1 ve 2 mart tarihlerinde Edirne ve Yunanistan’a sınır köylerinde Avrupa’ya gitmek isteyen mültecilerin yanındaydım. Sayıları binlerce olan, daha çok gençlerden oluşan bu mülteciler canlarına pahasına Yunanistan sınırını, Meriç Nehri’ni geçmeye çalışıyorlar. Sadece sırt çantalarından oluşan bagajları ile sınır boylarında ve sınıra yakın köylerde karşı yaka Avrupa deyip bekleyen mültecilerin çocuklarına o çevrede yaşayan kime insanlar battaniye, yiyeyecek ve içecek vererek yardımcı olmaya çalışıyorlar.
Edirne Şehri içinden Yunanistan’a açılan Pazarkule Sınır Kapısı’ndan geçemeyen göçmenler Meriç Nehri’nden Yunanistan’a geçip tel örgüleri aşmaya çalışıyorlar. Yunanistan güvenlik güçleri ise her türlü önlemleri alıp, mültecileri ülkelerine sokmamaya çalışıyorlar.Türkiye’nin kapıları açmasından sonra Avrupa’ya gitmek isteyen birçok göçmen sınır boylarında ölümü göze alarak Yunanistan’a geçmeye çalışıyor.
Kimileriyle konuşmaya çalıştım. ‘Türkiye’de umut yok, burada işsizlik var, fakirlik var, Avrupa’da para var, demokrasi var’ diye gitme nedeni anlatmaya çalıştılar. Suriyelilere benzeyen 30 yaşlarında bir Türk ile de konuştum aynı noktada. O da göçmenlerin arasına karışıp Avrupa’ya gitmek için yola çıkmış.
Meriç Nehri kıyısındaki gezimin ikinci gününde kimi mültecilerin ‘Avrupa umudu’nun kırıldığını gözlemledim. Herşeyini satan ailelerin çocuklarıyla birlikte Meriç Nehri, yani Yunaninstan sınırında bekleşiyleri sürüyordu. Kimileri ise taşıdıkları sırt çantaları ile boynu bükük ve umudu bir başka güne kalmış biçimde yol kenarlarda yürüyerek yeni bir çıkış kapısı bulmak için geri dönüyorlardı.
Her şehir, köy girişi ve çıkışlarında ve kimi benzin istasyonlarında polis ve jandarma kontrolü olmasına rahmen, mültecilerin geçmesine izin veriliyor. Bu mültecilere düzenli yiyecek dağıtımı yok. Bu durumu fırsat bilen benzin istasyonları ve bakkallar içecek ve yiyeceklerin fiyatlarını arttırmışlar. İstanbuldan sınır kapısına getirilen göçmenlerden minibüs şoförleri kişi başına 100 Euro alıyormuşlar. Bu ara taksiciler de iyi para kazanıyor sınır boyunda. Çok sayıda insan kaçakçısı da iş başında, kişi başı binlece Euro para kazanıyorlarmış.
Benim gördüğüm göçmenlerin çoğunluğu Suriyeli olmasına karşın içlerinde Afrikalı, Afgan ve Türkmenler vardı, ayrıca kimi T.C. vatandaşlarının da bu kalabalığa karışıp yurtdışına kaçmaya çalıştığını belirteyim. Ülkelerinden savaş ve benzeri nedenlerden kaçan bu insanların herşeyini satıp, korkmadan daha rahat koşullarda yaşayabileceğini inandığı Avrupa’ya sonuç ne olursa olsun gitmek istiyorlar. Eğer Meriç Nehri’den Yunanistan’a geçmeyi başaramazlarsa Ege Denizi’ni aşıp, Avrupa umudunu gerçekleştirmek istiyorlar.
Avrupa’da işçilerin önemli bir bölümünü göçmenler oluşturuyor. Ancak göç ve mültecilik konusunda evrensel anlaşmalar son yıllarda ayaklar altına alınıp, bir tüccar mantığıyla göç sorunu çözülmeye çalışılıyor. Birleşmiş Milletler 1951 Cenevre Mülteciler Anlaşması’nı Türkiye de, Avrupa Birliği de unutmuş durumda. Ben iki gün boyunca bu insanlık dramına tanık oldum ve insanlığımdan utandım. Geleceği ve umudu çalınmış bu insanlar çirkin politikaların sonucu yollarda perişan durumda. Bu konuda ne Türkiye ne de Avrupa Birliği iyi sınav veriyor. Bu göç yolculuğuna umuda yolculuk bile diyemiyorum, umudunu yitirmiş bu insanlar bilinmezliğe yürüyorlar. 21. ci yüzyılın unutulmayacak ve utanılacak bir insanlık dramı…