18.4 C
Hamburg
Perşembe, Mayıs 16, 2024

Sosyal Medya Fenomeni Asım Kılıç, 2015’in “En”lerini yazdı

asim2 - KopieHamburglu internet fenomeni Asım Kılıç, işlek Karadenizli zekasıyla, Facebook’taki takipçileri arasında geride bıraktığımız 2015 yılının genel ve yerel “EN”lerini kaleme aldı.

MEHMET ATAK/ÖZEL RÖPORTAJ

İşte o listeler ve son bölümde de bunlara bağlı röportajımız.

“EN”LER GENEL LİSTE

En muhalif : Orhan Kılıç

En her telden : Zeki Kılıç

En müzikal: Talat Dehmen

En yitik : Erol Buldak

En dost: Cem Güneyli

En samimi: Serpil Çopur

En neşeli: Şükrü Aktoprak

En dernekçi: Kamuran Pelek

En efendi: Ziya Toprak

En karizmatik: Mehmet Atak

En masum: Buket Tekin

En beğenen: Semra Balhan

En doğacı: Hüseyin Yılmaz

En “ben”li: Ali Akdemir

En gezgin: Ali Dursun

Es estetik: Ayse Öztürk

En bordo: Kaan Emir

En CHP’li: Aysel Erdoğan

En havalı: Birgül Çobanoglu

En rockçu: Murat Ince

En anlaşılmaz: Nabi Beşir

En sempatik: Nazife Gül Nazo

En centilmen: Gökten Küçük

En az ve öz: Abdullah Akar

En yazmaz: Hakkı Keskin

En protest: Hayati Kılıç

En FB’li: Zabit Öztürk

En populist: Funda Gür

En havalı: Çiçek Yıldırım

En unutkan: Murat Çetin

En hayvansever: Orhan Uğur

En mantıklı:Ruken Aytaş

En samimi: Sevda Karar

En gizli: Enver Kaya

En makul: Esat Erverdi

En politik: Nebahat Güçlü

En Atatürkçü: Filiz Çapar

En narin: Gamze Hoyur

En erkenci: Gülay Akçam

En melek: Gülbeyaz Güneş

En cici: Serpil Sönmezışık

En yaşlanmaz: Yıldız Emir

En iddiacı: Arslan Yasəmiɳ

En şık: gc Aylin VII Gc

En yiğit: Aysu Taflan

En oyuncu: Bediha Şimşek

 

BUNLAR DA 2015’TE HAMBURG’UN “EN”LERİ

En çok yazanı: Hüseyin Çubuk

En çok okuyanı: Erhan Erdoğan

En çok düşüneni: Kadriye Bakşi

En çok çalışanı: Mehmet Topçu

En çok eleştireni: Müslüm Kaya

En girişkeni: Filiz Çapar

En tembeli: Enver Kaya

En aşığı: Cem Güneyli

En delisi: Hamburgda ÇArşının Delisi

En cömerti: Celal Pamukoğlu

En disiplinlisi: Meryem İpek

En hamaratı: yasemin Arslaɳ Yasəmin Murat

En gayretlisi: Gülay Aldağ

En narini: Remziye Kılıç

En efendisi: Remzi Uysal

En sempatiği: Namık Yener

En dostcanlısı: Haşmet Düzgüner

En eğlencelisi: Piyanist Aytun Ede

En düzenlisi: Aysş Topçu

En dikkatlisi: Nurten Muştu

En saygılısı: Erkan Ercin

En yakışıklısı: Erol Buldak

En çok içeni: Zeki Kılıç

En umutsuzu: Ayfer Suzan Saçlık

En karamsarı: Züleyhan Lea Güneş

En toparlayıcı: Esat Erverdi

En çok gezeni: Oya Pervin Pelit

En yiğidi: Aysun Aysu Taflan

En politiği: Nebahat Güçlü

En çok tüttüreni: Hüseyin Ördek

En havalısı: Hülya Yalım

En kibarı: Naci Kaylan

asim - Kopie

ASIM KILIÇ’LA SÖYLEŞİMİZ:

Sayın Kılıç, 2015 Yılının Facebook takipçileriniz arasından EN’leri sıralarken oldukça cazip sıfatlar kullandığınız görülüyor. Bu EN’ler fikri sizde nasıl doğdu?

– Gençlik yıllarından anımsıyorum. Yıl bitimine doğru gazete ve magazin dergileri, benzer şeyler yayınlarlardı. Bizler de bunları beğeniyle takip eder, okulda arkadaşlar arasında bu listeleri tartışırdık.

Unutulmaya yüz tutan bu geleneğin yeniden yaratılmasının güzel olacağını düşündüm.

Hemen hemen her gün Facebook’ta değişik konular işliyorsunuz ve tartışma ortamları yaratıyorsunuz. Bunca yoğun işleriniz arasında bu uğraşlara nasıl ve ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz?

– Çoğu kişi, bilmediği için haklı olarak bu uzun yazıları Facebook’da paylaştığım anda yazdığımı sanıyor. Halbuki çoğunda tarih ve yazıldığı yer belirtiliyor. Örneğin güncel bir konu, Cumhurbaşkanı’nın aydınlar bildirisiyle ilgili yaptığı açıklamayla ilgili “aydın yani entelektüel” başlıklı yazıyı, ilki iki sene olmak üzere daha önce birkaç defa paylaşmıştım. Şimdi konu, tekrar güncel olunca cep telefonumdaki arşivimden alıp, yeniden konuya uygun güncelleyerek, belki ufak bir iki değişiklik yaparak yeniden paylaşıyorum. Bu da fazla zamanımı almıyor.

Bunun dışında paylaşmayı düşündüğüm konu başlıklarını, unutmayayım diye aklıma geldikçe sürekli cebimde taşıdığım not defterime not ediyorum. Daha sonra kahve içerken, sabah kalkınca işe başlamadan, tuvalete gittiğimde ya da dizi izlerken reklâm aralarında kaleme alıyorum.

Facebook fenomenliği bir tutku mu sizin için, yoksa bir amaç mı güdüyorsunuz?

– Yazma arzusu ve kendini yazarak ifade etme, ortaokul yıllarında başladı.

Kulakları çınlasın, Zonguldak Kozlu Lisesi’nin ortaokul 3. sınıfında okurken sonraki yıllarda bir süre Nürnberg Eğitim Ataşeliği görevini de üstlenmiş olan okulumuzun efsanevi Türkçe ve edebiyat öğretmeni Ahmet Çakır vardı. Türkçede “kılı kırk yarmak” diye bir deyim vardır ya… İşte o da not verirken aynen öyleydi. Kılı kırk yarardı. Ondan not almak, deveye hendek atlatmak gibi bir şeydi.

Çok iyi, inanmış ve idealist bir öğretmendi. Kasabaya iyi bir sinema filmi ya da gezici bir tiyatro oyunu geldiğinde tüm okulu toptan oyunu izlemeye götürürdü. Elinde her ortaokul öğrencisinin okuması gereken bir kitap listesi vardı. Kitapları kendi ya da okulun imkânlarıyla tedarik eder, bizlere mümkün olduğunca masraf olmamasına özen gösterirdi. Çantasında hangi sınıftan hangi öğrencinin hangi kitabı okuyup, hangisini okumadığını gösteren bir liste vardı ve okuyacağımız kitabı bize verirken okuduktan sonra kitabı kime vereceğimizi bize söyler, listeyi sürekli güncellerdi.

Bunun dışında okullar arası bilgi yarışmaları düzenler, tüm okul öğrencilerinin bu yarışmaları izlemesini sağlardı.

O zamanlar şimdiki gibi yüzlerce televizyon kanalı yoktu. Tek kanal olan TRT’de arada bir de olsa tartışma programı olurdu. Bizlere o programı izlemeyi ders olarak verir, ertesi günlerde konuyu bizlere de sınıfta tartıştırır, daha sonra konuyla ilgili kompozisyon yazdırıp, not verirdi.

Ondan iyi not almak, özellikle kompozisyonda çok zordu. Bir öğrenciye kompozisyonda on verdiği hiç duyulmamıştı. Dokuz notunu ise ancak bir kaç defa vermişti.

Bir gün bir kompozisyonda benim notumu okurken kâğıdı bana geri verdi ve “Bunu sakla..Vakit buldukça da arada bir oku… Vee..Yaz; sürekli yaz. Aklına ne gelirse yaz.”dedi.

Bana dokuz vermişti.

Tam 40 sene oldu. O kompozisyonu halen saklar, arada bir de okurum. Artık ezberledim ama okumazsam, sanki hocama ihanet edecekmişim gibime gelir.

Yani yazmayı bana o salık verdi. Ben de hocamın tavsiyesine uyuyorum.

Soruya geri dönersek yazma işi, Facebook’la başlamadı bende. Yukarda da söylediğim gibi birçok yazının altında yazıldığı yer ve tarih vardır. 2000’li yıllarda Hamburg Atatürkçü Düşünce Derneği’nde görevliyken 29 Ekim Dergisi’ni çıkartıp, bir süre orada yazmıştım meselâ. Sonraki yıllarda da kendim kurup yöneticiliğini yaptığım “Entelektüel Platform” adlı internet platformunda yazdım. Facebook ortamı, bunları paylaşmak için çok güzel bir platform diye düşünüyorum.

Gerek günlük Facebook yazılarınız ve gerekse “EN”ler listeniz için ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

– Çok okunduğunu gözlemliyorum. Arkadaş listemde olmayanlardan bile çok kişinin takip ettiğine şahit oluyorum. Sabah kalkınca ilk Facebook’a girip “acaba Asım Kılıç” bugün ne yazmış” diye bakanlar olduğunu biliyorum. Bunu gittiğim ortamlarda sürekli söylüyorlar. Bazen hiç ummadığım biri, herhangi bir paylaşımla ilgili bir şey söylüyor, şaşırıyorum. Ama, diyorum. Siz o paylaşıma beğendi yapmamıştınız. Olsun, diyor çoğu. Ben, beğendi basmıyorum. Yorum da yapmıyorum. Ama hepsini okuyorum. Hatta çoğu, “kaçırdığım olmasın diye sayfana girip, oradan bakıyorum” diyor. Bunları duymak, çok hoş oluyor elbette ve fırsat buldukça onları da arşivliyorum.

EN’ler listesine gelince: Bence bilinenden ya da sanılandan daha çok ilgi çekti bu EN’ler listesi de. Özellikle bu sene fark ettim ki birçok kişi, geçen sene kim, hangi listedeydi, benden daha iyi biliyor. Hatta listede olmayanlar bile.

asim1 - Kopie

Son sorumuz da spor üzerine.. Trabzonspor ve Galatasaray’ı desteklerken, her vesile ile Başkan Aziz Yıldırım’dan dolayı, mahkemenin şike konusundaki kararına rağmen Fenerbahçe’yi hedef alıyorsunuz. Bu kin ne zaman bitecek ? 2016’da artık temiz bir sayfa açmayı düşünmüyor musunuz?

– Bu konuyu birkaç açıdan değerlendirmek gerek. İskerseniz konu dağılmasın diye teker teker ele alalım. İlk önce şunu belirteyim ki nefret var. Ama kin yok. Bunun en büyük nedeni de şu: Ülkemizde geride bıraktığımız birkaç yıl içinde tarihinin en büyük hırsızlık, yolsuzluk, soygun ve şike iddiaları kamuoyunu meşgul etti.

Elimizdeki kanıtlara göre biliyoruz ki Reza Sarraf’ı dinleyen de, Bilâl Erdoğan’ın babasıyla yaptığı telefon konuşmalarını dinleyen de, dört bakanı dinleyen de, Aziz Yıldırım’ı dunleyen de aynı ekip. Dinlemek için mahkemeye baş vuran savcı, aynı savcılar. Dinleme kararını veren hakimler, aynı hakimler. Soruşturmayı açan savcılar, aynı savcılar.

Durum böyleyken ve üstelik Reza Sarraf, bakanlar ve Bilâl Erdoğan hakkındaki soruşturmalar daha mahkemeye taşınmadan engellenip yargı dışına itildiği halde yani de hukukî hiç bir karar olmadığı halde Bilal’e, bakanlara ve Reza Sarraf’a hırsız diyenlerin sıra Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe kulübüne gelince sus pus olmaları bana hiç namusluca gelmiyor ve öylesi insanlardan nefret ediyorum.

Bunlar, eğitim almamış, sıradan insanlar olsa, bir anlanda anlamaya çalışıp, “akıl yürütebilme yeteri gelişmemiş” diyeceğim. Ama içlerinde çoğu dernek başkanı ya da yöneticisi, ya da iş adamı. Hatta milketvekili olan bile var.

Ben, ülkemizun hali böyleyken bir sabah uyandığımızda sabah, herşeyin kendiliğinden güllük, gülistanlık olacağına inanmıyorum. Bu, ancak ve ancak bir mücadele sonu olacaktır. Bu mücadele sürecinde de eğer herkes, kendi adamını koruyup kollarsa, bunun için de bahane ararsa, bir yere varamayacağımızı düşünüyorum. Yani 2016’da da her kim olursa olsun, haksıza, hırsıza, yolsuza, hukuksuza ve şikeye karşı mücadelemiz, elbette ki devam edecek.

İkinci konu, yargı kararı meselesi: Fenerbahçeli dostlarımız, bize tüm bu süreç içinde sürekli “yargılanma bitip, suçlar kesinleşip, ceza verinceye kadar bir şey yapmayalım. Mahkeme sonucunu bekleyelim, gereğini ondan sonra birlikte yaparız” dediler.

Yargılama bitip, kararları kesin hüküm niteliğinde olan ülkenin en yüksek yargı kurumu YARGITAY, cezayı onayınca hiç biri, söylendiği gibi gereğini yapmadı ve benim nefretimi kazandı.

Bu nefretin son bulması için ben, topun onlarda olduğunu düşünüyorum.

Galatasaray ve Trabzonspor’a gelince: Galatasaray kulübü, tarihinde kanıtlanamamış, dedikodu ve söylenti düzeyinde kalmış bir iki ufak teşvik pirimi dışında bu şike işine bulaşmamıştır. Kaldı ki o teşvik primi verildiği dönemlerde teşvik primi, ülkemizde suç bile değildi.

2011 şike sürecinde adı şike olaylarına karışmış bir iki kişiye sahip çıkmayıp, onları kulüpten uzaklaştırmıştır.

Bende GS kulübünün tek eksisi, 2013 yılında TFF’nun Adana’da düzenleyip, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüpleri, küme düşürülsün mü oylamasında GS’lı delegelerin çoğunluğunun düşürülmesin yönünde oy kullanmış olmalarıdır.

Trabzonspor’a gelince Trabzonspor camiası, hiç bir dönemde şike ve hırsızlığa tenezzül etmemiş, Fenerbahçe kulübünün aleyhinde açtığı yedi tane şike davasından beraat etmiştir.

Sonraki yıllarda sporu politikaya alet ediyor görüntüsü içinde olan Tayyip Erdoğan’la spor ahlâkına yakışmayan davranışlar gösterdiği söylenen başkan Hacıosmanoğlu’nu kulüpten uzaklaştırmasını bilebilmiştir

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

2 YORUMLAR

  1. Güzel, farkli ve özel bir Röportaj olmus. Roportaji gerceklestiren gazeteci Mehmet Atak beyi ve 2015 enlerini paylasan, ilginc tez ve düsünceleriyle Hamburg’ta farkli bir insan portresi örnegi sunan, Asim Kilic’i kutluyorum. Saygilarimla Ali Akdemir

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER

Sosyal Medya Fenomeni Asım Kılıç, 2015’in “En”lerini yazdı

asim2 - KopieHamburglu internet fenomeni Asım Kılıç, işlek Karadenizli zekasıyla, Facebook’taki takipçileri arasında geride bıraktığımız 2015 yılının genel ve yerel “EN”lerini kaleme aldı.

MEHMET ATAK/ÖZEL RÖPORTAJ

İşte o listeler ve son bölümde de bunlara bağlı röportajımız.

“EN”LER GENEL LİSTE

En muhalif : Orhan Kılıç

En her telden : Zeki Kılıç

En müzikal: Talat Dehmen

En yitik : Erol Buldak

En dost: Cem Güneyli

En samimi: Serpil Çopur

En neşeli: Şükrü Aktoprak

En dernekçi: Kamuran Pelek

En efendi: Ziya Toprak

En karizmatik: Mehmet Atak

En masum: Buket Tekin

En beğenen: Semra Balhan

En doğacı: Hüseyin Yılmaz

En “ben”li: Ali Akdemir

En gezgin: Ali Dursun

Es estetik: Ayse Öztürk

En bordo: Kaan Emir

En CHP’li: Aysel Erdoğan

En havalı: Birgül Çobanoglu

En rockçu: Murat Ince

En anlaşılmaz: Nabi Beşir

En sempatik: Nazife Gül Nazo

En centilmen: Gökten Küçük

En az ve öz: Abdullah Akar

En yazmaz: Hakkı Keskin

En protest: Hayati Kılıç

En FB’li: Zabit Öztürk

En populist: Funda Gür

En havalı: Çiçek Yıldırım

En unutkan: Murat Çetin

En hayvansever: Orhan Uğur

En mantıklı:Ruken Aytaş

En samimi: Sevda Karar

En gizli: Enver Kaya

En makul: Esat Erverdi

En politik: Nebahat Güçlü

En Atatürkçü: Filiz Çapar

En narin: Gamze Hoyur

En erkenci: Gülay Akçam

En melek: Gülbeyaz Güneş

En cici: Serpil Sönmezışık

En yaşlanmaz: Yıldız Emir

En iddiacı: Arslan Yasəmiɳ

En şık: gc Aylin VII Gc

En yiğit: Aysu Taflan

En oyuncu: Bediha Şimşek

 

BUNLAR DA 2015’TE HAMBURG’UN “EN”LERİ

En çok yazanı: Hüseyin Çubuk

En çok okuyanı: Erhan Erdoğan

En çok düşüneni: Kadriye Bakşi

En çok çalışanı: Mehmet Topçu

En çok eleştireni: Müslüm Kaya

En girişkeni: Filiz Çapar

En tembeli: Enver Kaya

En aşığı: Cem Güneyli

En delisi: Hamburgda ÇArşının Delisi

En cömerti: Celal Pamukoğlu

En disiplinlisi: Meryem İpek

En hamaratı: yasemin Arslaɳ Yasəmin Murat

En gayretlisi: Gülay Aldağ

En narini: Remziye Kılıç

En efendisi: Remzi Uysal

En sempatiği: Namık Yener

En dostcanlısı: Haşmet Düzgüner

En eğlencelisi: Piyanist Aytun Ede

En düzenlisi: Aysş Topçu

En dikkatlisi: Nurten Muştu

En saygılısı: Erkan Ercin

En yakışıklısı: Erol Buldak

En çok içeni: Zeki Kılıç

En umutsuzu: Ayfer Suzan Saçlık

En karamsarı: Züleyhan Lea Güneş

En toparlayıcı: Esat Erverdi

En çok gezeni: Oya Pervin Pelit

En yiğidi: Aysun Aysu Taflan

En politiği: Nebahat Güçlü

En çok tüttüreni: Hüseyin Ördek

En havalısı: Hülya Yalım

En kibarı: Naci Kaylan

asim - Kopie

ASIM KILIÇ’LA SÖYLEŞİMİZ:

Sayın Kılıç, 2015 Yılının Facebook takipçileriniz arasından EN’leri sıralarken oldukça cazip sıfatlar kullandığınız görülüyor. Bu EN’ler fikri sizde nasıl doğdu?

– Gençlik yıllarından anımsıyorum. Yıl bitimine doğru gazete ve magazin dergileri, benzer şeyler yayınlarlardı. Bizler de bunları beğeniyle takip eder, okulda arkadaşlar arasında bu listeleri tartışırdık.

Unutulmaya yüz tutan bu geleneğin yeniden yaratılmasının güzel olacağını düşündüm.

Hemen hemen her gün Facebook’ta değişik konular işliyorsunuz ve tartışma ortamları yaratıyorsunuz. Bunca yoğun işleriniz arasında bu uğraşlara nasıl ve ne kadar zaman ayırabiliyorsunuz?

– Çoğu kişi, bilmediği için haklı olarak bu uzun yazıları Facebook’da paylaştığım anda yazdığımı sanıyor. Halbuki çoğunda tarih ve yazıldığı yer belirtiliyor. Örneğin güncel bir konu, Cumhurbaşkanı’nın aydınlar bildirisiyle ilgili yaptığı açıklamayla ilgili “aydın yani entelektüel” başlıklı yazıyı, ilki iki sene olmak üzere daha önce birkaç defa paylaşmıştım. Şimdi konu, tekrar güncel olunca cep telefonumdaki arşivimden alıp, yeniden konuya uygun güncelleyerek, belki ufak bir iki değişiklik yaparak yeniden paylaşıyorum. Bu da fazla zamanımı almıyor.

Bunun dışında paylaşmayı düşündüğüm konu başlıklarını, unutmayayım diye aklıma geldikçe sürekli cebimde taşıdığım not defterime not ediyorum. Daha sonra kahve içerken, sabah kalkınca işe başlamadan, tuvalete gittiğimde ya da dizi izlerken reklâm aralarında kaleme alıyorum.

Facebook fenomenliği bir tutku mu sizin için, yoksa bir amaç mı güdüyorsunuz?

– Yazma arzusu ve kendini yazarak ifade etme, ortaokul yıllarında başladı.

Kulakları çınlasın, Zonguldak Kozlu Lisesi’nin ortaokul 3. sınıfında okurken sonraki yıllarda bir süre Nürnberg Eğitim Ataşeliği görevini de üstlenmiş olan okulumuzun efsanevi Türkçe ve edebiyat öğretmeni Ahmet Çakır vardı. Türkçede “kılı kırk yarmak” diye bir deyim vardır ya… İşte o da not verirken aynen öyleydi. Kılı kırk yarardı. Ondan not almak, deveye hendek atlatmak gibi bir şeydi.

Çok iyi, inanmış ve idealist bir öğretmendi. Kasabaya iyi bir sinema filmi ya da gezici bir tiyatro oyunu geldiğinde tüm okulu toptan oyunu izlemeye götürürdü. Elinde her ortaokul öğrencisinin okuması gereken bir kitap listesi vardı. Kitapları kendi ya da okulun imkânlarıyla tedarik eder, bizlere mümkün olduğunca masraf olmamasına özen gösterirdi. Çantasında hangi sınıftan hangi öğrencinin hangi kitabı okuyup, hangisini okumadığını gösteren bir liste vardı ve okuyacağımız kitabı bize verirken okuduktan sonra kitabı kime vereceğimizi bize söyler, listeyi sürekli güncellerdi.

Bunun dışında okullar arası bilgi yarışmaları düzenler, tüm okul öğrencilerinin bu yarışmaları izlemesini sağlardı.

O zamanlar şimdiki gibi yüzlerce televizyon kanalı yoktu. Tek kanal olan TRT’de arada bir de olsa tartışma programı olurdu. Bizlere o programı izlemeyi ders olarak verir, ertesi günlerde konuyu bizlere de sınıfta tartıştırır, daha sonra konuyla ilgili kompozisyon yazdırıp, not verirdi.

Ondan iyi not almak, özellikle kompozisyonda çok zordu. Bir öğrenciye kompozisyonda on verdiği hiç duyulmamıştı. Dokuz notunu ise ancak bir kaç defa vermişti.

Bir gün bir kompozisyonda benim notumu okurken kâğıdı bana geri verdi ve “Bunu sakla..Vakit buldukça da arada bir oku… Vee..Yaz; sürekli yaz. Aklına ne gelirse yaz.”dedi.

Bana dokuz vermişti.

Tam 40 sene oldu. O kompozisyonu halen saklar, arada bir de okurum. Artık ezberledim ama okumazsam, sanki hocama ihanet edecekmişim gibime gelir.

Yani yazmayı bana o salık verdi. Ben de hocamın tavsiyesine uyuyorum.

Soruya geri dönersek yazma işi, Facebook’la başlamadı bende. Yukarda da söylediğim gibi birçok yazının altında yazıldığı yer ve tarih vardır. 2000’li yıllarda Hamburg Atatürkçü Düşünce Derneği’nde görevliyken 29 Ekim Dergisi’ni çıkartıp, bir süre orada yazmıştım meselâ. Sonraki yıllarda da kendim kurup yöneticiliğini yaptığım “Entelektüel Platform” adlı internet platformunda yazdım. Facebook ortamı, bunları paylaşmak için çok güzel bir platform diye düşünüyorum.

Gerek günlük Facebook yazılarınız ve gerekse “EN”ler listeniz için ne gibi tepkiler alıyorsunuz?

– Çok okunduğunu gözlemliyorum. Arkadaş listemde olmayanlardan bile çok kişinin takip ettiğine şahit oluyorum. Sabah kalkınca ilk Facebook’a girip “acaba Asım Kılıç” bugün ne yazmış” diye bakanlar olduğunu biliyorum. Bunu gittiğim ortamlarda sürekli söylüyorlar. Bazen hiç ummadığım biri, herhangi bir paylaşımla ilgili bir şey söylüyor, şaşırıyorum. Ama, diyorum. Siz o paylaşıma beğendi yapmamıştınız. Olsun, diyor çoğu. Ben, beğendi basmıyorum. Yorum da yapmıyorum. Ama hepsini okuyorum. Hatta çoğu, “kaçırdığım olmasın diye sayfana girip, oradan bakıyorum” diyor. Bunları duymak, çok hoş oluyor elbette ve fırsat buldukça onları da arşivliyorum.

EN’ler listesine gelince: Bence bilinenden ya da sanılandan daha çok ilgi çekti bu EN’ler listesi de. Özellikle bu sene fark ettim ki birçok kişi, geçen sene kim, hangi listedeydi, benden daha iyi biliyor. Hatta listede olmayanlar bile.

asim1 - Kopie

Son sorumuz da spor üzerine.. Trabzonspor ve Galatasaray’ı desteklerken, her vesile ile Başkan Aziz Yıldırım’dan dolayı, mahkemenin şike konusundaki kararına rağmen Fenerbahçe’yi hedef alıyorsunuz. Bu kin ne zaman bitecek ? 2016’da artık temiz bir sayfa açmayı düşünmüyor musunuz?

– Bu konuyu birkaç açıdan değerlendirmek gerek. İskerseniz konu dağılmasın diye teker teker ele alalım. İlk önce şunu belirteyim ki nefret var. Ama kin yok. Bunun en büyük nedeni de şu: Ülkemizde geride bıraktığımız birkaç yıl içinde tarihinin en büyük hırsızlık, yolsuzluk, soygun ve şike iddiaları kamuoyunu meşgul etti.

Elimizdeki kanıtlara göre biliyoruz ki Reza Sarraf’ı dinleyen de, Bilâl Erdoğan’ın babasıyla yaptığı telefon konuşmalarını dinleyen de, dört bakanı dinleyen de, Aziz Yıldırım’ı dunleyen de aynı ekip. Dinlemek için mahkemeye baş vuran savcı, aynı savcılar. Dinleme kararını veren hakimler, aynı hakimler. Soruşturmayı açan savcılar, aynı savcılar.

Durum böyleyken ve üstelik Reza Sarraf, bakanlar ve Bilâl Erdoğan hakkındaki soruşturmalar daha mahkemeye taşınmadan engellenip yargı dışına itildiği halde yani de hukukî hiç bir karar olmadığı halde Bilal’e, bakanlara ve Reza Sarraf’a hırsız diyenlerin sıra Aziz Yıldırım ve Fenerbahçe kulübüne gelince sus pus olmaları bana hiç namusluca gelmiyor ve öylesi insanlardan nefret ediyorum.

Bunlar, eğitim almamış, sıradan insanlar olsa, bir anlanda anlamaya çalışıp, “akıl yürütebilme yeteri gelişmemiş” diyeceğim. Ama içlerinde çoğu dernek başkanı ya da yöneticisi, ya da iş adamı. Hatta milketvekili olan bile var.

Ben, ülkemizun hali böyleyken bir sabah uyandığımızda sabah, herşeyin kendiliğinden güllük, gülistanlık olacağına inanmıyorum. Bu, ancak ve ancak bir mücadele sonu olacaktır. Bu mücadele sürecinde de eğer herkes, kendi adamını koruyup kollarsa, bunun için de bahane ararsa, bir yere varamayacağımızı düşünüyorum. Yani 2016’da da her kim olursa olsun, haksıza, hırsıza, yolsuza, hukuksuza ve şikeye karşı mücadelemiz, elbette ki devam edecek.

İkinci konu, yargı kararı meselesi: Fenerbahçeli dostlarımız, bize tüm bu süreç içinde sürekli “yargılanma bitip, suçlar kesinleşip, ceza verinceye kadar bir şey yapmayalım. Mahkeme sonucunu bekleyelim, gereğini ondan sonra birlikte yaparız” dediler.

Yargılama bitip, kararları kesin hüküm niteliğinde olan ülkenin en yüksek yargı kurumu YARGITAY, cezayı onayınca hiç biri, söylendiği gibi gereğini yapmadı ve benim nefretimi kazandı.

Bu nefretin son bulması için ben, topun onlarda olduğunu düşünüyorum.

Galatasaray ve Trabzonspor’a gelince: Galatasaray kulübü, tarihinde kanıtlanamamış, dedikodu ve söylenti düzeyinde kalmış bir iki ufak teşvik pirimi dışında bu şike işine bulaşmamıştır. Kaldı ki o teşvik primi verildiği dönemlerde teşvik primi, ülkemizde suç bile değildi.

2011 şike sürecinde adı şike olaylarına karışmış bir iki kişiye sahip çıkmayıp, onları kulüpten uzaklaştırmıştır.

Bende GS kulübünün tek eksisi, 2013 yılında TFF’nun Adana’da düzenleyip, Fenerbahçe ve Beşiktaş kulüpleri, küme düşürülsün mü oylamasında GS’lı delegelerin çoğunluğunun düşürülmesin yönünde oy kullanmış olmalarıdır.

Trabzonspor’a gelince Trabzonspor camiası, hiç bir dönemde şike ve hırsızlığa tenezzül etmemiş, Fenerbahçe kulübünün aleyhinde açtığı yedi tane şike davasından beraat etmiştir.

Sonraki yıllarda sporu politikaya alet ediyor görüntüsü içinde olan Tayyip Erdoğan’la spor ahlâkına yakışmayan davranışlar gösterdiği söylenen başkan Hacıosmanoğlu’nu kulüpten uzaklaştırmasını bilebilmiştir

 

İLGİNİZİ ÇEKEBİLİR

2 YORUMLAR

  1. Güzel, farkli ve özel bir Röportaj olmus. Roportaji gerceklestiren gazeteci Mehmet Atak beyi ve 2015 enlerini paylasan, ilginc tez ve düsünceleriyle Hamburg’ta farkli bir insan portresi örnegi sunan, Asim Kilic’i kutluyorum. Saygilarimla Ali Akdemir

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

- Advertisement -spot_img

İNSTAGRAM

SON HABERLER