Korona-19 un Dünyayı esir aldığı şu günlerde akrabalarla, dostlarla, tanıdıklarla bir araya gelip duygu ve düşünceleri paylaşmak sağlık açısından çok rizikolu olduğu bilirkişiler tarafından her yerde, basında ve yayınlarda vurgulandığına şahit olunuyor. Özellikle kapalı alanların sanki bu virüsün yuvası olarak tanımlanıyor, mümkün olduğu kadar insanların birbirinden uzak olmasının önemi vurgulanırken ; mesafe , maske ve temizlik kurallarına kesinlikle dikkat edilmesi, uyulmasına haklı olarak zorunlu tutuluyor.
Tüm bu uyarıları dikkate alan kişiler olarak dün bir arkadaşımla birlikte kahve içmek ve biraz sohbet etmek için açık alana konan masallardan birine oturduk. Çalıştığı için arkadaşımın zamanı sınırlıydı. Arkadaşımla hem kahvemizi içtik hem de dertleştik. Kahvemizi içer içmez arkadaşım hemen gitti. Fazla değil, sadece yarım saat süren sohbetten sonra kalktığımızda arkamızda kahve içen yaşlıca bir bayan, “ Pardon nerelisiniz? ” diye sordu. “Nereli olabiliriz!? “ diye yanıtını karşı soruyla verdim. Sıklıkla karşılaştığım şekilde; Yunanistan’dan İtalya’ya, İspanya’dan İran’a, ABD’ den Mısır’a kadar hatta daha fazla ülke ismi sayarken milyonlarca vatandaşımıza yarım yy. İn üzerinde birlikte yaşadığı, binlerce Alman’ın tatil yaptığı güzel ülkemizin ismini saydığı devletlerin arasında anmadı. Duygusallığım mı tuttu nedir bilmem ama kafamda oluşan karşı düşünceler ağzımdan döküldü. “Neden Türkiye’yi saydığınız ülkeler arasına koymuyorsunuz? Üstelik bizler bu ülkede ömrümüzü geçirdik, ekonomisine katkıda bulunduk, daha sı her yerde bulunuyoruz, çocuklarımız bu ülkede doğup büyüdüler ve artık dördüncü nesil burada yetişiyor. Komşu olduk; sevincimizi, acımızı ve tabii ki başarımızı paylaşıyoruz. Neden Türk müsünüz diye sormuyorsunuz? “ dedim.
“Ben spor öğretmeniyim, yabancıların yoğun olarak oturduğu çevrelerin pek çok okullarda çalıştım; İstanbul’a, Kahire’ye gittim ve daha pek çok ülkeyi ve kenti gezdim. Türkleri tanıyorum ama sizin hareketlerinizi, konuşmanızı Türklere benzetemedim. ” deyince yine dayanamadım. “Siz Atatürk’ü tanıyor musunuz? Biz Atatürk Türkiye’sinin kadınlarıyız, ” diyerek biraz da sinirlenerek sözlerimi noktaladım.
Nasıl oluyor da yıllardır bu ülkede yabancı kökenli olarak en çok sayıya sahip olan Türkleri tanıyamayan ( veya tanımak istemeyen mi) emekli bir öğretmen olabiliyor!?
Kendi kendime eve gelinceye kadar, ”Nedir bu Avrupalıların Türklere, Türkiye’yi karşı önyargısı! Neden bizim ülkemizden gelen insanlarımız olumsuz bir imaj bırakıyor? İnsancıl, çalışkan, yardımsever, sıcak kanlı ve de yarım yüzyılın üzerinde bir süredir içiçe yaşadıkları halde dışlanılmaya devam ediliyorlar! Gençlerimiz tüm zorlukların üstesinden gelerek tahmin edilemeyecek başarılar sağlıyorlar, kariyer yapıyorlar, içinde yaşadıkları bu ülkeye çok yönlü hizmet ediyorlar ama yine de Türkiye imajını olumluya çeviremiyoruz, neden, neden, neden!?
Başarılı gençlerimize bile Türkiye kökenli olduklarına inanılamıyor; ya başka kimlik sorularıyla değerlendirilmelerde bulunulacak yaklaşılıyor, ya da önce dışlayarak ilişki kurmaya yanaşmazken daha sonra bulunduğu konuma göre değerlendirerek dost olmaya çalışıldığını özellikle belirli çevrelerde çocuklarının ortak bulunduğu ortamlarda sıkça duyuyoruz. “Sen başkasın, ” diyerek ilişki kurulmaya çalışıldığını şahit oluyoruz.
Neden acaba bu dışlanmışlık!
Avrupa hayranlığımız mı itici kılıyor acaba?
Kendimize güvensizliği iz mi?
Kıskançlık mı?
Dinimiz mi, kültürümüz mü? İmajımızın olumsuz olmasının nedeni nedir acaba?
Bir yazarımız açıklamasını anladığım kadarıyla Asya’yı Cehennem, Avrupa’yı da Cennet olarak ve Türkiye’yi de birbirine açılan kapı olarak değerlendiriyor! Öyleyse eğer bu özel ve çok güzel kapıyı daha yararlı bir şekilde kullanamaz mıyız?
Dışlanmışlığı başkalarının önyargılarında ararken kendi kendimize de sormakta yarar olduğuna inanıyorum. Bir yerlerde hatalar yapılıyor ki, sadece burada değil, son zamanlarda Dünya üzerinde de Türkiye’nin yalnızlığı çokça konuşulur oldu. Ülkemizin, insanlarımızın bu yalnızlaşmasının yetkililerden tutun da en sade vatandaşın düşünmesi gerekmez mi, siz ne dersiniz!?