Merhaba sevgili okuyucular,
Böyle bir başlıkla yazdım sizlere, çünkü Haziran ayının olayları hem dünya hem ülkemiz açısından unutulmuyor. Belki bu minik hikaye, toplumsal olayların insan üzerinde nasıl bir iz bıraktığını, kaderini tamamen değiştirdiğini bir kez daha hatırlatır.
2013 yılının meltem esintili Haziran ayı idi, İstanbul’un göbeği Taksim çok hareketli saatler yaşıyordu.
Önce hafif sonra keskin sarı sıcak bir ışık sardı, sarmaladı dünyayı. Havada genizleri yakan dumanın kokusu, su ile karışmış, nefes aldırmıyordu. Tomalar hiç durmadan su sıkıyor, kalabalık insan seli yere yatıyor, emniyet güçleriyle karşı karşıyaydılar.
Bir uğultu, bir karambol derken, genç kız ne olduğunu anlayamadan yığılıvermişti arnavut kaldırımlı daracık sokağın, daracık kaldırımına..
Kulakları tırmalayan sesler gittikçe çoğalıyor, çoğalıyor ve nihayetinde hiç bir şey duyamaz oluyordu ince narin bedeni taşların üstünde boş bir çuval gibiydi. Artık genç kızın hissettiği sadece derin bir karanlıktı.
Bundan sonra bal rengi güzel gözleriyle, hiç bir yeri göremeyecekti.. İki gözü plastik mermi kapsüllerinin kurbanı olmuştu. Umutları, hayalleri Taksim’in arnavut kaldırımlı, daracık bir sokağının taşları arasında un ufak olmuştu. Gezi hareketi devam ediyordu, onun dünyası karanlıktı, öyküsü ise hazin.
Aylardan,Haziran’dı, başaklar boy verip iyice dolmuş ama hala dimdik duruyorlardı.
Tedavisi için Almanya’ya gidecek olan genç kız karanlık dünyasına bir umut ışığı arıyordu;- ağaçlar kesilmesin, derken gözlerinden olmuştu.Havaalanında uçak saatini beklerken, kafası çok karışıktı.
En çok kitap okumayı özlemişti. Son okuduğu kitap Nazım Hikmet Büyük İnsanlık Kendi Sesinden Şiirler geldi aklına, dolayısıyla Nazım’ın hayat öyküsü ve haziran ayı…
Evet evet Haziran, ne çok hüznü barındırıyordu, dolu başaklı, ılık meltemli Haziran… Nazım’ın yaşam öyküsünde, 17 Haziran 1951’de Ankara’ya aserlik işi için gideceğini söyleyip Romanya’ya gittiği oradan da Moskova’ya geçtiği yazar.. Moskova’da öldüğü tarih 3 Haziran 1963’tür. Büyük şair bu zaman zarfında hep sürgündedir. Vatanına hasret, bambaşka topraklarda bedenini toprağa bırakır.
İşte bugün de bir Haziran günü, 5 yıl önce kaybettiği göz nuruna, vatanından kilometrelerce uzak bir ülkede ameliyat olup tekrar kavuşabilme umudu genç kızı sevindiriyor, kaldığı yerden bütün kitaplarını okuyacağını düşündükçe tatlı bir sevincin ışıltısı tüm yüzüne yayılıyordu. Birden, Nazım gibi bir daha vatanına geri dönemezse duygusuna kapılıverdi, ameliyattan korkmuyordu da, ya bir daha doğduğu topraklara dönemezse, gözleri göremese bile bir daha vatanının havasını soluyamazsa, bu duygu allak bullak etti kafasını, hem tekrar görmek istiyordu tüm dünyayı hem içinde ki korkuyu atamıyordu yüzünde belli belirsiz bir korku ifadesiyle hıçkırıkları duyulmasın diye, elleriyle ağzını kapatıyor, umuda yolculuğa çıktığı uçağın koltuğunda ağlıyordu.
Birden, aklından Nazım Hikmet’in unutulmaz dizeleri geçerken, silkindi:
”Yok öyle umutları yitirip karanlıkta savrulmak. Unutma, aynı gökyüzü altında, bir direniştir yaşamak. Nazım Hikmet Ran
Öyleyse yaşamak için direnmeye devam etmeliyim diye düşündü genç kız, elbette yaşananlar unutulmaz ama illa ki bir gün geçer Haziran hüznü, hatta buğday yüklü başaklar da eğilir yavaş yavaş, yeter ki direnecek gücüm olsun dedi, kendi kendine fısıltıyla ve hala bir umudu olduğu için kendini çok şanslı hissetti.
Kimi vatan sevdasına gözünü, kimi hayatını kaybetti, zaman geçse de direnç devam ediyor. Umut hep var olsun.
Sevgilerimle,