18.1 C
Hamburg
Cumartesi, Haziran 22, 2024

Fetö ve Naziler

Geçen hafta (3 Ocak 2019), Akit TV’ye çıktım. Esasında uzun zamandır beni davet ediyorlardı ama davete icabet etmekte tereddüt ediyordum. Nedeni ise homojen bir yapıda olmasa da bizim mahallenin baskısıydı. Buna kendi ailem bile dahildi!

“Cumhuriyetimizin değerlerine her gün düşmanlık yapan, Atatürk’e saldıran, aydınları ve yurtseverleri tehdit eden ve hedef gösteren, mezhepsel bakış açısı nedeniyle Alevilere düşmanca bir karşı dil kullanan, önünde Gülen Cemaatinin ve iktidarın, arkasında ise ABD’nin olduğu kumpas operasyonlarının değirmenine medya ayağından su taşıyan Akit’e giderek onu meşrulaştırmaya ve reyting kazandırmaya hakkın yok” diyorlardı özetle, benim mahallem!

Kazandığım Tazminatları Ödemediler!

Haksız değillerdi; durumun farkındaydım ve bana da saldırmışlardı! Komutanlığını yaptığım Deniz Harp Okulu’na ve sorumluluğunu taşıdığım Deniz Harbiyelilere saldırmış ve hedef göstermişlerdi. Hem de bugün FETÖ denen Gülen Cemaatinin operasyon timlerinin gönderdiği imzasız ihbar mektuplarındaki aynı dili, kelimeleri, mesnetsiz suçlamalarını gazete sayfalarına taşıyarak ve kullanarak! O gün Genelkurmay Başkanlığı’nın (İlker Başbuğ) ve Deniz Kuvvetleri’nin (Uğur Yiğit) yapması gerekenleri şahsen ben yaptım, Akit’i çok sayıda konudan mahkemeye verdim ve bazı davalardan tazminat kazandım. Ama Akit, sırtını dönemin hukuksuzluğuna, iktidarına ve sık sık isim değiştirme hüllesine dayayarak, hiçbirini ödemedi!

Bugün nasıl yargı sistemimiz genel olarak iktidarın güdümüne ve kontrolüne girmiş ve sadece bazı hukuk vahaları kalmışsa, o gün de yargılama sistemimiz Gülen Cemaatinin güdümünde ve kontrolünde idi ve sadece bazı hukuk vahaları vardı. İşte Akit’e karşı kazandığımız davalar, bu vahalara denk gelişimizin şansıydı!

Kan Davası Gütmenin Kime Faydası Olabilir?

Farkındalığımız vardı ama bu farkındalık halen ülkece içinde bulunduğumuz felaket süreci sarmalından çıkışımızı sağlamıyordu. Ne yazık ki Türkiye; her geçen gün daha fazla kamplaşıyor, kutuplaşıyor, birbirine karşı ötekileşiyor ve düşmanlaşıyordu. PKK ile Türk-Kürt ekseninde becerilemeyen ayrışma, başka bir eksende becerilmeye doğru koşar adım gidiyordu! Tabii ki bu sürecin başat sorumlusu iktidardı ama bu tespiti yapmak ve sadece iktidarı suçlamak da sorunu çözmüyordu!

Diyelim ki, gittikçe tırmanan bu kutuplaşma süreci bir kıvılcım sonunda çatışmaya ve iç savaşa döndü. Kim kazanır sanıyorsunuz? Hiç şüpheniz olmasın; ülkemiz içinde kutuplaşan taraflardan biri değil, ülkemiz için emperyalist hedefleri olan dışarıdakiler kazanır. O zaman yapılması gereken frene basmak, karşılıklı suçlamaları azaltmak, geçmişi çok fazla miktarda deşmemek, eski defterleri fazla karıştırmamak ve tansiyonu düşürerek uzlaşabilmenin zeminini aramak değil mi? Kan davasını sürdürmenin, haklı olsanız bile, kime faydası olabilir ki!

Neden Korkacaktım ki!

İşte bu düşüncelerle, uzun bir reddediş sürecinden sonra “evet” dedim Akit’e! Verdiğim mücadele belliydi, bilinmeyen bir insan değildim, mademki fikirlerim çağdaştı, geçmişte yaptıklarımla, yapmadıklarımla ve yapamadıklarımla verilemeyecek bir hesabım yoktu, niye korkacaktım ki gitmekten! Halen devam eden kutuplaşma sürecini tek başıma ben bitiremezdim ama bu yönde atılacak adımlardan birisini ben atabilirdim. Başarı şansı olmasa bile, denemeye değmez miydi sizce? Sonunda karşımdakiler düşman değildi, sadece dünya görüşlerimiz taban tabana zıttı! Birbirimize tahammül edebilmeli, asgari zeminde bile olsa uzlaşabilmeliydik!

Akit’te katıldığım programdan sonra “niye oraya gidiyorum” diye eleştirenlerin en az yüzde 95’i programdan sonra arayarak, mesaj atarak, sosyal medyada duyurarak; yanıldıklarını, doğru yaptığımı ve yersiz olarak endişelendiklerini ifade ettiler. Şunu söylemeliyim ki; ben oraya lafı gediğine koymak, birilerine haddini bildirmek için de gitmedim.  Tabii ki Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerine laf söyletmem, hem de hiç kimseye! Ama bu laf söyletmeyiş; eleştiriye ve tartışmaya kapalı bir bağnazlığın ifadesi şeklinde değil, aklın ve bilimin rehberliğini esas alan kafa yapısı doğrultusunda olmalıydı.

Aramızda Radikal Ayrılıklar Var!

Herkesi aynı torbaya koymak doğru olmaz ama görebildiğim kadarı ile Akit’te program sırasında tanıştığımız arkadaşlarla laiklik, demokrasi, siyasal devrimler (1689 İngiliz Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi), akılcı ve bilimsel düşünce sistemi, çağdaş medeniyet seviyesi ve Atatürk konularında çok radikal fikir ayrılıklarımız var. İkide bir “milli irade” diyorlar ama milli iradenin bile Fransız Devrimi’nin bir ürünü ve arkasında Jean Jacques Rousseau’nun olduğunu bilmiyorlar.

Ayrıca; özgür birey iradesi yoksa milli irade de yoktur. Ulus devletler ve ulusal kimlikler dahil bunların hiçbirisi ithal değildir. Bunların hepsi insanlığın yarattığı medeniyet seviyesinin bir ürünüdür ve insanlığın ortak malıdır. 12 bin yıl önce Mezopotamya’da başlayan Tarım Devrimi ve sonrasında yazının, paranın, barutun, pusulanın icatları, endüstri devrimi, bilişim devrimi ve bugün Mars gezegenine gidiliyor ve araştırmalar yapılıyor olması; bu medeniyet seviyesindeki gelişimin bazı kilometre taşlarıdır. Bugün Hristiyan dünyası İslam dünyasından kıyaslanamayacak kadar önde. Ama bunun nedeni Hristiyan olmaları değil, Hristiyanlığı inanç ve itikatla sınırlandırmış olmalarıdır. Laiklik yoksa, yani din inancın ve itikatın dışına taşmış, devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi birazcık olsun bile esir almışsa; orada iç barış, hatta ahlak bile olmaz.

Atatürk Aydınlanmanın Adıdır

Peygamberimiz Hz. Muhammed daha ölüm döşeğindeyken siyasetin çirkeflikleri başlar. Cenaze namazında cemaat olarak sadece 16 kişi vardır. Namazı kıldıran Hz. Ali ile birlikte toplam 17 kişi. İlk üç halife Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman cenaze namazında yoktur. Çünkü yerine kim geçecek kavgası ve mücadelesi verilmektedir. Halbuki ölümünden tam tamına 3 ay önce Mekke’de verdiği veda hutbesinde 140 bin Müslüman Hz. Muhammed’i dinlemiştir. Bunun anlamı; herkes güç kimde ve kime geçecek ona bakıyor!

İlk dört halifenin üçü (Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) öldürülür. İlk halife Hz. Ebubekir, halife olduktan sonra öldürülecek kadar uzun yaşayamaz, Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin katledilir. Hani hoşgörü? Siyasi gücü elde edebilmek için peygamberimizin torunlarına bile acımayan bir zihniyet size acır mı? Hz. Muhammed öldüğünden beri Müslümanlar bugün olduğu gibi hep birbirini yemişlerdir. Hristiyan dünyasında da durum farklı değildi! Aydınlanma ile birlikte fark yarattılar! Atatürk de yaşadığımız topraklarda ve İslam dünyasındaki aydınlanmanın adıdır.

Buna Psikolojide Yansıtma Denir

Bir de program sırasında FETÖ’cülük suçlamasının biraz ayağa düşmüş olduğunu gördüm. İşin içinden çıkamayınca “Sen de o zaman FETÖ’cüsün” diyerek saldırmak, hele hele hiç kendine ve geçmişine bakmadan, çok ayıp oluyor. Buna psikolojide “yansıtma” denir. Yani, kişinin kendisine söylemesi gerekenleri karşısındakilere söylemesidir. Ya da kendisine yakıştıramadıklarını, başkalarına yakıştırmasıdır. Bunu iktidar da çok sık yapıyor. Kendisine ait makbul olmayan özellikleri ve davranışları karşısındaki kişilere yansıtıp, bunları sanki karşısındaki kişilerin özellikleri ve davranışlarıymış gibi onlara yüklemeye çalışıyor ve özellikle muhaliflere ve muhalif düşünceye karşı bu davranışı çokça sergiliyor. Yani bir anlamda kendi utançları üzerinden başkalarını karalıyor.

Dünyanın neresinde görülmüş; bir örgütün önce hizmet, iyilik ve güzellik örgütü olarak adlandırıldığı ama bir gün sonra terör örgütü olarak nitelendirildiği? Bunun tek bir istisnası bile yok! Ne PKK, ne IRA, ne de ETA geçmişinde barış ve güzellik örgütü olarak adlandırılmamıştır. En başından beri söyledik; “Gülen Cemaati dört dörtlük bir karşı devrim örgütüdür ve devleti ele geçirmeye çalışıyor” diye.

Nerede Darbenin Siyasi Kadroları?

Ayrıca; bu örgütün darbe yapacağını da söyledik. Bugün FETÖ denen örgütün “Siyasal İslamcı” ideolojisi, “Yeni Osmanlı” hayali, mezhepsel bakış açısına sahip ve tüm siyasal İslamcılar gibi emperyalizm tarafından desteklenen bir örgüt olduğunu ve iktidarın azami desteğine mazhariyetini zamanında yazdık ve ekranlarda anlattık.

Şimdi aynı ideolojiye, hayale ve bakış açısına sahip olanlar, “FETÖ” diyerek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Aynen Almanların Hitler’in yaptıklarından kendilerini soyutlamak, suçlarından kurtarmak ve iç huzurlarını sağlamak için “NAZİLER yaptı” demeleri gibi! Halbuki, Naziler uzaydan gelmedi, içlerinden çıktı, onlar da Almandı! Hani 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin siyasal kadroları? Hani Pensilvanya’ya el etek öpmeye ve bağlılık bildirmeye giden siyasetçiler?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER

Fetö ve Naziler

Geçen hafta (3 Ocak 2019), Akit TV’ye çıktım. Esasında uzun zamandır beni davet ediyorlardı ama davete icabet etmekte tereddüt ediyordum. Nedeni ise homojen bir yapıda olmasa da bizim mahallenin baskısıydı. Buna kendi ailem bile dahildi!

“Cumhuriyetimizin değerlerine her gün düşmanlık yapan, Atatürk’e saldıran, aydınları ve yurtseverleri tehdit eden ve hedef gösteren, mezhepsel bakış açısı nedeniyle Alevilere düşmanca bir karşı dil kullanan, önünde Gülen Cemaatinin ve iktidarın, arkasında ise ABD’nin olduğu kumpas operasyonlarının değirmenine medya ayağından su taşıyan Akit’e giderek onu meşrulaştırmaya ve reyting kazandırmaya hakkın yok” diyorlardı özetle, benim mahallem!

Kazandığım Tazminatları Ödemediler!

Haksız değillerdi; durumun farkındaydım ve bana da saldırmışlardı! Komutanlığını yaptığım Deniz Harp Okulu’na ve sorumluluğunu taşıdığım Deniz Harbiyelilere saldırmış ve hedef göstermişlerdi. Hem de bugün FETÖ denen Gülen Cemaatinin operasyon timlerinin gönderdiği imzasız ihbar mektuplarındaki aynı dili, kelimeleri, mesnetsiz suçlamalarını gazete sayfalarına taşıyarak ve kullanarak! O gün Genelkurmay Başkanlığı’nın (İlker Başbuğ) ve Deniz Kuvvetleri’nin (Uğur Yiğit) yapması gerekenleri şahsen ben yaptım, Akit’i çok sayıda konudan mahkemeye verdim ve bazı davalardan tazminat kazandım. Ama Akit, sırtını dönemin hukuksuzluğuna, iktidarına ve sık sık isim değiştirme hüllesine dayayarak, hiçbirini ödemedi!

Bugün nasıl yargı sistemimiz genel olarak iktidarın güdümüne ve kontrolüne girmiş ve sadece bazı hukuk vahaları kalmışsa, o gün de yargılama sistemimiz Gülen Cemaatinin güdümünde ve kontrolünde idi ve sadece bazı hukuk vahaları vardı. İşte Akit’e karşı kazandığımız davalar, bu vahalara denk gelişimizin şansıydı!

Kan Davası Gütmenin Kime Faydası Olabilir?

Farkındalığımız vardı ama bu farkındalık halen ülkece içinde bulunduğumuz felaket süreci sarmalından çıkışımızı sağlamıyordu. Ne yazık ki Türkiye; her geçen gün daha fazla kamplaşıyor, kutuplaşıyor, birbirine karşı ötekileşiyor ve düşmanlaşıyordu. PKK ile Türk-Kürt ekseninde becerilemeyen ayrışma, başka bir eksende becerilmeye doğru koşar adım gidiyordu! Tabii ki bu sürecin başat sorumlusu iktidardı ama bu tespiti yapmak ve sadece iktidarı suçlamak da sorunu çözmüyordu!

Diyelim ki, gittikçe tırmanan bu kutuplaşma süreci bir kıvılcım sonunda çatışmaya ve iç savaşa döndü. Kim kazanır sanıyorsunuz? Hiç şüpheniz olmasın; ülkemiz içinde kutuplaşan taraflardan biri değil, ülkemiz için emperyalist hedefleri olan dışarıdakiler kazanır. O zaman yapılması gereken frene basmak, karşılıklı suçlamaları azaltmak, geçmişi çok fazla miktarda deşmemek, eski defterleri fazla karıştırmamak ve tansiyonu düşürerek uzlaşabilmenin zeminini aramak değil mi? Kan davasını sürdürmenin, haklı olsanız bile, kime faydası olabilir ki!

Neden Korkacaktım ki!

İşte bu düşüncelerle, uzun bir reddediş sürecinden sonra “evet” dedim Akit’e! Verdiğim mücadele belliydi, bilinmeyen bir insan değildim, mademki fikirlerim çağdaştı, geçmişte yaptıklarımla, yapmadıklarımla ve yapamadıklarımla verilemeyecek bir hesabım yoktu, niye korkacaktım ki gitmekten! Halen devam eden kutuplaşma sürecini tek başıma ben bitiremezdim ama bu yönde atılacak adımlardan birisini ben atabilirdim. Başarı şansı olmasa bile, denemeye değmez miydi sizce? Sonunda karşımdakiler düşman değildi, sadece dünya görüşlerimiz taban tabana zıttı! Birbirimize tahammül edebilmeli, asgari zeminde bile olsa uzlaşabilmeliydik!

Akit’te katıldığım programdan sonra “niye oraya gidiyorum” diye eleştirenlerin en az yüzde 95’i programdan sonra arayarak, mesaj atarak, sosyal medyada duyurarak; yanıldıklarını, doğru yaptığımı ve yersiz olarak endişelendiklerini ifade ettiler. Şunu söylemeliyim ki; ben oraya lafı gediğine koymak, birilerine haddini bildirmek için de gitmedim.  Tabii ki Cumhuriyet’e, Atatürk’e ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde yapılan Aydınlanma Devrimlerine laf söyletmem, hem de hiç kimseye! Ama bu laf söyletmeyiş; eleştiriye ve tartışmaya kapalı bir bağnazlığın ifadesi şeklinde değil, aklın ve bilimin rehberliğini esas alan kafa yapısı doğrultusunda olmalıydı.

Aramızda Radikal Ayrılıklar Var!

Herkesi aynı torbaya koymak doğru olmaz ama görebildiğim kadarı ile Akit’te program sırasında tanıştığımız arkadaşlarla laiklik, demokrasi, siyasal devrimler (1689 İngiliz Devrimi, 1776 Amerikan Devrimi, 1789 Fransız Devrimi), akılcı ve bilimsel düşünce sistemi, çağdaş medeniyet seviyesi ve Atatürk konularında çok radikal fikir ayrılıklarımız var. İkide bir “milli irade” diyorlar ama milli iradenin bile Fransız Devrimi’nin bir ürünü ve arkasında Jean Jacques Rousseau’nun olduğunu bilmiyorlar.

Ayrıca; özgür birey iradesi yoksa milli irade de yoktur. Ulus devletler ve ulusal kimlikler dahil bunların hiçbirisi ithal değildir. Bunların hepsi insanlığın yarattığı medeniyet seviyesinin bir ürünüdür ve insanlığın ortak malıdır. 12 bin yıl önce Mezopotamya’da başlayan Tarım Devrimi ve sonrasında yazının, paranın, barutun, pusulanın icatları, endüstri devrimi, bilişim devrimi ve bugün Mars gezegenine gidiliyor ve araştırmalar yapılıyor olması; bu medeniyet seviyesindeki gelişimin bazı kilometre taşlarıdır. Bugün Hristiyan dünyası İslam dünyasından kıyaslanamayacak kadar önde. Ama bunun nedeni Hristiyan olmaları değil, Hristiyanlığı inanç ve itikatla sınırlandırmış olmalarıdır. Laiklik yoksa, yani din inancın ve itikatın dışına taşmış, devleti, siyaseti, hukuku ve eğitimi birazcık olsun bile esir almışsa; orada iç barış, hatta ahlak bile olmaz.

Atatürk Aydınlanmanın Adıdır

Peygamberimiz Hz. Muhammed daha ölüm döşeğindeyken siyasetin çirkeflikleri başlar. Cenaze namazında cemaat olarak sadece 16 kişi vardır. Namazı kıldıran Hz. Ali ile birlikte toplam 17 kişi. İlk üç halife Hz. Ebubekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman cenaze namazında yoktur. Çünkü yerine kim geçecek kavgası ve mücadelesi verilmektedir. Halbuki ölümünden tam tamına 3 ay önce Mekke’de verdiği veda hutbesinde 140 bin Müslüman Hz. Muhammed’i dinlemiştir. Bunun anlamı; herkes güç kimde ve kime geçecek ona bakıyor!

İlk dört halifenin üçü (Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali) öldürülür. İlk halife Hz. Ebubekir, halife olduktan sonra öldürülecek kadar uzun yaşayamaz, Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ve Hz. Hüseyin katledilir. Hani hoşgörü? Siyasi gücü elde edebilmek için peygamberimizin torunlarına bile acımayan bir zihniyet size acır mı? Hz. Muhammed öldüğünden beri Müslümanlar bugün olduğu gibi hep birbirini yemişlerdir. Hristiyan dünyasında da durum farklı değildi! Aydınlanma ile birlikte fark yarattılar! Atatürk de yaşadığımız topraklarda ve İslam dünyasındaki aydınlanmanın adıdır.

Buna Psikolojide Yansıtma Denir

Bir de program sırasında FETÖ’cülük suçlamasının biraz ayağa düşmüş olduğunu gördüm. İşin içinden çıkamayınca “Sen de o zaman FETÖ’cüsün” diyerek saldırmak, hele hele hiç kendine ve geçmişine bakmadan, çok ayıp oluyor. Buna psikolojide “yansıtma” denir. Yani, kişinin kendisine söylemesi gerekenleri karşısındakilere söylemesidir. Ya da kendisine yakıştıramadıklarını, başkalarına yakıştırmasıdır. Bunu iktidar da çok sık yapıyor. Kendisine ait makbul olmayan özellikleri ve davranışları karşısındaki kişilere yansıtıp, bunları sanki karşısındaki kişilerin özellikleri ve davranışlarıymış gibi onlara yüklemeye çalışıyor ve özellikle muhaliflere ve muhalif düşünceye karşı bu davranışı çokça sergiliyor. Yani bir anlamda kendi utançları üzerinden başkalarını karalıyor.

Dünyanın neresinde görülmüş; bir örgütün önce hizmet, iyilik ve güzellik örgütü olarak adlandırıldığı ama bir gün sonra terör örgütü olarak nitelendirildiği? Bunun tek bir istisnası bile yok! Ne PKK, ne IRA, ne de ETA geçmişinde barış ve güzellik örgütü olarak adlandırılmamıştır. En başından beri söyledik; “Gülen Cemaati dört dörtlük bir karşı devrim örgütüdür ve devleti ele geçirmeye çalışıyor” diye.

Nerede Darbenin Siyasi Kadroları?

Ayrıca; bu örgütün darbe yapacağını da söyledik. Bugün FETÖ denen örgütün “Siyasal İslamcı” ideolojisi, “Yeni Osmanlı” hayali, mezhepsel bakış açısına sahip ve tüm siyasal İslamcılar gibi emperyalizm tarafından desteklenen bir örgüt olduğunu ve iktidarın azami desteğine mazhariyetini zamanında yazdık ve ekranlarda anlattık.

Şimdi aynı ideolojiye, hayale ve bakış açısına sahip olanlar, “FETÖ” diyerek kendilerini kurtarmaya çalışıyorlar. Aynen Almanların Hitler’in yaptıklarından kendilerini soyutlamak, suçlarından kurtarmak ve iç huzurlarını sağlamak için “NAZİLER yaptı” demeleri gibi! Halbuki, Naziler uzaydan gelmedi, içlerinden çıktı, onlar da Almandı! Hani 15 Temmuz Darbe Girişimi’nin siyasal kadroları? Hani Pensilvanya’ya el etek öpmeye ve bağlılık bildirmeye giden siyasetçiler?

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER