Yaşar Kemal 2 Mart 2015 Pazartesi günü Teşvikiye Camisi avlusunda, musalla taşı üzerindeki “tahta kutu”sunda sonsuz uykudayken, cenaze namazı kıldıran imam yüksek sesle soruyor:
“Kendisinin iyi bir Müslüman olduğuna şahitlik eder misiniz?..”
Kalabalığın bir bölümünün yanıtı yükseliyor:
“Ederiz…”
Ya da buna benzer bir soru-yanıt kalıbı…
Yaşar Kemal’in iyi, hem de çok iyi bir insan olduğunda kuşku yok.
Onu bir kez görüp tanımış olanlar bile bunu bilir.
Fakat “iyi Müslümanlık” nereden çıktı?
“İyi Müslüman” ne demek?
Diyeceksiniz ki bu bir tören kalıbı…
İyi de nereden çıkmış, bulan kim? İslamın kutsal kitabında böyle bir kalıp var mı? Hiç sanmam…
İçimden, “yalan” diye düşünüyorum…
Yaşamlarımız boyunca karşılaştığımız yalanlar yetmezmiş gibi, son yolculuğumuza da bir yalanla uğurlanıyoruz…
Bundan başka, bir zorlama da var bu kalıbın dayatılmasında…
Şöyle bir şey:
Uğurlanan kişi iyi Müslümanmış ya da değilmiş, ne önemi var?..
Biz onu son yolculuğuna yine de iyilikle uğurlayalım…
Peki ama, şu ya da bu kişiye, onun olmadığı bir şeyi, hangi niyetle olursa olsun, dayatmaya, yüklemeye, zorlamaya hakkımız var mı?
***
Yalan sadece bu soru-yanıt kalıbı bakımından değil, uğurlama töreninin bütünü için söz konusu…
Kutsal sayılan herhangi bir mekânı, görüp tanıma merakı dışında herhangi bir dinsel duyguyla ziyaret etmemiş şu ya da bu kimseyi, dinsel törenle uğurlamak hem yalan, hem dayatma değil de nedir?
Yine diyebilirsiniz ki sonuç olarak bu bir törendir, cami avlusu da tören yeridir, bütün bunlara daha fazla anlam yüklemenin gereği yok…
Hiç öyle değil…
Yaşam ne kadar önemliyse, ona son noktayı koyan ölüm de aynı ölçüde, belki daha da önemlidir… Fakat yine yaşamla, ölen kişinin yaşamıyla ilgili olarak…
Bilinen, kabul edilen, uygulanan biçimleriyle dinsel inanışlarla ilgisi bulunmayan bir kimsenin, ölümünde dinsel kalıplarla uğurlanışı, açıkça söylenmiyor da olsa (ki çoğu kez söylenmektedir de..) asıl gerçeğin ölüm olduğu, yaşam dediğimiz şeyin yalandan başka bir şey olmadığını kabule zorlamaktır…
Bu ise söz konusu kişiye, onun da ötesinde yaşamın kendisine yapılabilecek en büyük haksızlık ve hakarettir…
***
İnsan nasıl yaşadıysa, son yolculuğuna da öyle uğurlanmak ister…
İnanan kişinin inancına uygun olarak defnedilmesi nasıl temel bir haksa, herhangi bir dinsel inancı olmayan kişinin de bu inancına uygun olarak uğurlanması aynı ölçüde bir temel insan hakkıdır.
İnanmamak da, sonuç olarak bir inanç, vicdan, bilinç olgusudur ve herhangi bir dinsel inançtan daha az saygın değildir…
Yaşar Kemal’le başladım, onunla bitireyim…
Oylumca çok da büyük olmayan “Yılanı Öldürseler” adlı yapıtı, romanlarının beni belki de en çok etkilemiş olanıdır…
Romanda annesi Esme’yi öldürmeye kışkırtılan Hasan buna direnmekte, fakat kışkırtıcılar çocuğun içine çeşitli kılıklarda girerek onu bu cinayeti işlemeye zorlamaktadırlar…
Sonunda da yılan kılığına girerek amaçlarına ulaşırlar…
Çok yıllar önce bu kitap için yazdığım (Sevgili Yaşar Ağabey’in de beğenip övdüğü) bir yazımın son cümlesi şöyleydi:
“Yılanı öldürseler, Hasan kurtulacaktı…”
Yaşamlarımızı, onun son dönemeci olan ölüm olgusu da içinde olmak üzere, yalandan arındırmalıyız…