Erdoğan son günlerde Alman medyasında ana konu oldu. Cumhurbaşkanı Türkiye’yi Dünya kamuoyunda yine zor durumda bıraktı. Türkiye’deki medyanın büyük bölümünü kontrolü altına almayı ve susturmayı başardığı gibi, kendisini eleştiren diğer ülke basın organlarını da susturmayı deniyor.
Bunu, önceleri New York Times gazetesiyle denedi. Son olarak da, Kuzey Almanya Televizyon Kanalı Extra 3 programı nedeniyle, Almanya Büyükelçisi Dışişleri Bakanlığına çağrılarak bu plan yineleniyor. Elçilerin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılması, Türkiye`nin ulusal çıkarları, ilgili ülke tarafından zedelendiği iddia edilen ender durumlarda olur. Almanya Büyükelçisi bir kaç gün önce de, Can Dündar davasına katıldığı için de Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmış ve uyarılmıştı.
Erdoğan’la ilgili Kuzey Almanya televizyon kanalında müzik olarak seslendirilen iki dakikalık bir hiciv/yergi yayınlandı. İki dakikalık eleştirisel yayında, Erdoğan`ın politikası son derece etkileyici bir biçimde müzikle ve güldürerek özetleniyor , eleştiriliyor.
Almanya medyası, siyasi partiler, hükümet ve AB yetkilileri, Erdoğan`ın basını susturmaya yönelik bu tavrını şiddetle eleştirmektedirler. Basın ve düşünce özgürlüğünün, hukuk devleti ve yargı bağımsızlığının, Avrupa Birliğinin tartışılamaz değerleri olduğunun altı çiziliyor. AB ile tam üyelik görüşmeleri yapan Türkiye için de, bu değerlerin korunması gerektiği, yapılan açıklamalarda ve yayınlarda önemle belirtiliyor.
BASIN ÖZGÜRLÜĞÜ DEMOKRASİNİN VAZGEÇİLMEZİDİR
Demokrat olmayanların demokrasi adına yönetimleri, Türkiye’yi dünya kamuoyunda son derece zor durumda bırakmakta ve saygınlığını büyük ölçüde zedelemektedir. Yazılarımda önemle belirtmeye çalışmaktayım. Basının ve düşüncenin özgür olmadığı, gerçekleri yazanların baskılarla susuturulduğu, susturulmaya çalışıldığı veya gelebilecek baskıları düşünerek kendine sansür uyguladığı bir ülkede, demokrasiden ve hukuk devletinden tabii ki söz edilemez.
Avrupa Birliğı ile tam üyelik görüşmeleri yapan Türkiye’nin, basın özgürlüğünde Dünya’da 180 ülke arasında 149. sırada olması, bu acı tabloyu gösteriyor. Medyanın dörtte üçünü kendi kontrolü altına alan Erdoğan ve AKP, geri kalan medyayı da susturmak için, ardı keslimeyen baskılar, davalar, para cezaları ve operasyonlarla her yolu deniyorlar.
Akıllarınca diğer ülke medya kuruluşlarını da, susturabileceklerini sanmaktadırlar. İşin acı tarafı, Erdoğan ve AKP yetkilileri, demokrasinin, hukuk devletinin, evrensel insan haklarının, basın ve fikir özgürlüğünün vazgecilemez ve tartışılamaz değerler olarak benimsendiğini anlayamamış olduklarını kanıtlıyorlar. Belki de şark kurnazlığından esinlenerek, bunu en azından denemeyi yeğlemektedirler. Ancak bunun Türkiye’ye verebileceği zararlar, öyle görülüyorki kendileri için hiç önemli gözükmüyor.
TÜRKİYE’NİN GETİRİLDİĞİ DURUM
Saygın tarihçimiz İlber Ortaylı, son yıllarda Türkiye’nin getirildiği korkunç durumu çarpıcı bir biçimde şöyle özetlemektedir. “Düne kadar İran’mı olacağız derken, şimdi Suriye olmamak için kara kara düşünüyoruz. Nasıl oluyorsa bir türlü Türkiye olamıyoruz.”
Ne yazık ki Türkiye’nin getirildiği durum, günümüzün gerçeğidir. Bu noktaya Türkiye’nin neden ve nasıl getirildiğini doğru analiz etmek gerekir. Bir kişi, Erdoğan, parti başkanı ve Cumhurbaşkanı olarak, her türlü parti içi ve yargı organları denetiminden ve kontrolünden uzak kalarak, kişisel önceliklerine ve beğenisine göre 78 milyonluk ülkeyi yönetirse, sonuçda bu olur. AKP gibi yüzde 40’ların üstünde oy alan bir partide, ülke çıkarlarını düşünerek bu gidişata muhalefet edecek onurlu kişiler ne yazıkki bulunmamaktadır. Sesini bir kaç kere çıkarmak isteyen parti kurucularından Arınç, gerekli desteği bulamayınca susmayı yeğlemektedir. Muhalefet partileri de ne yazık ki, izledikleri yetersiz politikalarla, bu otoriter gidişatı durdurmayı başaramamışlardır.
Erdoğan şimdi de “yeni Anayasa” maskesi altında “Türkiye’ye özgü başkanlık sistemiyle”, parlamenter demokrasiyi rafa kaldırarak, şahsına uygun otoriter sistemini yasal güvence altına almayı denemektedir. Türkiye’de anayasanın değişmez ilkesi olan, demokratik, laik ve sosyal hukuk devletinden yana olan her vatandaşın görevi, bu zorlamayı durdurmaktır. Türkiye’nin parlamento içinde veya dışında olan tüm siyasi partilerin, sendikaların ve sivil toplum kuruluşlarının güncell görevi, bu konuda elbirliği yaparak, Türkiye`yi yasal güvenceli diktatörlüğe götürmek isteyen bu oluşumu, kesin bir tavırla engellemektir.