en az onun kadar suçlu ve sorumludur.