Sessizlik bugüne kadar üzerinde oldukça fazla konuşulan, düşünülen veya yazılan kavramlardan biri… Felsefe başta olmak üzere psikoloji, edebiyat gibi birçok disipline malzeme konusu olmuştur sessizlik… İnsanı tedirgin eden şey sessizliktir. Gecenin dehşeti, karanlığından çok sessizliğinde yatar. Sessizliğin bir sınırı olmadığı için genellikle sessizlikten korkarız. Sessizlik bize boşluk duygusu verir ama bazı filozoflar “Sessizlik de aslında bir konuşmadır” diyorlar. Bununla ilgili olarak şunu anlatırlar:
Bir keşiş, üstadına sormuş: ‘İlk kelime nedir üstad?’ Üstad sessiz kalmış. Keşiş, başka bir üstada gidip sormuş. ‘İlk kelime sana zaten söylenmiş’ demiş bu üstad. Yani sessizlik…
* * *
“Birden büyük bir sessizlik çöktü ortalığa, öylesine beklenmedik bir sessizlikti ki bu… Sergey şaştı kaldı. Doğrusu daha önceleri de sessiz geçen saatler olmuştu; yine de gürültüsü duyulur, rüzgar topların homurtusunu getirirdi. Oysa şimdi sessizlik yoğundu., en ufak şey sızmıyordu. Stalingrad aniden cephe gerisi kesimlerinden biri oluvermişti. Sessizlik kulakları sağır ediyor, eziyor, insanların uyumalarına engel oluyordu.”
Rus yazar İlya Ehrenburg’un Türkçe’ye de çevrilen 6 ciltlik “Paris Düşerken”, “Fırtına” ve “Dipten Gelen Dalga” üçlemesinin Fırtına-2 adlı romanında savaştaki sessizliği de bu şekilde anlatıyor.
* * *
Sessizliğin diğer uçtaki karşıtı da gürültü… Üzerimizde olumsuz etki bırakan ve hoşumuza gitmeyen seslere gürültü diyoruz. İngiliz şair ve yazar Aldous Huxley, “Çağımız gürültü çağı” diyor. Teknolojik gelişmenin sessizliğe vargücüyle saldırdığını görüyoruz. Örneğin, Televizyonlarda reklamlar başlayınca ses kendiliğinden yükseliyor. Açık oturumlarda herkes, katılımcılar bağırarak konuşuyor. Dört bir yanımızdan yırtıcı bir gürültü geliyor.
* * *
Macbeth, İngiliz yazar William Shakespeare’in 1604-1608 yılları arasında yazdığı dört büyük oyundan sonuncusudur. Macbeth trajedisi İtalyan besteci Giuseppe Verdi’nin on birinci operasıdır ve onun elinden ölümsüzleşmiştir. Dördüncü Perde’nin İkinci Sahnesi’nde hizmetçi içeri girer ve Lady Macbeth’in öldüğünü bildirir. Kral Macbeth yerinden fırlar ve şöyle haykırır; “Demek hayat yürüyen bir gölgeden başka bir şey değilmiş. Hayat bir budalanın anlattığı gürültü ve öfke dolu hikaye.” Shakespeare, Hayat ile Gürültü ilişkisini edebi bir dille anlatıyor.
* * *
Thomas Mann, 20. yüzyılın en önemli Alman yazarlarındandır. 20. Yüzyıl edebiyatına damgasını vurmuş usta bir romancıdır. 1875-1955 yılları arasında yaşayan Thomas Mann, Türkçe’ye “Seçilen” (Der Erwaehlte) olarak çevrilen eserinde Ortaçağın büyüleyici atmosferinde geçen saray aşklarını, şövalyeleri, Papalığın görkemini de anlatıyor. Mann’ın 1951 yılında yazdığı eser şöyle başlıyor; “Çan sesleri… Çan sesleri tüm kentin üzerini kaplıyor.” Thomas Mann, tam bir sayfa Roma’daki çan seslerini anlatıyor ve devam ediyor.” Bu çanları kim çalıyor ?” Cevabı şöyle oluyor: “Çanları zangoçlar çalmıyor çünkü onlar da çan seslerini duymak için sokaklara, caddelere dökülmüşler. Çanları “Öykünün Ruhu” çalıyor.” Eserlerinde dini, faşizmi ve burjuvaziyi kıyasıya eleştiren, 1929 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nü alan Thomas Mann, Roma’yı kaplayan çan seslerinin romandaki “Öykünün Ruhu”ndan kaynaklandığını yazıyor.
* * *
Peki bu “Öykünün Ruhu”nun çıkardığı sesleri araştırmak mümkün mü ? İlk bakışta biraz tuhaf gibi görünen bu fenomen araştırılmış. Yani romanların çıkardığı sesler… ABD’de Stanford Üniversitesi’nde Holst Katsma, geçen yıl “Romanlardaki Gürültü” (Loudness in the Novel) adlı teziyle Kennedy Onur Ödülü’ne layık görülmüş.
* * *
Katsma, bir bilgisayar yardımıyla 19. Yüzyıl’da yazılmış çok sayıdaki romandaki bağırtı, çağırtı, söyleme, çağırma, fısıldama gibi fiilleri incelemiş. Bunları sayısını, yer ve zamanı gibi faktörlerle değerlendirmiş. Gramatik sesleri, veya başka bir deyişle Thomas Mann’ın işaret ettiği Öykünün Ruhu’nun çıkardığı sesleri araştırmış. Araştırma ilginç sonuçlar veriyor. Örneğin, 1800-1810 arasındaki romanlarda “Ayağa kalk”, “Başını kaldır”, “Git” benzeri gürültü veya yüksek ses gerektiren fiillerin sayısı yüzde 19 iken, bu oran 1890-1900 arası yüzde 6’ya iniyor. Özetle, romanların veya “Öykünün Ruhu”nun çıkardığı sesler giderek sakinleşiyor.
* * *
Bazı bilim adamları “Romanlar tamamen seslerin bir kompozisyonu” diyor. Bunu destekleyen tezler de var. Amerikalı bilimadamı Mikhail Bakthin, “1981’da yazdığı “sanal diyalog” adlı kitabında “Roman, hikaye, şiir okurken mutlaka sesler duyarız. Eğer yüksek sesle okursak kulağımızla duyarız, Eğer sessiz okuyorsak kelimeler akustik olarak hayal edilir” diyor.
* * *
Sessizlik ve gürültü hakkında binlerce satır yazılacak kavramlar… Amerikalı Amiral ve Kutup Kaşifi Richard Byrd, Antartika anılarında şöyle yazıyor: “Öğlenden sonra 4’te günlük yürüyüşümü yaptım…sessizliği dinlemek için durdum…gün ölüyordu, gece doğmak üzereydi büyük bir huzurla. Burada kainatın tahmini imkansız süreçleri ve güçleri bulunur, ahenkli ve sessiz.” Aslında hızla akıp giden günlük yaşamımızda hepimiz Byrd gibi belki de bir ara durup sessizliği dinlememiz gerekiyor galiba…