21.1 C
Hamburg
Pazar, Haziran 23, 2024

Dikkat! Türkiye için kırmızı alarm!

15 Temmuz Darbesini çok önceden yazan Amerikalı Neo-Con (Yeni Muhafazakâr) Michael Rubin, darbe girişimi sonrasında “Türkiye, bölünme sürecinin psikolojik aşamasını tamamladı ve Erdoğan tarihe ‘kibri uğruna Türkiye’yi yıkan kötü adam’ olarak geçecek. Türkiye, parçalara ayrılmış durumda. Sınırları yakında değişecek. Tek mesele; bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak, yoksa Türkiye’nin de dâhil olduğu bir federasyon mu, henüz belli değil” değerlendirmesini yapmıştı.

Rubin’in değerlendirmesinin kışkırtıcı (provokativ) ve kurgusal (spekülatif) yönlerini yok sayabiliriz ama içindeki bir gerçeği gözden uzak tutamayız, tutmamalıyız. Rubin değerlendirmesinde; “bölünme sürecinin psikolojik aşaması” derken; toplumun kutuplaştırılması (polarizasyon) ve ayrıştırılmasından bahsetmeye çalışmış. Biliyoruz ki, tarihteki tüm iç savaşların ve çatışmalı bölünme ve parçalanmaların öncesinde toplum mutlaka psikolojik olarak bölünmüş, kutuplaştırılmış ve birbirine karşı kamplaşmış duruma gelmiştir veya getirilmiştir. Yani durup dururken, dış dinamikler istedi diye hiçbir toplum birbiriyle çatışmaz, bölünüp parçalanmaz!

Dış Güçler Durumdan Memnun!

Demem o ki; AKP iktidarları bugüne kadar sürdürdüğü ama bilinçli ama bilinçsiz politikalarla toplumun kutuplaşmasına ve ayrışmasına neden olmuştur ve neden olmaya da devam etmektedir. Bu çok tehlikeli rotadan bir an önce dönülmesi; ülkemizin güvenliği ve bekası açısından yaşamsaldır! Türkiye üzerinde emelleri ve planları olan dış güçlerin, halen seyrettiğimiz rotadan pek memnun olduklarını söyleyebiliriz.

Geçenlerde, Amerika’da yaşayan ve düşünce kuruluşları ile yakın bağlantısı olan bir Türk dostum anlattı. Üst düzey bir ABD yetkilisi; “Türkiye’deki iktidar şu an kafamıza yapsa, sesimizi şimdilik çıkarmayız. Çünkü Türkiye’yi planlarımıza yönelik olarak istediğimiz rotada seyrettiriyor” demiş ve “Türkiye’deki iktidar da lideri burada yaşayan cemaat de bizim maşamız. Bugün bu maşanın uçlarının birbirinden uzaklaşmış olması, hatta birbiriyle kavga ediyor olmaları bizim amaçlarımıza hizmet etmedikleri anlamını çıkarmaz” diyerek durumu açıklamış kendisine. Bilmem siz katılır mısınız?

Sekülerizm ve Laiklik

Türkiye’nin hızla ayrışmasının, kutuplaşmasının ve çağdaş uygarlık rotasından uzaklaşmasının başat nedenlerinden birisi de laikliğin iktidarın dilimleme siyaseti ile aşındırması ve sulandırmasıdır. Laiklik; bir toplum için, özellikle de ezici nüfusu Müslüman olan toplumlar için adeta bir güvenlik konseptidir ve yaşamsaldır. Laiklik yoksa; iç barış, modern anlamıyla insan hak ve özgürlükleri, kadına saygı, akıl, bilim, felsefe (sorgulayıcı düşünce), sanat ve refah toplumu da yok demektir. Laiklik; aynı zamanda antiemperyalist tavır demektir. Çünkü dünya tarihi göstermiştir ki; emperyalizm kitleleri din yoluyla bölüp parçalamış ve sömürmüştür. Laiklik; aydınlanmanın ve Ortaçağdan çıkışın işaretidir.

O zaman en önemli soruya geliyoruz; laiklik nedir, ne değildir? İşin kötüsü anti laik tavır içinde olmayanlar bile ülkemizde tam olarak laikliğin ne olduğunu doğru dürüst bilmezler. Alacağınız yanıt genellikle “din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır” şeklinde olur. Bu doğrudur ama yeterli değildir. Bazıları da kimisi cehaletten, kimisi art niyetten sekülerizm ve laiklik ayrımı yapmaya çalışır. Beyhudedir, aralarında milim fark yoktur!

Laiklik Nedir?

Laiklik; en özet anlatımıyla dini sınırlandırmaktır. Bu sınır; inanç ve itikattır. Yani dinin insanların bireysel ve öznel alanın dışına çıkmasına müsaade etmemektir. Laikliğin en önemli özellikleri, olmaz ise olmazları;

Dinin;

  • Devleti,
  • Siyaseti,
  • Hukuku,
  • Eğitimi

esir almasının ve hükmetmesinin önüne geçilmesi ve engellenmesidir. Devletin dini olmaz; din, mezhep veya dinsizlik insanların özgür iradelerinin bir sonucudur. Devlet bunlara karışmaz, yönlendirme ve baskı yapmaz. Bu sistemde, her türlü inanç ve ibadet özgürlüğü güvence altındadır. Laik bir toplumda, toplumsal yaşamın referansı akıl ve bilimdir, din değildir. Bugün dünya yüzünde, dinin devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi esir aldığı ama ileri gidebilmiş tek bir ülke veya toplum yoktur.

Laiklik Yoksa, Ahlak da Yoktur!

Farklı farklı laiklik tanımı yoktur. Tek fark; zaman içinde dinsel reformlarla dini sınırlayan toplumlar (İngiltere gibi) dine daha yumuşak sınırlar çizmiş, dinde reform yapamayan Fransa ise 1789 Devrimi sonrası daha sert sınırlar çizmek zorunda kalmıştır. Bu fark tarihi gelişimin doğurduğu farktır, özde bir fark yoktur.

Hala Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel ilkesi laiklik olmasına rağmen iktidar arka bahçesini büyütmek ve hiç iktidardan gitmemek için laikliği adım adım yok ederek ve dinin devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi esir alması için elinden geleni ardına koymayarak ağır bir anayasa ihlali yapmaktadır. Laikliğin yok edilmesinin bırakın iç barışımızı dinamitleyişini, bizi çağdaşlıktan, üretimden, akıldan ve bilimden nasıl uzaklaştırdığını ve bu gidişin ahlaklı bir toplum yaratmayacağını ve yaratmadığını sanıyorum görüyorsunuzdur!

Düşünüyorum, Öyleyse Varım!

Günümüzden 400 yıl önce yaşamış olan Fransız filozof René Descartes‘in; Latincesi ile “Cogito ergo sum”, Türkçesi ile “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözlerinde kastedilen düşünce kurgusal değil, sorgulayıcı, bilimsel düşüncedir. Sorgulayıcı ve bilimsel düşünce ise ancak ve ancak bağımlı olmayan, biat kültürü ile yetiştirilmeyen, özgür akıllar tarafından yapılabilir. Bu da laik eğitim sistemi ile sağlanabilir. Laik olmayan eğitim ise düşünmeme disiplinini topluma kurgular!

Descartes’den 300 yıl sonra, günümüzden ise yaklaşık 100 yıl önce doğan yine Fransız bir filozof olan Albert Camus bir adım daha ileri gidiyor ve “Düşüncesini eyleme çeviren, itiraz eden, hayır demesini bilen ve başkaldıran insandır” diyor. Ne diyorsunuz, bugün Fransa’da direnen “Sarı Yelekliler” bu filozoflardan ilham mı almışlardır?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER

Dikkat! Türkiye için kırmızı alarm!

15 Temmuz Darbesini çok önceden yazan Amerikalı Neo-Con (Yeni Muhafazakâr) Michael Rubin, darbe girişimi sonrasında “Türkiye, bölünme sürecinin psikolojik aşamasını tamamladı ve Erdoğan tarihe ‘kibri uğruna Türkiye’yi yıkan kötü adam’ olarak geçecek. Türkiye, parçalara ayrılmış durumda. Sınırları yakında değişecek. Tek mesele; bölünme iki ayrı devlet şeklinde mi olacak, yoksa Türkiye’nin de dâhil olduğu bir federasyon mu, henüz belli değil” değerlendirmesini yapmıştı.

Rubin’in değerlendirmesinin kışkırtıcı (provokativ) ve kurgusal (spekülatif) yönlerini yok sayabiliriz ama içindeki bir gerçeği gözden uzak tutamayız, tutmamalıyız. Rubin değerlendirmesinde; “bölünme sürecinin psikolojik aşaması” derken; toplumun kutuplaştırılması (polarizasyon) ve ayrıştırılmasından bahsetmeye çalışmış. Biliyoruz ki, tarihteki tüm iç savaşların ve çatışmalı bölünme ve parçalanmaların öncesinde toplum mutlaka psikolojik olarak bölünmüş, kutuplaştırılmış ve birbirine karşı kamplaşmış duruma gelmiştir veya getirilmiştir. Yani durup dururken, dış dinamikler istedi diye hiçbir toplum birbiriyle çatışmaz, bölünüp parçalanmaz!

Dış Güçler Durumdan Memnun!

Demem o ki; AKP iktidarları bugüne kadar sürdürdüğü ama bilinçli ama bilinçsiz politikalarla toplumun kutuplaşmasına ve ayrışmasına neden olmuştur ve neden olmaya da devam etmektedir. Bu çok tehlikeli rotadan bir an önce dönülmesi; ülkemizin güvenliği ve bekası açısından yaşamsaldır! Türkiye üzerinde emelleri ve planları olan dış güçlerin, halen seyrettiğimiz rotadan pek memnun olduklarını söyleyebiliriz.

Geçenlerde, Amerika’da yaşayan ve düşünce kuruluşları ile yakın bağlantısı olan bir Türk dostum anlattı. Üst düzey bir ABD yetkilisi; “Türkiye’deki iktidar şu an kafamıza yapsa, sesimizi şimdilik çıkarmayız. Çünkü Türkiye’yi planlarımıza yönelik olarak istediğimiz rotada seyrettiriyor” demiş ve “Türkiye’deki iktidar da lideri burada yaşayan cemaat de bizim maşamız. Bugün bu maşanın uçlarının birbirinden uzaklaşmış olması, hatta birbiriyle kavga ediyor olmaları bizim amaçlarımıza hizmet etmedikleri anlamını çıkarmaz” diyerek durumu açıklamış kendisine. Bilmem siz katılır mısınız?

Sekülerizm ve Laiklik

Türkiye’nin hızla ayrışmasının, kutuplaşmasının ve çağdaş uygarlık rotasından uzaklaşmasının başat nedenlerinden birisi de laikliğin iktidarın dilimleme siyaseti ile aşındırması ve sulandırmasıdır. Laiklik; bir toplum için, özellikle de ezici nüfusu Müslüman olan toplumlar için adeta bir güvenlik konseptidir ve yaşamsaldır. Laiklik yoksa; iç barış, modern anlamıyla insan hak ve özgürlükleri, kadına saygı, akıl, bilim, felsefe (sorgulayıcı düşünce), sanat ve refah toplumu da yok demektir. Laiklik; aynı zamanda antiemperyalist tavır demektir. Çünkü dünya tarihi göstermiştir ki; emperyalizm kitleleri din yoluyla bölüp parçalamış ve sömürmüştür. Laiklik; aydınlanmanın ve Ortaçağdan çıkışın işaretidir.

O zaman en önemli soruya geliyoruz; laiklik nedir, ne değildir? İşin kötüsü anti laik tavır içinde olmayanlar bile ülkemizde tam olarak laikliğin ne olduğunu doğru dürüst bilmezler. Alacağınız yanıt genellikle “din ve devlet işlerinin ayrılmasıdır” şeklinde olur. Bu doğrudur ama yeterli değildir. Bazıları da kimisi cehaletten, kimisi art niyetten sekülerizm ve laiklik ayrımı yapmaya çalışır. Beyhudedir, aralarında milim fark yoktur!

Laiklik Nedir?

Laiklik; en özet anlatımıyla dini sınırlandırmaktır. Bu sınır; inanç ve itikattır. Yani dinin insanların bireysel ve öznel alanın dışına çıkmasına müsaade etmemektir. Laikliğin en önemli özellikleri, olmaz ise olmazları;

Dinin;

  • Devleti,
  • Siyaseti,
  • Hukuku,
  • Eğitimi

esir almasının ve hükmetmesinin önüne geçilmesi ve engellenmesidir. Devletin dini olmaz; din, mezhep veya dinsizlik insanların özgür iradelerinin bir sonucudur. Devlet bunlara karışmaz, yönlendirme ve baskı yapmaz. Bu sistemde, her türlü inanç ve ibadet özgürlüğü güvence altındadır. Laik bir toplumda, toplumsal yaşamın referansı akıl ve bilimdir, din değildir. Bugün dünya yüzünde, dinin devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi esir aldığı ama ileri gidebilmiş tek bir ülke veya toplum yoktur.

Laiklik Yoksa, Ahlak da Yoktur!

Farklı farklı laiklik tanımı yoktur. Tek fark; zaman içinde dinsel reformlarla dini sınırlayan toplumlar (İngiltere gibi) dine daha yumuşak sınırlar çizmiş, dinde reform yapamayan Fransa ise 1789 Devrimi sonrası daha sert sınırlar çizmek zorunda kalmıştır. Bu fark tarihi gelişimin doğurduğu farktır, özde bir fark yoktur.

Hala Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının temel ilkesi laiklik olmasına rağmen iktidar arka bahçesini büyütmek ve hiç iktidardan gitmemek için laikliği adım adım yok ederek ve dinin devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi esir alması için elinden geleni ardına koymayarak ağır bir anayasa ihlali yapmaktadır. Laikliğin yok edilmesinin bırakın iç barışımızı dinamitleyişini, bizi çağdaşlıktan, üretimden, akıldan ve bilimden nasıl uzaklaştırdığını ve bu gidişin ahlaklı bir toplum yaratmayacağını ve yaratmadığını sanıyorum görüyorsunuzdur!

Düşünüyorum, Öyleyse Varım!

Günümüzden 400 yıl önce yaşamış olan Fransız filozof René Descartes‘in; Latincesi ile “Cogito ergo sum”, Türkçesi ile “Düşünüyorum, öyleyse varım” sözlerinde kastedilen düşünce kurgusal değil, sorgulayıcı, bilimsel düşüncedir. Sorgulayıcı ve bilimsel düşünce ise ancak ve ancak bağımlı olmayan, biat kültürü ile yetiştirilmeyen, özgür akıllar tarafından yapılabilir. Bu da laik eğitim sistemi ile sağlanabilir. Laik olmayan eğitim ise düşünmeme disiplinini topluma kurgular!

Descartes’den 300 yıl sonra, günümüzden ise yaklaşık 100 yıl önce doğan yine Fransız bir filozof olan Albert Camus bir adım daha ileri gidiyor ve “Düşüncesini eyleme çeviren, itiraz eden, hayır demesini bilen ve başkaldıran insandır” diyor. Ne diyorsunuz, bugün Fransa’da direnen “Sarı Yelekliler” bu filozoflardan ilham mı almışlardır?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER