16.9 C
Hamburg
Pazar, Mayıs 19, 2024

Suriye Konusunda Türkiye’nin Temel Dayanağı Ülkelerin Toprak Bütünlüğü Olmalıdır

hakki-keskinSon günlerde Suriye sınırımızda yoğun bir askeri hazırlık yapılmaktadır. Kuzey Suriye’deki IŞİD ve PYD’den oluşmakta olan tehditlere karşı, hangi önlemlerin alınması gerektiği, hükümet çevrelerinde ve kamuoyunda tartışılmaktadır.

Uluslararası hukuka dayanılarak alınan Birleşmiş Milletler Kararlarında: “Bir Devletin ya da ülkenin ulusal birliği ve toprak bütünlüğünün kısmen ya da tamamen bozulmasına ya da onun siyasal bağımsızlığına yönelik herhangi bir girişimin antlaşmanın amaçları ve ilkeleri ile bağdaşmaz olduğuna“ özenle ve önemle vurgu yapılmaktadır.

Uluslararası bağlamda, Suriye ve Irak konusunda Türkiye’nin elindeki en inandırıcı gerekçe, yukarıdaki Birleşmiş Milletler Kararına uyulması istemi ve kararlılığı olmalıdır. Ancak Erdoğan, Davutoğlu ve AKP ne yazık ki Suriye konusunda Birleşmiş Milletlerin kararlarına uymayarak, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına karşı bir politika izlemektedir. Türkiye bakımından hiç bir haklı gerekçesi olmaksızın Esad yönetiminin düşürülmesi amacıyla, Esad’a karşı olan ve aralarında terör örgütlerinin de bulunduğu gruplara lojistik, silahsal, parasal destek verilmekdir. Bu amaçla da ABD ile Esad’a karşı olanların eğitimi ve silahlandırılması amacıyla  “eğit donat” projesi uygulamaya konulmuştur.

AKP BU YANLIŞ POLİTIKASINDAN İVEDİ OLARAK VAZGEÇMELİDİR 

Her siyasi parti ve yöneticileri hata yapabilir. Önemli olan bu yanlıştan, ülkeye daha büyük zarar verilmesine yol açmadan, biran önce dönülmesidir. Yanlışın görülmesi ve giderilmesi, siyasi bir zorunluluk ve hatta erdemdir.

Zamanın dışişleri bakanı Davutoğlu ve başbakanı Erdoğan, hiç bir haklı ve inandırıcı neden olmaksızın ve hatta son derece iyi ilişkiler içersinde olduğu Esad yönetimine karşı akıl almaz bir politika izlemeye başlamıştır. ABD ve ABD’de büyük etkinliği olan İsrail’in Esad yönetiminin düşürülmesini istedikleri öteden beri bilinmektedir. Bu amaçla AKP yönetimi de devreye sokulmuş buna gerekçe olarak da, Esad’ın halkına karşı baskı ve  zulüm uyguladığı, demokrasiye geçmediği  gösterilmiştir.

Öncelikle Suriye’nin “toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına yönelik herhangi bir girişimde” bulunulması, Birleşmiş Milletler kararlarını çiğnemek anlamına gelmektedir. Erdoğan ve Davutoğlu bu yanlış politikayı  2011’den bu yana ısrarla sürdürmektedir. “Arap Baharı” adıyla ABD tarafından başlatılan ve sözde demokrasi yanlısı ayaklanmaların, Libya, Mısır ve Suriye’de hangi kanlı ve acı sonuçları beraberinde getirdiğini görmekteyiz. Bu ülkelerle son derece dostane ve iyi siyasi, ticari ve ekonomik ilişkileri olan Türkiye, adeta düşman ülke gibi görülmeye başlanmış ve siyasi bağlarını koparmıştır.

 

“Arap Baharı” ABD ve AB ülkelerinde, yönetimler, medya ve kamuoyunda genellikle “demokrasiye” geçiş olarak değerlendirilmiş ve destek görmüştür. Ancak ortaçağ anlayışı ve baskılarıyla yönetilen Suudi Arabistan ve Arap Emirlikleriyle ilişkiler çok yönlü olarak büyük bir uyum içinde kesintisiz sürmektedir. Çünkü bu ülkelerin petrole dayalı yüzlerce milyarı ve serveti ABD’ye ve batı Avrupa Birliği ülkelerine akmaktadır. Özellikle ABD’nin hegemonyacı politikasının demokrasi ile zerre kadar ilgisi yoktur; ana amaç bu ülkeler üzerindeki ABD güdümlü, baskıcı, yaptırımcı politikaların işlerlik kazanmasıdır.

TÜRKİYE SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜGÜNÜ SAVUNARAK; SAVAŞTAN UZAK DURMALIDIR! 

IŞİD, PYD ve diğer terör örgütlerinin Türkiye için önemli bir risk ve tehdit oluşturdukları açıkça görülmektedir. İki milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye kaçmak zorunda kalması, Türkmenlerin yüzyıllardır yaşadıkları Irak ve Suriye’deki topraklarından zorunlu göçle kovulmaları ve Irak-Suriye sınırımızda güvenliğin kalmamış olması, tabii ki Türkiye’nin kabul edebileceği bir durum değildir.

Ancak bu haklılığına karşın, Türkiye’nin bu durumu önlemek için Suriye’ye askeri harekatta bulunmasının, uluslararası hukuk bakımından hiç bir dayanağı yoktur. Böyle bir durumda Türkiye, çok yönlü eleştiri ve baskılarla karşı karşıya kalacaktır.

Bu nedenle Türkiye öncelikle Rusya ve İran’la, Suriye’nin toprak bütünlüğünün kesinlikle korunacağı konusunda anlaşmalı ve Suriye yönetimine de bu güvence verilmelidir. Tabii ki Türkiye artık Esad yönetimine karşı olan guruplara her türlü desteğini hemen kesmeli, terör örgütü mensuplarının Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmeleri kararlılıkla engellenmelidir. ABD ile başlatılan “eğit-donat” projesinden derhal vazgeçilmelidir. Buna paralel olarak da, ABD ve AB ülkelerinin Birleşmiş Milletler kararlarına uyarak, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına, siyasi anlamda destek olmaları istenmelidir. Aksi halde Türkiye’nin Kuzey Suriye’de oluşan tehdit ve risk konusunda tavırsız kalamayacağı, bu ülkelere açıkça anlatılmalıdır.

Atatürk’ün “vatanın müdafaası mecburiyeti olmadıkça savaş bir cinayettir“ sözü son derece anlamlı bir tespitdir ve asla unutulmamalıdır! 

 

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER

Suriye Konusunda Türkiye’nin Temel Dayanağı Ülkelerin Toprak Bütünlüğü Olmalıdır

hakki-keskinSon günlerde Suriye sınırımızda yoğun bir askeri hazırlık yapılmaktadır. Kuzey Suriye’deki IŞİD ve PYD’den oluşmakta olan tehditlere karşı, hangi önlemlerin alınması gerektiği, hükümet çevrelerinde ve kamuoyunda tartışılmaktadır.

Uluslararası hukuka dayanılarak alınan Birleşmiş Milletler Kararlarında: “Bir Devletin ya da ülkenin ulusal birliği ve toprak bütünlüğünün kısmen ya da tamamen bozulmasına ya da onun siyasal bağımsızlığına yönelik herhangi bir girişimin antlaşmanın amaçları ve ilkeleri ile bağdaşmaz olduğuna“ özenle ve önemle vurgu yapılmaktadır.

Uluslararası bağlamda, Suriye ve Irak konusunda Türkiye’nin elindeki en inandırıcı gerekçe, yukarıdaki Birleşmiş Milletler Kararına uyulması istemi ve kararlılığı olmalıdır. Ancak Erdoğan, Davutoğlu ve AKP ne yazık ki Suriye konusunda Birleşmiş Milletlerin kararlarına uymayarak, Suriye’nin toprak bütünlüğü ve siyasi bağımsızlığına karşı bir politika izlemektedir. Türkiye bakımından hiç bir haklı gerekçesi olmaksızın Esad yönetiminin düşürülmesi amacıyla, Esad’a karşı olan ve aralarında terör örgütlerinin de bulunduğu gruplara lojistik, silahsal, parasal destek verilmekdir. Bu amaçla da ABD ile Esad’a karşı olanların eğitimi ve silahlandırılması amacıyla  “eğit donat” projesi uygulamaya konulmuştur.

AKP BU YANLIŞ POLİTIKASINDAN İVEDİ OLARAK VAZGEÇMELİDİR 

Her siyasi parti ve yöneticileri hata yapabilir. Önemli olan bu yanlıştan, ülkeye daha büyük zarar verilmesine yol açmadan, biran önce dönülmesidir. Yanlışın görülmesi ve giderilmesi, siyasi bir zorunluluk ve hatta erdemdir.

Zamanın dışişleri bakanı Davutoğlu ve başbakanı Erdoğan, hiç bir haklı ve inandırıcı neden olmaksızın ve hatta son derece iyi ilişkiler içersinde olduğu Esad yönetimine karşı akıl almaz bir politika izlemeye başlamıştır. ABD ve ABD’de büyük etkinliği olan İsrail’in Esad yönetiminin düşürülmesini istedikleri öteden beri bilinmektedir. Bu amaçla AKP yönetimi de devreye sokulmuş buna gerekçe olarak da, Esad’ın halkına karşı baskı ve  zulüm uyguladığı, demokrasiye geçmediği  gösterilmiştir.

Öncelikle Suriye’nin “toprak bütünlüğüne ve siyasal bağımsızlığına yönelik herhangi bir girişimde” bulunulması, Birleşmiş Milletler kararlarını çiğnemek anlamına gelmektedir. Erdoğan ve Davutoğlu bu yanlış politikayı  2011’den bu yana ısrarla sürdürmektedir. “Arap Baharı” adıyla ABD tarafından başlatılan ve sözde demokrasi yanlısı ayaklanmaların, Libya, Mısır ve Suriye’de hangi kanlı ve acı sonuçları beraberinde getirdiğini görmekteyiz. Bu ülkelerle son derece dostane ve iyi siyasi, ticari ve ekonomik ilişkileri olan Türkiye, adeta düşman ülke gibi görülmeye başlanmış ve siyasi bağlarını koparmıştır.

 

“Arap Baharı” ABD ve AB ülkelerinde, yönetimler, medya ve kamuoyunda genellikle “demokrasiye” geçiş olarak değerlendirilmiş ve destek görmüştür. Ancak ortaçağ anlayışı ve baskılarıyla yönetilen Suudi Arabistan ve Arap Emirlikleriyle ilişkiler çok yönlü olarak büyük bir uyum içinde kesintisiz sürmektedir. Çünkü bu ülkelerin petrole dayalı yüzlerce milyarı ve serveti ABD’ye ve batı Avrupa Birliği ülkelerine akmaktadır. Özellikle ABD’nin hegemonyacı politikasının demokrasi ile zerre kadar ilgisi yoktur; ana amaç bu ülkeler üzerindeki ABD güdümlü, baskıcı, yaptırımcı politikaların işlerlik kazanmasıdır.

TÜRKİYE SURİYE’NİN TOPRAK BÜTÜNLÜGÜNÜ SAVUNARAK; SAVAŞTAN UZAK DURMALIDIR! 

IŞİD, PYD ve diğer terör örgütlerinin Türkiye için önemli bir risk ve tehdit oluşturdukları açıkça görülmektedir. İki milyonu aşkın Suriyelinin Türkiye’ye kaçmak zorunda kalması, Türkmenlerin yüzyıllardır yaşadıkları Irak ve Suriye’deki topraklarından zorunlu göçle kovulmaları ve Irak-Suriye sınırımızda güvenliğin kalmamış olması, tabii ki Türkiye’nin kabul edebileceği bir durum değildir.

Ancak bu haklılığına karşın, Türkiye’nin bu durumu önlemek için Suriye’ye askeri harekatta bulunmasının, uluslararası hukuk bakımından hiç bir dayanağı yoktur. Böyle bir durumda Türkiye, çok yönlü eleştiri ve baskılarla karşı karşıya kalacaktır.

Bu nedenle Türkiye öncelikle Rusya ve İran’la, Suriye’nin toprak bütünlüğünün kesinlikle korunacağı konusunda anlaşmalı ve Suriye yönetimine de bu güvence verilmelidir. Tabii ki Türkiye artık Esad yönetimine karşı olan guruplara her türlü desteğini hemen kesmeli, terör örgütü mensuplarının Türkiye üzerinden Suriye’ye geçmeleri kararlılıkla engellenmelidir. ABD ile başlatılan “eğit-donat” projesinden derhal vazgeçilmelidir. Buna paralel olarak da, ABD ve AB ülkelerinin Birleşmiş Milletler kararlarına uyarak, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunmasına, siyasi anlamda destek olmaları istenmelidir. Aksi halde Türkiye’nin Kuzey Suriye’de oluşan tehdit ve risk konusunda tavırsız kalamayacağı, bu ülkelere açıkça anlatılmalıdır.

Atatürk’ün “vatanın müdafaası mecburiyeti olmadıkça savaş bir cinayettir“ sözü son derece anlamlı bir tespitdir ve asla unutulmamalıdır! 

 

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER