Sevgili Seçmenler, Değerli Arkadaşlarım,
27 Mart ve 9 Nisan 2017 tarihleri arasında yurt dışında bulunan biz Türkler, oy vermeye başladık. Bu herhangi bir siyasi partiyi tercih etme oylaması değildir. Bu bir anayasa değişikliği de değildir. Bu defa oylarımızla, Türkiye’nin geleceğini, kaderini belirleyecek olan ve değişmesi artık uzun süre mümkün olmayan devlet şeklini ve yapısını oyluyoruz.
Bir cümleyle özetlersek: 80 milyon insanın ve Türkiye’nin kaderini bir kişinin iradesine mi teslim edeceğiz, yoksa Türk halkı, kendi millet iradesine sahip çıkarak, bundan böyle de Türkiye Büyük Millet Meclisi ve onun seçeceği hükümet tarafından mı yönetilecek?
Milletin kaderini, geleceğini ve karar yetkisini tek kişiye teslim etmek isteyenler, bu oylamada evet oyu verecektir.
Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir diyenlerse, HAYIR oyu vereceklerdir.
Türkiye Cumhuriyeti kuruluşundan günümüze, yönetilme tercihini kararlılıkla millet iradesinden yana yapmıştır. Şu andaki anayasa dahil, her zaman “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesi geçerli ve bağlayıcı olmuştur. Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurul Salonun`da, bu değişmez şiar yer almaktadır. Ulusal Kurtuluş Savaşımızdan bu yana her zaman milletin kendisi, egemenliğin ve kendini yönetecek gücün kaynağı olmuştur. Bu gücün yönetildiği yer Meclis’tir. Bu yetki hiç bir zaman tek kişiye verilmemiştir, verilmemelidir.
Türkiye, anayasasıyla aynı zamanda bir medeniyet tercihi yapmıştır. Anayasanın 2. Maddesi “Türkiye Cumhuriyeti, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” diyerek, devlet şeklini hem de değişmez temel ilke olarak belirtmektedir.
Tek kişinin tüm kararları vereceği devlet demokratik ve hukuk devleti olamaz.
KUVVETLER AYRILIĞINI KALDIRIYOR
Demokrasilerin asla vazgeçemeyecekleri temel ilke kuvvetler ayrılığıdır. Yani yasama (meclis), yürütme (hükümet) ve yargının (mahkemelerin) birbirinden ayrı ve karşılıklı kontrol edilebilir olması gerekir. Meclisin başlıca görevi yasalara ve devlet bütçesine karar vermektir. Bütçenin ve yasaların hükümet tarafından uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir. Yargının görevi ise, Meclis’ten çıkan yasaların ve hükümet uygulamalarının anayasaya uygun olup olmadığını kontrol etmektir. Bağımsız olması gereken mahkemeler ise aynı zamanda, vatandaşın haklarını devlet organları karşısında savunmakla yükümlüdürler.
Referanduma götürülen Başkanlık Rejimi, bu kuvvetler ayrılığını uygulamada ortadan kaldırıyor. Tüm yetkiyi yürütmeye ve yürütmede de tek kişiye, yani başkana veriyor. Meclis’in asli yetkileri, yasaları ve bütçeyi yapma ve onaylama yetkisi başkana devrediliyor. Devlet bütçesinin nerede ve nasıl harcandığını kontrol eden Sayıştay’ın bu yetkisi de elinden alınıyor. Başbakanlık ve hükümet kaldırıldığından, Meclis’in başbakanı seçme yetkisi de elinden alınıyor.
Anayasa Mahkemesinin 15 üyesinin 12`sini başkan belirliyor. Hakimler Savcılar Yüksek Kurulununsa 13 üyesinden 6`sını başkan doğrudan belirlerken, 7`sini başkanın partisinin çoğunlukta olduğu Meclis seçiyor. Böylece yargı da tamamen başkanım emrine girmiş oluyor.
Açıkca görüldüğü gibi, demokrasinin ve hukuk devletinin ön koşulu, vazgeçilemezi olan kuvvetler ayrılığı, başkanlık sistemiyle gerçekte ortadan kalkıyor. Böylece tüm yetkiler tek kişide, başkanda toplanıyor. Üstelik Başkanı denetleyecek, kontrol edecek, yanlış kararların almasını ve uygulamasını önleyecek bir denetim ve kontrol mekanizması bile bulunmuyor.
Başkan isterse Türkiye’yi yasa hükmündeki kararnamelerle yönetebilecek. İsterse Ordunun başkomutanı olarak savaş bile açabilecektir. Hiçbir demokratik ülkede buna benzer bir başkanlık sistemi yoktur.
YAŞAM KOŞULLARIMIZ BUNA BAĞLI
Sevgili Seçmenler, on yıllarca Hamburg ve Almanya Türk Toplumu Başkanı, Hamburg ve Almanya Parlamentosu Milletvekili olarak buradaki haklarınız için ve sizlere yapılan haksızlıklara karşı uğraş vermiş birisi olarak sizlere sesleniyorum.
Bu günlerde yurt dışında başkanlık rejimiyle, Türkiye’nin geleceğini ve kaderini oyluyoruz. Bu sistem tabii ki yurt dışındaki Türkleri de yakından ilgilendiriyor. Yaşadığımız ülkelerde bizlere verilen değer, Türkiye’de demokrasinin, laikliğin, sosyal ve hukuk devletinin var oluşuna bağlıdır.
Bizim buradaki yaşam koşullarımız, Türkiye’nin Almanya, Hollanda, İsviçre, Avusturya ve Türklerin yaşadığı diğer ülkelerle iyi ve dostane ilişkiler kurup kurmadığına bağlıdır. Son haftalarda gerilen Türkiye-Almanya ilişkileri nedeniyle, bizlere karşı esen rüzgarları hissetmekteyiz. Başkanlık sistemi gelirse, yani parlamenter demokrasi yerine tek kişilik yönetime geçilirse, bu rüzgarlar çok daha sert esecektir. Bundan emin olabilirsiniz.
Bu nedenle lütfen oyunuzu kullanınız! Oyunuzu lütfen parlamenter demokrasi, hukuk devletinden ve toplumsal barıştan yana kullanınız!