Aslı İspanyolca “Viva La Muerte” olan ünlü sloganın “yaratıcısı”, Franco’nun generallerinden José-Millán Astray’dir…
Faşist komutan, ilk kez askerlerini çarpışmaya sürerken kullanmış bu sloganı.
Slogan ilk elde, Mustafa Kemal’in Çanakkale Savaşları’nda askere seslenişindeki “Ben size ölmeyi emrediyorum!” sözünü akla getirse de, aradaki fark, onun da ötesinde taban tabana zıtlık yeterince ortadadır.
Faşizmin sloganı, ölümün yüceltilmesidir.
Faşizme yakışan da zaten budur.
Ölmeyi emretmek ise en büyük özverinin, yaşamı feda etmenin göze alınmasını istemektir.
İlkinde ölüm yüceltilirken yaşam küçümsenmektedir.
Çanakkale’de söylenen unutulmaz sözlerin felsefi içeriği ise tam tersine, köle olmamak, özgürce yaşamak için savaşmak ve gerektiğinde ölümü de göze alabilmek gerektiğidir…
***
Yaşam ve ölüm ilişkisi konularında Cumartesi ve Pazar köşelerimde çokça yazdım.
Birkaç tanesi anımsatayım: “Yaşam Kültürü-Ölüm Kültü/Pazar Söyleşileri 16.10.05”,“Yine Yaşama Kültürü Üzerine/Pazar Söyleşileri 02.11.08”, “Ahretçilik/Cumartesi Yazıları/25.06.05” ve daha geçen hafta bu köşede yayımlanan “Önce Yaşamı Tadalım!” adını taşıyan yazı…
“Ahretçilik” başlıklı yazımda, bu kavramla ilk kez Prof. Suat Sinanoğlu’nun “Türk Hümanizmi” adlı kitabında karşılaştığımı belirttikten sonra yaptığım bir alıntıyı burada yinelemek istiyorum:
“:”……doğuda manevi evren koskoca bir morga benzer; burada duyulan tek insan sesi, ölümlülerin yazgısına sonsuz bir hüzün ve bezginlikle ağlayan bir iç sestir….. dinsel düzene bağlı bu evrende her iki yönelişe, Ortodoks ve mistik yönelişlere özgü olan sonsuz bir zihin tembelliği, mutlak bir hareketsizlik ve meditatio mortis -ahretçilik-temeline dayanan dünya işlerini umursamama topluma egemendir.”
Yine aynı yazıda, söz konusu Latince kavramın “öbür dünyacılık” sözüyle de karşılanabileceğini yazmıştım…
***
Nereden çıktı bu “yaşasın ölüm”ler, “ahretçilik”ler, “öbür dünyacılık”lar demeyeceğinizi tahmin etmem güç değil…
Çünkü bu kavramlar artık, yaşamlarımızın tam ortasında, gözlerimizin içine sokulacak kadar yakınımızda duruyor…
Geçtiğimiz perşembe günü Hürriyet gazetesi, bence çok önemli bir gazetecilik başarısı olarak müthiş bir başlıkla yayımlandı:“Dersimiz Ölüm!”
“Yaşasın Ölüm!” gibi bir başlık…
Ve zaten Mesut Hasan Benli’nin derlediği haberin içeriğini okuduğunuzda, “Milli Eğitim Bakanlığı ile Hizmet Vakfı”nın “projesi” olan 39 sayfalık bir kitapçıkla öğrencilere verilmesi planlanan “Değerler Eğitimi” denen şeyin baştan sona bir ölüm övgüsü olduğunu tüyleriniz ürpererek görüyorsunuz…
Bakanlıkla Hizmet Vakfı denilen (kurucuları arasında Saidi Nursi’nin öğrencilerinin bulunduğu) kurumun ortak ürünü olan kitapçıkta, ölümün bir “nimet” olduğu belirtiliyor, hastalık “ölüme hazırlık” olarak tanımlanıyor, ölümün “güzel”liğine İslam peygamberinin kısa sayılabilecek (63) bir yaşam sürmüş olması gösteriliyor. Buradan öğrendiğimize göre Tanrı sevdiği kulları yanına erkenden alıyormuş vb… Kış mevsiminin de “kefen”, “ölüm” güzellemeleriyle anlatıldığını öğrendiğimiz, çocuklarımıza yönelik bu iç karartıcı “Değerler Eğitimi”ne karşı Ankara Barosu yürütmeyi durdurma davası açmış. Zaten gazeteci arkadaşımızın haber kaynağı da, Baro’nun çocuklarımızın ruh sağlığını korumaya yönelik dava dilekçesi olmuş… Sonucu mutlaka izlememiz gerekiyor…
***
“Ahretçilik” başlıklı yazımı, “meditatio-mortis”in, yani “öbür dünyacılığın” karşıtının, “dignitas-hominis”, yani “insan onuru” olduğunu belirterek tamamlamıştım…
Bu yazıyı da izninizle, yine o yazımdaki son cümlelerimle tamamlayayım:
“Yaşamak ve yaratmak sevincini hiçbir ‘ahret’, ‘öbür dünya’ avuntusuyla değiştiremez ve sonunda ölüm var diye bunlardan vazgeçemeyiz… Çünkü ölüm gerçeğiyle en gerçekçi, insan onuruna en yaraşır biçimde karşılaşmanın yolu da, yaşamak ve yaratmak sevincini gereğince yaşamaktan geçiyor…”