Biliyorum her öğrencisnin her tanıyanının, seveninin, sevmeyeninin bir Hüseyin Seçmeni vardır. Benim de öyle. Üçüncü sınıfayız. Dersler başladı, bizim sosyal bilgiler dersi, (Tarih, coğrafya, yurtaşlık bilgisi v.b. derslerin toplamı) boş geçti. Atanan öğretmenin gelmesi gecikmiş. Derken bir gün arkadaşlardan bir küme öğrenci yakınarak, yorgun olduklarını, saatlarca kitap taşımaktan bitkin düştüklerini anlatıyordu.
Birisi ne olduğu sorulmadan, başladı konuşmaya, yeni bir öğretmen gelmiş, az eşyası, mabilyası varmış,ama tıka basa dolu karton, karton kitap taşımışlar. Deli mi neyse bir de aman çocuklar kartonlarıma zarar vermeyin düzgün koyun diyormuş, kendisi de yüklenip taşıyormuş kartonları, bir de hep gülümsüyormuş, sıradan basit bir insan gibi giysileri varmış,kravatsız, asker elbisesi gibi… Buysa bizim derse gelecek öğretmen seyreyleyin şenliği…
Birgün derse sıradan bir insan geldi, öğretmenmiş. Adını söyledi, sosyal bilgiler dersini kendisiyle birlikte yapacağımızı belirttikten sonra oturdu sandalyesine uzunca süre sessizce çevreyi, bizleri gözledi, yüzünde ince bir gülümseme, saçları özensiz taranmış, ya da elle mi düzeltilmiş, pek belli değildi. Uzunca süre safça oturduktan sonra, yoklama falan yapmadan, „Ne diyorsunuz, derse başlayalım mı“ diye sordu. Sonra genel olarak bu dersin kapsamını, hangi konuların işleneceğini anlatarak, „Siz ne diyorsunuz, sizce nasıl işleyelim dersleri, bu konuyu konuşalım öncelikle“ dedi ve sözü biz oğrencilere verdi. Herkes birşeyler söyledi, sanıyorum kısa kısa notlar aldı. Ders kaynadı gitti söyleşi ortamında. Gelecek derse herkesin hazırlanarak, okuyarak gelmesini, özellikle son olarak okuduğumuz, bir yazının, gazete, degi, kitap neyse, onlardan da söz edeceğimizi söyledi ve zil çaldı o da gitti. Sosyalcı öğretmenle iyi kaynatacağız derslerin izlenimi aldık, yaşasın!
O yıllarda Kıbrıs olayları kabarmıştı, NATO, Yunanistan, ABD ile ilgili konular gazetelerin manşetlerinden düşmüyordu. ABD ile söz dalaşı vardı. Türkiye´nin Kıbrıs´a karışmaması falan isteniyordu, Türkiye de direniyordu. Bizim sosyalcı öğretmen erkenden bir yazılı sınav yaparak, öğrencilerini tanımak istiyormuş, kağıtları çıkardık o tahtaya tebeşirle karpostal gibi çok güzel bir yazıyla soruyu yazdı: „Amerika´nın keşfinin nedenlerini ve sonuçlarını kısaca anlatın“ karatahtayı kullanma ustalığını onun gibi beceremedim hiçbir zaman. O edebiyat bölümünden önce resim bölümünde okumuş, doğalla ussal eğitimin bileşkesine ulaşmış. Kitap defter her şey izinli, yalnız her öğrenci kendisi yanıtlayacak, yardımlaşma yok. Yazdık becerimiz oranında bir şeyler. Ben güncel olayları ve politikaları da özellikle yanıtlar arasına sıkıştırdım. Öğretmen bu sınavın sonuçlarını daha sonra konuşarak değerlendirdi, not falan da vermedi. Yazdıklarımın onaylanır gibi olması sevindirdi beni, o andan sonra bir başka değerlendirmeye başladım öğretmenimizi.
Öğrenci arkadaşlara nelerle uğraştığımızı sordu.Özellikle de hangi kitapları, dergileri, gazeteleri okuduğmuzu sordu, herkes bir şeyler söyledi ve ben de diğerleri yanında, Felsefe sözlüğünü söyledim. Gülümsedi felsefeyle ilgilenmeme. Birkaç gün sonra „Arkadaş eğer felsefeyle ciddi uğraşacaksan Eflatun´dan başlayacaksın bu işe“ dedi. O yıl anlar anlamaz, Eflatun´dan onlarca kitap okudum. İkili konuşma biçimindeki bu kitaplardan İstanbul Üniversitesindeyken daha çok yararlandım. Sokrates´in „Benim bildiğim bir şey varsa, o da hiç birsey bilmediğimdir.“diyerek bilgeliğinin ussal doruğuna ulaşmasıyla, bizim Yunus´umuzun inleyen dertli dolabına söylettiği „aşağıdan alır, yukarıdan dökerim“ yüceliğiyle ve „İlim ilim bilmektir, ilim kendin bilmektir. Sen kendini bilkmezsin ya nice okumaktır.“ anlamdaşlığının ayırdına elbette çok sonraları vardım. „Devlet“in ortasındaki „Ya devlet adamları filozof, ya da Filozoflar devlet adamı olmalıdır“ görüşüyle beynimde kavak yelleri esti. Bu politik seçkincilik, topluculukla çelişkili de olsa, toplum mühendisliği yönüyle ve kuramsal, felsefi olarak ben de iz bıraktı.
Biz edebiyat öğretmenimiz H. Seçmen´in Deli Kaymakam, rolünü bizzat oynadığı „Buzlar Çözülmeden“ oyununu başarıyla gerçekleştirdik.Orada hilebaz Ağalık düzenine eleştiri, bir de „Şimdiye kadar akıllılar yönetti de ne oldu, koy birazda deliler yönetsin“ denilerek, politikacılar küçük mü düşürülüyormuş nasılsa! Bir de derste Nazım Hikmet´in Kerem Gibi şiirini Yeni Dergiden ben okumayı denedim, Öğretmenimiz olmadı diyerek aldı dergiyi elimden kendisi okudu. Saşırdık, bu nasıl şiirdi böyle, sınıftaki erkek öğrenciler Kerem, kızlar Aslı oldu tutuştu ruhlarımızda en kutsal ateş, „Ben yanmasam, sen yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa“ diyordu büyük ozan.
Eser inceleme ödevlerinde, bana B. Russel´in Bilimden Beklediklerimiz ve sonrasında A.Gide´nin Dünya Nimetleri ve A.Camus´un Sisyphe Efsanesi kitapları ; tüm diğer öğrencilere de buna benzer klasik- çağdaş kitaplar verildi. Özellikle eser incelemelerin sonuçlarını öğrenirken, öğretmenimizin okumadığı kitabı bizlere önermediğini anladık. O Eser inceleme defterlerimizi nasıl bir özenle düzelttiğini şimdilerde gördüm.
Tasavvuf Edebiyatından, halk şiirinden ve hatta Divan Edebiyatından verdiği örneklerle beslendik,bir örnek olarak Hacı Bayram Veli´den onun ezbere okuduğu ve tahtaya yazdığı hiç unutamadığım şu dizeleri ben de o anda belleğime kazıdım:
„Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm, yanmada derman buldu bu gönlüm.Yan ey gönül yan,
yanmadan oldu derdine derman.“ Dersler çok içerikli ve nitelikli işleniyordu. Tarih dersinde, özellikle Anadolu Selçukluları“ çök öne çıkıyordu. Bir de Yunus Emre, Karacoğlan gibi halk ozanlarıyla her nasılsa harmanlanıyordu dersler. Sonradan anladık ki, Anadolunun Türkleşme ve yurt olma sürecini yaşatıyormuş bize Bilge Öğretmen. Tasavvuf Edebiyatın´dan söz ederken Mehmet Fuat Köprülü adını anardı sürekli.
Ben 5.sınıftayken, H.Seçmen 3. Sınıflardan bir küme öğrenciyle Konya´ya araştırma gezisi yaptı. Beni de yardımcı olmam için yanına aldı. Konya´yı taihi yönüyle ve yapılarıyla, diğer kültürel yanlarıyla tanıma olanağı buldum. Önemli Camileri, Karatay kapısını, Mevlana Külliyesini, Anadolu Selçuklu Devleti´nin başkentini bir iyi gezdik, bilgilendik.Abdülbaki Gölpınarlı´nın on bin kitabını bağışladığı kütüphaneyi gördük.
Dönüş yolunda söyleşimiz: Konyalı Mevlana´nın farsça Mesnevisinin gizemi, „ Gel, gel, ne olursan ol yine gel,ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol yine gel. Bizim dergahımız ümitsizlik dergahı değildir, Yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel “ sözlerindeki açıklığıyla gün yüzüne evrensel biçimiyle çıkarken, külliyesiyle somutlaşması insanlığın saygınlığını kazanması ve duru Türkçesiyle Yunus Emre üzerine oldu. Bu kıraç toraklarda ulu çınar olan Yunus Emre´nin yalın Türkçesiyle Türk insanı, Türk halkı olmasının yüceliği, „bilmeyenler ne bilsin bizi, bilenlere selam olsun“ sözünü anlamaya çalıştık. “ Cihan alem herkes bilsin ki, en büyük ibadet sevebilmektir“ diyerek yine onun dizeleriyle yanıtlar bulmayı denedik…
Karamanoğlu Mehmet Bey´in Anadoludaki ilk Türk devleti başkentinde „Bugünden sonra , divanda, dergahda ve Bargahta, mecliste ve meydanda Türkçe´den başka dil kullanılmayacaktır“ fermanının edebiyat dilinin Fasça, devlet yönetim dilinin Arapça olduğu ülkede, toplumun konuştuğu Yunus Emre kurallı Türkçesini resmi dil ilan ederek kültürel alanda ve ulusal kimliğin gelişmesindeki önemini kavramaya çalıştım burada anlatılanlardan ve gördüklerimden.
Bilge öğretmen Hüseyin SEÇMEN öğrenme ve öğretmenin sürekli gelişiminin, okumakla olduğunun bir simgesi olarak yaklaşık kitaplığında 25 bin kitabının okunmadan yerine konmadığı bilinir. Çok yönlü Bilge bir Filozof´tu O. Çağdaş Sokrates!. „Bilmeyenler ne bilsin onu, bilenlere selam olsun“ Bilge Hüseyin Seçmen sanada uğurlar olsun.
Hamburg, 17.09.2020
Nihat Ercan
Çok teşekkürler Nihat Bey. O günleri tekrar yaşamamıza vesile oldunuz.
Sizde hatırlarsınız, sabahları nöbetçi öğretmenler yatakhanelere gelir, kimi düdük örtülerek, kimi simgelerin demirlerine vurarak nefretle bizleri uyandırmaya çalışırdı. Hüseyin Öğretmenimiz elinde, koltuğundaki kitap yüküyle yatakhaneleriyleysem biriyle diyaloğa girer, şaka ve espirilerle iletişim kurardı ilgiyle dinler konuşulanları daha iyi anlamak için kalkar diyaloğa katılırdık.
Tanrı rahmet eylesin, mekanı cennet ruhu şad olsun. Işıklar içinde uyu Değerli ÖĞRETMENİM.