Tarih 1 Kasım 1934… Mustafa Kemal Atatürk’ün TBMM’nin 4. Çalışma Yılı’nın açılışı dolayısıyla yaptığı konuşmada şöyle bir bölüm var; “Bugün dinletilmeye çalışılan musiki yüz ağartacak değerde olmaktan uzaktır. Bunu açıkça bilmeliyiz. (Bravo sesleri, alkışlar) Ulusal ince duyguları, düşünceleri anlatan, yüksek deyişleri, söyleyişleri toplamak, onları genel son musiki kurallarına göre işlemek gerekir. Ancak bu güzeyde Türk ulusal müziği yükselebilir, evrensel musiki içinde yerini alabilir.” (Millet Meclisi Tutanak Dergisi D. IV, C. 25, S. 3 )
* * *
Türkiye’de müzikte devrimin ilk adımları aslında 1924 yılında atılır. 1925 yılında Avrupa’ya müzik eğitimi için gönderilenler 1928’den itibaren dönmeye başlar. 1934 yılında artık harekete geçilip müzik devrimini gerçekleştirmek üzere uzman arayışına girişilir. O dönem Berlin’de Öğrenci Müfettişi olan Cevat Dursunoğlu, Atatürk’ün talimatıyla dönemin müzik dünyasının en ünlü şefi Kurt Furtwaengler ile görüşür. Onun tavsiyesiyle Alman viyolacı, besteci Paul Hindemith ile konuşup anlaşır.
* * *
O dönemlerde yani 1934’ten sonra Almanya felakete doğru yol almaktadır. Nazilerin her alandaki uygulamalarına müzik de dahildir. Mendelsohn, Gustav Mahler, Hindemith gibi besteciler dejenere müzik yapmakla suçlanır. Sadece Beethoven, Richard Wagner, Richard Strauss gibi bestecilerin Alman müziğini temsil ettiği kabul edilir. Paul Hindemith de beste dersi verdiği Berlin Yüksek Müzik Okulu Direktörü’ne 21 Şubat 1935’te yazdığı yazıda şöyle der; “Türk hükümetinden yeni bir müzik okulunun açılması için gerekli temelleri hazırlamak üzere onur verici bir davet aldım. Bir süre Türkiye’ye gideceğim.”
* * *
Atatürk’ün, 1934 yılında oluşturduğu 1. Müzik Kurultayı’nın ardından Ankara Devlet Konservatuarı’nı kurmak üzere Ankara’ya davet edilen Alman besteci, viyolacı Paul Hindemith 1935-1938 yıllarında devlet müşaviri sıfatıyla geldiği Türkiye’de çoksesli müzik eğitiminin kurumsallaşmasını sağlamıştır. Ünlü besteci sayfalarca raporlar yazar… Raporlarında kurumsallaşma için en ince detay bilgiler verir. Konservatuar binasının nasıl olacağından, hangi müzikler çalınacağına, kimlerin görev yapacağına, müzik aleti tamircisinin görevine, aletlerin bakımının nasıl yapılacağına kadar her şeyi yazar.
* * *
Paul Hindemith adına Almanya’nın Frankfurt kentinde bir vakıf ile bir enstitü kurulmuş… Almanya’nın en saygın müzik kurumlarından biri olan bu vakıf/enstitüde Hindemith’in eşinin verdiği tüm belgeler titizlikle muhafaza ediliyor. Arşivde Türkiye’ye ait orijinal belgeleri yazdığım bir kitap nedeniyle bir süre incelemiştim. Birkaç gün önce de ensititünün 40. yıl kutlamasına katıldım. Türkiye’nin müzikoloji tarihini yansıtan bu belgeleri tekrar okurken epey heyecanlandım.
* * *
Andante Müzik Dergisi’nde okuduğum bir yazıya göre, bestecinin iki nüsha yazdığı belgelerin Türkiye’deki nüshaları yıllar önce çıkan bir yangında yok olmuş… Sayfalarca raporlar… Detaylı bilgiler… Örneğin Almanya’daki orijinal belgede, Türkiye’de çoksesli müzik için bir yerde şöyle diyor: “Türk besteciler konuyu halk müziğinde bulacaktır. Ton, ritim ve form açısından sade olan bu müzik çeşitli tarzlarda kullanılabilir. Bu sade müzik şimdiye kadar hiçbir suretle kullanılmamış… Henüz işlenmemiş olan bu melodi, “çoksesliliğe” kendiliğinden uygundur.” Yani “Taklit etmeyin sizin halk müziğiniz var” demek istiyor
* * *
16 Kasım 1895’te Frankfurt yakınlarındaki Hanau kasabasında doğan besteci 28 Aralık 1963’te Frankfurt’ta ölmüş. Gelecek yıl 120. doğum yıldönümü… Hanau Belediyesi, bir süre önce onun anısına bir anıt yarışması açmıştı. Hanau’daki tarihi Comoedienhaus Wilhelmsbad Tiyatro Sarayı’nda benim de katıldığım bir törenle jüri yarışmaya katılanlar arasından bir eseri tavsiye etti. Eser yakında Hanau halkına gösterilecek. Bu sayfada görülen anıt gelecek yıl doğum gününde Hanau’da onun adı verilen okulun bahçesine yerleştirilecek.
* * *
1935-37 arasında Türkiye’ye gelip uzun süreler kalmak suretiyle raporlar hazırlayan ve önerilerinin, tasarılarının uygulanmasını da denetleyen bu büyük müzik adamı, Türkiye’de çoksesli müziğin temeli atmıştır. Yazdığı raporları tarihi birer belge olarak yaklaşık 75 yıl sonra dahi okuyunca Cumhuriyetin ilk dönemindeki kültür atılımlarını görüyoruz. Türkiye’nin de gelecek yıl onun 120. doğum gününde Hanau Belediyesi’ne benzer şekilde bir hatıra anıtını Devlet Konservatuarları’ndan birinde veya bir başka uygun yerde açması herhalde çok anlamlı olacaktır.
Emeği geçenlerin ruhları şadolsun !
1928 yılında yeni Türk Alfabesi’ne geçişten sonra Atatürk’ün her alanda başlattığı devrimler, Müzik alanında da devam etmiş ve değerli Alman Müzik adamlarının Türkiye’deki çalışmaları meyvesini vermiştir.
Bugün bile dillerden düşmeyen “Yaşasın Okulumuz, Dostluk, Bak Postacı geliyor, Neşeli ol ki genç kalasın” gibi okul şarkıları hep Almanca’dan adapte parçalardır.
Müzik enternasyoneldir..