Hamburglu internet fenomeni Asım Kılıç, işlek Karadenizli zekasıyla, Facebook’taki takipçileri arasında geride bıraktığımız 2015 yılının genel ve yerel “EN”lerini kaleme aldı.
MEHMET ATAK/ÖZEL RÖPORTAJ
İşte o listeler ve son bölümde de bunlara bağlı röportajımız.
“EN”LER GENEL LİSTE
En muhalif : Orhan Kılıç
En her telden : Zeki Kılıç
En müzikal: Talat Dehmen
En yitik : Erol Buldak
En dost: Cem Güneyli
En samimi: Serpil Çopur
En neşeli: Şükrü Aktoprak
En dernekçi: Kamuran Pelek
En efendi: Ziya Toprak
En karizmatik: Mehmet Atak
En masum: Buket Tekin
En beğenen: Semra Balhan
En doğacı: Hüseyin Yılmaz
En “ben”li: Ali Akdemir
En gezgin: Ali Dursun
Es estetik: Ayse Öztürk
En bordo: Kaan Emir
En CHP’li: Aysel Erdoğan
En havalı: Birgül Çobanoglu
En rockçu: Murat Ince
En anlaşılmaz: Nabi Beşir
En sempatik: Nazife Gül Nazo
En centilmen: Gökten Küçük
En az ve öz: Abdullah Akar
En yazmaz: Hakkı Keskin
En protest: Hayati Kılıç
En FB’li: Zabit Öztürk
En populist: Funda Gür
En havalı: Çiçek Yıldırım
En unutkan: Murat Çetin
En hayvansever: Orhan Uğur
En mantıklı:Ruken Aytaş
En samimi: Sevda Karar
En gizli: Enver Kaya
En makul: Esat Erverdi
En politik: Nebahat Güçlü
En Atatürkçü: Filiz Çapar
En narin: Gamze Hoyur
En erkenci: Gülay Akçam
En melek: Gülbeyaz Güneş
En cici: Serpil Sönmezışık
En yaşlanmaz: Yıldız Emir
En iddiacı: Arslan Yasəmiɳ
En şık: gc Aylin VII Gc
En yiğit: Aysu Taflan
En oyuncu: Bediha Şimşek
BUNLAR DA 2015’TE HAMBURG’UN “EN”LERİ
En çok yazanı: Hüseyin Çubuk
En çok okuyanı: Erhan Erdoğan
En çok düşüneni: Kadriye Bakşi
En çok çalışanı: Mehmet Topçu
En çok eleştireni: Müslüm Kaya
En girişkeni: Filiz Çapar
En tembeli: Enver Kaya
En aşığı: Cem Güneyli
En delisi: Hamburgda ÇArşının Delisi
En cömerti: Celal Pamukoğlu
En disiplinlisi: Meryem İpek
En hamaratı: yasemin Arslaɳ Yasəmin Murat
En gayretlisi: Gülay Aldağ
En narini: Remziye Kılıç
En efendisi: Remzi Uysal
En sempatiği: Namık Yener
En dostcanlısı: Haşmet Düzgüner
En eğlencelisi: Piyanist Aytun Ede
En düzenlisi: Aysş Topçu
En dikkatlisi: Nurten Muştu
En saygılısı: Erkan Ercin
En yakışıklısı: Erol Buldak
En çok içeni: Zeki Kılıç
En umutsuzu: Ayfer Suzan Saçlık
En karamsarı: Züleyhan Lea Güneş
En toparlayıcı: Esat Erverdi
En çok gezeni: Oya Pervin Pelit
En yiğidi: Aysun Aysu Taflan
En politiği: Nebahat Güçlü
En çok tüttüreni: Hüseyin Ördek
En havalısı: Hülya Yalım
En kibarı: Naci Kaylan
ASIM KILIÇ’LA SÖYLEŞİMİZ:
Sayın Kılıç, 2015 Yılının Facebook takipçileriniz arasından EN’leri sıralarken oldukça cazip sıfatlar kullandığınız görülüyor. Bu EN’ler fikri sizde nasıl doğdu?
– Gençlik yıllarından anımsıyorum. Yıl bitimine doğru gazete ve magazin dergileri, benzer şeyler yayınlarlardı. Bizler de bunları beğeniyle takip eder, okulda arkadaşlar arasında bu listeleri tartışırdık.
Unutulmaya yüz tutan bu geleneğin yeniden yaratılmasının güzel olacağını düşündüm.
Hemen hemen her gün Facebook’ta değişik konular işliyorsunuz ve tartışma ortamları yaratıyorsunuz. Bunca yoğun işleriniz arasında bu uğraşlara nasıl ve ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz?
– Çoğu kişi, bilmediği için haklı olarak bu uzun yazıları Facebook’da paylaştığım anda yazdığımı sanıyor. Halbuki çoğunda tarih ve yazıldığı yer belirtiliyor. Örneğin güncel bir konu, Cumhurbaşkanı’nın aydınlar bildirisiyle ilgili yaptığı açıklamayla ilgili “aydın yani entelektüel” başlıklı yazıyı, ilki iki sene olmak üzere daha önce birkaç defa paylaşmıştım. Şimdi konu, tekrar güncel olunca cep telefonumdaki arşivimden alıp, yeniden konuya uygun güncelleyerek, belki ufak bir iki değişiklik yaparak yeniden paylaşıyorum. Bu da fazla zamanımı almıyor.
Bunun dışında paylaşmayı düşündüğüm konu başlıklarını, unutmayayım diye aklıma geldikçe sürekli cebimde taşıdığım not defterime not ediyorum. Daha sonra kahve içerken, sabah kalkınca işe başlamadan, tuvalete gittiğimde ya da dizi izlerken reklâm aralarında kaleme alıyorum.
Facebook fenomenliği bir tutku mu sizin için, yoksa bir amaç mı güdüyorsunuz?
– Yazma arzusu ve kendini yazarak ifade etme, ortaokul yıllarında başladı.
Kulakları çınlasın, Zonguldak Kozlu Lisesi’nin ortaokul 3. sınıfında okurken sonraki yıllarda bir süre Nürnberg Eğitim Ataşeliği görevini de üstlenmiş olan okulumuzun efsanevi Türkçe ve edebiyat öğretmeni Ahmet Çakır vardı. Türkçede “kılı kırk yarmak” diye bir deyim vardır ya… İşte o da not verirken aynen öyleydi. Kılı kırk yarardı. Ondan not almak, deveye hendek atlatmak gibi bir şeydi.
Çok iyi, inanmış ve idealist bir öğretmendi. Kasabaya iyi bir sinema filmi ya da gezici bir tiyatro oyunu geldiğinde tüm okulu toptan oyunu izlemeye götürürdü. Elinde her ortaokul öğrencisinin okuması gereken bir kitap listesi vardı. Kitapları kendi ya da okulun imkânlarıyla tedarik eder, bizlere mümkün olduğunca masraf olmamasına özen gösterirdi. Çantasında hangi sınıftan hangi öğrencinin hangi kitabı okuyup, hangisini okumadığını gösteren bir liste vardı ve okuyacağımız kitabı bize verirken okuduktan sonra kitabı kime vereceğimizi bize söyler, listeyi sürekli güncellerdi.
Bunun dışında okullar arası bilgi yarışmaları düzenler, tüm okul öğrencilerinin bu yarışmaları izlemesini sağlardı.
O zamanlar şimdiki gibi yüzlerce televizyon kanalı yoktu. Tek kanal olan TRT’de arada bir de olsa tartışma programı olurdu. Bizlere o programı izlemeyi ders olarak verir, ertesi günlerde konuyu bizlere de sınıfta tartıştırır, daha sonra konuyla ilgili kompozisyon yazdırıp, not verirdi.
Ondan iyi not almak, özellikle kompozisyonda çok zordu. Bir öğrenciye kompozisyonda on verdiği hiç duyulmamıştı. Dokuz notunu ise ancak bir kaç defa vermişti.
Bir gün bir kompozisyonda benim notumu okurken kâğıdı bana geri verdi ve “Bunu sakla..Vakit buldukça da arada bir oku… Vee..Yaz; sürekli yaz. Aklına ne gelirse yaz.”dedi.
Bana dokuz vermişti.
Tam 40 sene oldu. O kompozisyonu halen saklar, arada bir de okurum. Artık ezberledim ama okumazsam, sanki hocama ihanet edecekmişim gibime gelir.
Yani yazmayı bana o salık verdi. Ben de hocamın tavsiyesine uyuyorum.
Soruya geri dönersek yazma işi, Facebook’la başlamadı bende. Yukarda da söylediğim gibi birçok yazının altında yazıldığı yer ve tarih vardır. 2000’li yıllarda Hamburg Atatürkçü Düşünce Derneği’nde görevliyken 29 Ekim Dergisi’ni çıkartıp, bir süre orada yazmıştım meselâ. Sonraki yıllarda da kendim kurup yöneticiliğini yaptığım “Entelektüel Platform” adlı internet platformunda yazdım. Facebook ortamı, bunları paylaşmak için çok güzel bir platform diye düşünüyorum.
Gerek günlük Facebook yazılarınız ve gerekse “EN”ler listeniz için ne gibi tepkiler alıyorsunuz?
– Çok okunduğunu gözlemliyorum. Arkadaş listemde olmayanlardan bile çok kişinin takip ettiğine şahit oluyorum. Sabah kalkınca ilk Facebook’a girip “acaba Asım Kılıç” bugün ne yazmış” diye bakanlar olduğunu biliyorum. Bunu gittiğim ortamlarda sürekli söylüyorlar. Bazen hiç ummadığım biri, herhangi bir paylaşımla ilgili bir şey söylüyor, şaşırıyorum. Ama, diyorum. Siz o paylaşıma beğendi yapmamıştınız. Olsun, diyor çoğu. Ben, beğendi basmıyorum. Yorum da yapmıyorum. Ama hepsini okuyorum. Hatta çoğu, “kaçırdığım olmasın diye sayfana girip, oradan bakıyorum” diyor. Bunları duymak, çok hoş oluyor elbette ve fırsat buldukça onları da arşivliyorum.
EN’ler listesine gelince: Bence bilinenden ya da sanılandan daha çok ilgi çekti bu EN’ler listesi de. Özellikle bu sene fark ettim ki birçok kişi, geçen sene kim, hangi listedeydi, benden daha iyi biliyor. Hatta listede olmayanlar bile.
Son sorumuz da spor üzerine.. Trabzonspor ve Galatasaray’ı desteklerken, her vesile ile Başkan Aziz Yıldırım’dan dolayı, mahkemenin şike konusundaki kararına rağmen Fenerbahçe’yi hedef alıyorsunuz. Bu kin ne zaman bitecek ? 2016’da artık temiz bir sayfa açmayı düşünmüyor musunuz?
– Bu konuyu birkaç açıdan değerlendirmek gerek. İskerseniz konu dağılmasın diye teker teker ele alalım. İlk önce şunu belirteyim ki nefret var. Ama kin yok. Bunun en büyük nedeni de şu: Ülkemizde geride bıraktığımız birkaç yıl içinde tarihinin en büyük hırsızlık, yolsuzluk, soygun ve şike iddiaları kamuoyunu meşgul etti.
Elimizdeki kanıtlara göre biliyoruz ki Reza Sarraf’ı dinleyen de, Bilâl Erdoğan’ın babasıyla yaptığı telefon konuşmalarını dinleyen de, dört bakanı dinleyen de, Aziz Yıldırım’ı dunleyen de aynı ekip. Dinlemek için mahkemeye baş vuran savcı, aynı savcılar. Dinleme kararını veren hakimler, aynı hakimler. Soruşturmayı açan savcılar, aynı savcılar.
Durum böyleyken ve üstelik Reza Sarraf, bakanlar ve Bilâl Erdoğan hakkındaki soruşturmalar daha mahkemeye taşınmadan engellenip yargı dışına itildiği halde yani de hukukî hiç bir karar olmadığı halde Bilal’e, bakanlara ve Reza Sarraf’a hırsız diyenlerin sıra Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe kulübüne gelince sus pus olmaları bana hiç namusluca gelmiyor ve öylesi insanlardan nefret ediyorum.
Bunlar, eğitim almamış, sıradan insanlar olsa, bir anlanda anlamaya çalışıp, “akıl yürütebilme yeteri gelişmemiş” diyeceğim. Ama içlerinde çoğu dernek başkanı ya da yöneticisi, ya da iş adamı. Hatta milketvekili olan bile var.
Ben, ülkemizun hali böyleyken bir sabah uyandığımızda sabah, herşeyin kendiliğinden güllük, gülistanlık olacağına inanmıyorum. Bu, ancak ve ancak bir mücadele sonu olacaktır. Bu mücadele sürecinde de eğer herkes, kendi adamını koruyup kollarsa, bunun için de bahane ararsa, bir yere varamayacağımızı düşünüyorum. Yani 2016’da da her kim olursa olsun, haksıza, hırsıza, yolsuza, hukuksuza ve şikeye karşı mücadelemiz, elbette ki devam edecek.
İkinci konu, yargı kararı meselesi: Fenerbahçeli dostlarımız, bize tüm bu süreç içinde sürekli “yargılanma bitip, suçlar kesinleşip, ceza verinceye kadar bir şey yapmayalım. Mahkeme sonucunu bekleyelim, gereğini ondan sonra birlikte yaparız” dediler.
Yargılama bitip, kararları kesin hüküm niteliğinde olan ülkenin en yüksek yargı kurumu YARGITAY, cezayı onayınca hiç biri, söylendiği gibi gereğini yapmadı ve benim nefretimi kazandı.
Bu nefretin son bulması için ben, topun onlarda olduğunu düşünüyorum.
Galatasaray ve Trabzonspor’a gelince: Galatasaray kulübü, tarihinde kanıtlanamamış, dedikodu ve söylenti düzeyinde kalmış bir iki ufak teşvik pirimi dışında bu şike işine bulaşmamıştır. Kaldı ki o teşvik primi verildiği dönemlerde teşvik primi, ülkemizde suç bile değildi.
2011 şike sürecinde adı şike olaylarına karışmış bir iki kişiye sahip çıkmayıp, onları kulüpten uzaklaştırmıştır.
Bende GS kulübünün tek eksisi, 2013 yılında TFF’nun Adana’da düzenleyip, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüpleri, küme düşürülsün mü oylamasında GS’lı delegelerin çoğunluğunun düşürülmesin yönünde oy kullanmış olmalarıdır.
Trabzonspor’a gelince Trabzonspor camiası, hiç bir dönemde şike ve hırsızlığa tenezzül etmemiş, Fenerbahçe kulübünün aleyhinde açtığı yedi tane şike davasından beraat etmiştir.
Sonraki yıllarda sporu politikaya alet ediyor görüntüsü içinde olan Tayyip Erdoğan’la spor ahlâkına yakışmayan davranışlar gösterdiği söylenen başkan Hacıosmanoğlu’nu kulüpten uzaklaştırmasını bilebilmiştir
Güzel, farkli ve özel bir Röportaj olmus. Roportaji gerceklestiren gazeteci Mehmet Atak beyi ve 2015 enlerini paylasan, ilginc tez ve düsünceleriyle Hamburg’ta farkli bir insan portresi örnegi sunan, Asim Kilic’i kutluyorum. Saygilarimla Ali Akdemir
Asım Kılıç, ‘en’ler içinde kendisini saymayı unutmuş: En Fenerbahçe düşmanı: Asım Kılıç…